26 Ekim 2020 Pazartesi

BEYŞEHİR'İN 13. YY'DAN 20. YY BAŞLARINA KADARKİ NÜFUZ DEĞİŞKENLİKLERİ

 

Beyşehir’in 13. Yüzyıldan 20. Yüzyıl Başlarına Kadar                                   Demografik Yapısı

Beyşehir’in nüfusu hakkında ilk önemli tahminler, kentin Osmanlı hâkimiyetinde bulunduğu 16. yüzyıl ve sonraki dönemlere aittir. Osmanlı öncesi nüfus yapısı için düzenli bir kaynak bulunmamaktadır. Döneme ait az kaynaklardan ve ya bazı tahmin yürütülerek elde edilen bilgilerden yola çıkarak bazı ipuçları yakalanıyor. 

İbn Fazlullah, Katibiyyi Dımeşki diye şöhret bulmuş. Gerçek adı Kirmanlı Şihabüddin ibn Yahya ibn Muhammed’dir. 13. yüzyıl sonuna doğru yazdığı  “Mesalikü’l-Ebsar ve fi Memalikü’l-Emsar”  adlı yapıtında, Eşrefoğulları için şöyle bilgiler verir:  “Eşrefoğlu’nun memleketi ve mevkiine gelince; Rum ülkesinin kuzeyinde bulunan bu beyliğin, batısında Dündaroğullarının, güneyinde Karamanoğlu’nun, doğusunda ve kuzeyinde Cengiz Han hanedanının toprakları vardır. Beyliğin başşehri Beyşehri’dir. Askeri 70.000 atlıdır. Bu beylik sınırları içinde 65 şehir 155 köy vardır. Şimdiye kadar da müstakildi. Timurtaş bu ülkenin sahibini tuttu. Gözünü oymak ve kulağını kesmek gibi türlü işkence yaparak öldürdü”  (1)

Eşrefoğlu Beyliği’nin asker sayısının 70.000 olarak belirtilmesi hayli çarpıcıdır. Diğer taraftan Karamanoğulları dönemine büyük oranda ışık tutan Şikari’nin yapıtında ise İsmail Ağa’nın Beyşehir yöresinde hüküm sürdüğü 14. yüzyılda emrindeki 6000 Tatarla Karamanoğulları Beyliği’nin hizmetine girdiğini ifade edilmektedir.  (2)

Bu belgelere göre Eşrefoğlu zamanında Beyşehir’in nüfuzu oldukça kabarık olduğuna işarettir ama kesin olarak Beyşehir o dönemki halkının nüfuzu bilinmemektedir.  

Bazı araştırmacılar Ortaçağ şehirlerinin, ekonomik verileri, kapladığı coğrafi alan (3) ile cami ve mescitlerin ortalama mekânsal büyüklükleri (4) ve dönemin tarihi kayıtlarından hareketle bir takım nüfus tahminlerinde bulunmuşlardır. (5)  

Yalınız bir gerçek var ki, Eşrefoğlu Beyliği’nin sona ermesiyle birlikte Beyşehir ve çevresinde yaşanan hâkimiyet mücadeleleri sürecinde Beyşehir Kenti’nin önemli oranda nüfus kaybettiği bir gerçektir…

Kentin beylik merkezi olma özelliğini, Karamanoğlu-Osmanlı mücadelelerinin yaşandığı dönemde kentin nüfuz azalmasına oldukça etkili olmuştur. Kentin Osmanlı hâkimiyetine geçişi sürecinde, kentten göler ivme kazanmıştır. Osmanlı döneminin nüfus tahminlerinde esas alınan vergi kayıtları, Selçuklu ve Beylikler devirleriyle kıyaslanamayacak kadar sistematiktir… 

Osmanlı dönemi Beyşehir kent merkezi nüfusu ile ilgili tahminler yapılmıştır. Osmanlı dönemine ilişkin ilk nüfus tahminlerine göre, Beyşehir’in kent merkezi nüfusu, 1507 yılında 269 hane, yani yaklaşık 1.350 kişiden ibarettir. Şehir nüfusu, 1518-1524 yılları arasında 1.700’den 1.900’e yükselmiş, 1584’te 603 hane ile 3.000 nüfuzu aşmıştır. İş tersine kısa sürede dönmeye başlar. Osmanlı eline geçen kent, 16. yüzyıl başlarında artmaya başladığını görülse de 16. yüzyılın sonlarına doğru çeşitli nedenlerden dolayı kentin nüfusu önemli ölçüde düşüşe geçemeye başlar. 1641 yılında kentin düşen nüfuzundan dolayı 222 hane ve yaklaşık 1110 kişi kalmıştır. M. Akif Erdoğdu, “Beyşehir” 1992, TDVİA, VI, İstanbul, s. 84-85

1830-1831 yılında yapılan Osmanlı Devleti’nin ilk nüfus sayımına göre Beyşehir de 239 hane, 831 erkek nüfus bulunuyordu.

Erkek nüfus kadar kadın nüfusu olduğu düşünülerek yapılacak bir hesaplamada, 1831 yılında Beyşehir kent merkezi nüfusunun en azından 1.662 olduğu söylenebilir. 1840 yılı temettuat defterlerinde yer alan verilere göre şehrin nüfusu, 353 haneye, yani yaklaşık 1.765 kişiye ulaşmış olmalıdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kaynakları ML. VRD. TMT 9821:1256/1840

1844 tarihli nüfus defterindeki kayıtlara göre ise kent merkezinde 395 hanede 911 erkek yaşamaktadır. Bunların kadınları da hesaba katılırsa, 1.822 kişi ortaya çıkar. Bu tarihte kentin en kalabalık mahallesi İçerişehir’deki Cami mahallesidir. 167 hanenin bulunduğu mahallede 423 erkek nüfus bulunmaktadır. Onu 123 hane ve 265 erkek nüfus ile Hacı Armağan, 61 hane ve 135 erkek nüfus ile Orta (Evsat), 43 hane ve 88 erkek nüfus ile Dalyan Mahallesi takip etmektedir.  Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kaynakları NFS. D 3315)

1565 yılında Karaman Vilayetinin büyük bir kısmında veba salgını görülmekteydi.

Bu durum bu tarihlere ait bir Mühimme defterinde  “Vilâyet-i Karaman’ın bir tarafın tâ’ûn tutup nice evler kapatıp sahipleri tâ’ûndan helâk olup”  biçiminde anlatılır. (6)

Konya Vilâyeti Salnamesi 1873:147, Beyşehir Kent nüfusu 1873 yılına gelindiğinde ise 403 haneye, yaklaşık 2.000 kişiye ulaşmıştır.

Şemseddin Sami, M.S.1888-1889 yılında yayımladığı ilk Türkçe Ansiklopedi olan “Kamusu’l Alam” adlı eserinin 2. Cildinde Beyşehir bahsinde “Cümlesi Müslim olmak üzere 2.000 kadar ahalisi vardır” demektedir. Şemseddin Sami 1306: 1334

Ali Cevad da, 1895-1896 yılında yayımladığı, “Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı”  adlı yapıtında Beyşehir ve çevresi hakkında oldukça uzun bilgiler vermiş ve  “Derun-ı kasabada iki bin kadar nüfus vardır”  demiştir.

Konya Vilayeti Salnamesi; Şehir nüfusu, 1883 yılında 394 hane, 1899 yılında 409 hane. Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 1906: 296, Kent merkezine yerleştirilen Çeçenlerin de sayıma dâhil edildiğini düşündüğümüz 1906 yılında ise 600 hane çıkar ve kabaca 3.000 kişiye ulaşır

1922 yılında yayımlanan Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası Konya Vilayeti isimli eserde Beyşehir merkezde yer alan mahallelerde hane sayısı, kadın ve erkek nüfusu ayrı ayrı verilmiştir. Buna göre İçerişehir Mahallesi’nde 180 hane, 357 kadın, 338 erkek bulunurken, Hacı Armağan Mahallesi’nde 117 hane 259 kadın, 249 erkek bulunur. Evsat Mahallesi’nde 86 hane 201 kadın, 190 erkek; Dalyan Mahallesi’nde 45 hane, 103 kadın, 91 erkek; Hamidiye Mahallesi’nde 75 hane, 173 kadın, 149 erkek, toplamda 503 hanede 1093 kadın, 1017 erkek toplam 2.110 nüfus yaşamaktadır. Dr. Nazmi 1922:148

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan uzun bir süre sonra dahi kent merkezi nüfusu yeterli düzeyde gelişememiştir. Kent merkezi nüfusu 1927 yılında 2.578’dir. Bilal Alperen, “Beyşehir ve Tarihi, Büyük Sistem Dershanesi Matbaası, Konya.2001, s.117; M. Akif Erdoğru , “Beyşehir”, 1992, s. 85

1933 yılında Beyşehir kent merkezinde 872 hanede, 1604 kadın, 1574 erkek olmak üzere toplam 3.178 nüfus bulunmaktadır. (7)  

İçerişehir Mahallesi’nde 247 hane, 564 kadın ve 552 erkek, 1116 kişi yaşamaktadır. Hacı Armağan Mahallesi’nde 223 hane, 398 kadın ve 372 erkek, 770 kişi; Evsat Mahallesi’nde 205 hane, 341 kadın 285 erkek, 626 kişi; Dalyan Mahallesi’nde 69 hane 103 kadın ve 169 erkek, 272 kişi; Hamidiye Mahallesi’nde 128 hane 198 kadın ve 196 erkek 394 kişi yaşamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü 1940 Genel Nüfus sayımına göre 1496 erkek, 1451 kadın olmak üzere 2.947 nüfus bulunmaktadır.

1945 yılında 2.894, 1950’de 3.173, 1960’da 5.833, 1970’de 8.980, 1975’de 14.116. 1980’de 15.359 1985’de 21.241’e çıkar.1990 yılında 30.412’e ulaşmıştır. (8)

Eşrefoğulları döneminde Beyşehir Kenti’nde gayrimüslim nüfus bulunduğuna dair herhangi bir kayda tesadüf edilmemiştir. Osmanlı arşiv belgeleri de Beyşehir ve çevresinde Rum veya Ermenilerin ciddi bir nüfusa sahip olmadığını göstermektedir.

Bölgede yaşayan gayrimüslimlerin niceliği konusunda ilk önemli tahminler yine 16. yüzyıla aittir. 16. Yüzyılın ilk yarısında, şehir merkezinde gayrimüslim bulunmamasına rağmen Beyşehir Kazası içerisinde; Kıstıfan, Davgana, Mada, Kesi, Girapa (Akburun) ve Mili köylerinde Müslümanların yanında Hıristiyanlar da mevcuttur. Daha sonraki yıllarda bunların büyük bir kısmının Müslüman olduğu ve 1584 yılında Kıstıfan ve Akburun’da tespit edilen çok az sayıdaki gayrimüslim nüfusun kendi köylerinde ziraatla uğraştığı bilinmektedir.

1831 nüfus sayımında Beyşehir Sancağında 27 hane gayrimüslim bulunduğu, bu hanelere 36 yetişkin ile 16 küçük erkek kaydedildiği. Yine Karaman Eyaleti sancaklarına ait.

1832 tarihli Karaman Eyaleti Sancaklarına ait cizye defterine göre, Beyşehir Sancağında sadece Bozkır Kazasında 22 Evsat ve 8 edna kaydıyla oldukça az sayıda gayrimüslim bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre Beyşehir Kazası merkezinde Süleyman Şevket eserinde 1870 yılında şehirde 1000 nüfus bulunduğunu söylemektedir. (9)

Konya Vilayeti 1883: 214 Salnamelerinde ise, Beyşehir Kazası dâhilinde köylerde 1883 yılında sadece 29 Rum ve 6 Ermeni bulunduğu görülmüş bölgede yaşayan Rum ve Ermeni erkeklerin sayısının 1906 yılında 50’yi bile bulmadığı anlaşılmıştır. Aynı tarihte Hıristiyan kadınların sayısı ise 52’dir.

1) Yaşar Yücel, Beylikler, XIII. XV. Yüzyıllar Kuzey Batı Anadolu Tarihi, Çobanoğulları, Candaroğulları Beylikleri, 1980 s. 188 Ankara ve Ahmet Çaycı. 1993, s.16

(2) İsmail Çiftçioğlu, “Beyşehir’de Moğol Emiri İsmail Ağa’nın Eserleri ve Vakıfları” 2002, s.3 Ayrıca Şikari 1946, s. 31

(3) Zeki Velidi Togan, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”  1942, s.24. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası C.I, İstanbul, s.1-42.

(4) Tuncer Baykara, “Türkiye Selçukluları Devrinde Konya”, Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü 1998(5) Koray Özcan, “Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yerleşme Sistemi ve Kent Modelleri”, 2005, s. 176-179

(6) Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 5 Numaralı Mühimme Defteri, (973/1565-1566), Ankara 1994, s.156/369

(7) Memduh Yavuz,  “Eşrefoğulları Tarihi Beyşehir Kılavuzu,” 1934, Konya, s. 8

(8) Bilal Alperen 2001:117; M. Akif Erdoğru 1992: s.85, Adrese dayalı nüfus sayımına göre Beyşehir kent nüfusu 2007 yılında 32.799’dur…

(9) Süleyman Şevket, “Hülasa-i Coğrafya”, H. 1287: 63 İstanbul.

Diğer kaynaklar

(Hüseyin Muşmal 2005, 87; M. Akif Erdoğru 1992, 85) Hüseyin Muşmal,  “XIX. yüzyılın İlk Yarısında Beyşehir ve Çevresinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı” 2005, s. 87

Hüseyin Muşmal, “XIX. Yüzyıl Ortalarında Beyşehir Bölgesinden İzmir ve İstanbul’a göçler konusunda.

Hüseyin Muşmal, Mustafa Çetinaslan “Beyşehir İlçe Merkezindeki Çeçen-İnguş Muhacirlerine Ait Mezar Taşları” 2013, Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS)

16. Yüzyılda Beyşehir ve Dolaylarında Hıristiyan Nüfuz

Beyşehir kent merkezinde pek fazla gayrimüslim nüfuz bulunmazken, Davgana, Kıstıfan, Mada Adası, Kesi, Girapa (Akburun) ve Mili köylerinde Müslümanların yanında Hıristiyanlarda mevcuttu. Daha sonraki yıllarda bu Hıristiyanların yarısını Müslümanlaştığı ve 1584 yılında Kıstıfan, Akburun’da tespit edilen çok az sayıdaki gayrimüslim nüfuz, bulundukları köylerinde ziraatla uğraştıkları kaydedilmiştir.

1831 yılına gelindiğinde, M. Akif Erdoğru “Beyşehir Sancağı” yapıtındaki tespitlerinde, Beyşehir’de 27 hane gayrimüslim yaşadığı, bu hanelere 37 yetişkin ile 16 küçük erkek kaydedildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır…

Konya vilayeti salnamelerinde ise, Beyşehir kazası dâhilinde köylerde 1883 yılında sadece 29 Rum, 6 Ermeni bulunduğu görülmüştür. Bölgede yaşayan Rum ve Ermeni erkeklerin sayısı 1906’da 50 dolaylarında, aynı tarihte Hıristiyan kadınların sayısı ise 52 olmaktadır. Bu verilere göre 19. Yüzyılda Beyşehir’de Hıristiyan nüfuzun ciddi bir sayısının olmadığını göstermektedir. 

Sonuca gelirsek: Eşrefoğlu döneminde kurtulmuş olan Beyşehir nüfuzu kaynaklara göre 7500 dolaylarındaydı. Kent uzun üre Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuza asla sahip olamadı. Dahi, Osmanlıların elinde uzun süre kalan Beyşehir nüfuzu artmadı, daha çok azaldı. Ancak Beyşehir kent nüfuzu cumhuriyet ilan edildiğinden sonra kent nüfuz ancak 1975 yılında 10 bini geçebilmiştir.

Osmanlı dönemine geçtiği yıllarda kent nüfuzu artmadı. 1842’de sancak merkezi olması ile de Beyşehir yine Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki gibi önemli bir kent olamadı. Eşrefoğlu Beyliğini kuran Süleyman Bey, kenti mimarisiyle, kültürüyle, gönenciyle kent adeta bir tür sosyo-ekonomik cazibe merkezi durumuna getirmiş, kentte nüfuz yoğunluğunu sağlamıştır.

Eşrefoğlu 2. Süleyman’dan sonra Eşrefoğlu Beyliği dağılıp sona erer. Bu arada Eşerefoğlu 1. Süleyman Bey’in yaptırmış olduğu camii, Selçuklu mimarisinin en mükemmel ahşap işçiliğiyle yapılmış olarak günümüze kadar korunarak gelmiştir.

Sahibi belirsiz: “İcabet-ü’s-Sail ila Marifet-i’r-Resail”  adlı Mısır Divanı münşilerinden adı meçhul bir zat. Beyşehir sahibinin İsmail Ağa adında bir zat olup bunun 1365’te Memluk sultanı divaniye mükatebesini yazar. Bu yapıt; Paris Milli Kütüphanesi” Arapça yazmaları kısmındadır. Orada Beyşehir hakkında kısaca: “Eşrefoğullarından sonra Beyşehir’e M.S.1369’da bir taş medrese kitabesin var. Bu kitabeden anladığımız kadarıyla bu taş medresenin  “Emir-i Kabir” olarak tavsif edilen Mecdüddin İsmail bin Halil tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.” Diyordu.

Şikari Tarihi ise: İsmail Ağa Moğol Beylerindendir. Bunun medresesinden başka yine Beyşehir’de M.S.1372 tarihli zaviyesi ile bir sene sonra yaptırdığı su tesisatı, kanalları vardır. Vefatı 1378’de ve kabri de Beyşehir’dedir.

Şikari, “Karamanoğlu Alaettin Bey’in İçil (Mersin) sahillerindeki Gorigos üzerine Frenklere karşı yapacağı seferde o sırada vefat etmiş olan İsmail Ağa’nın oğlu Eminüddevle’nin sekiz bin Moğol askeriyle yardıma geldiğini”  yazmaktadır. Şakari’ye göre İsmail Ağa Karaman emirlerindendir. (*)

(*) Şikari, “Konya Halkevi yayınlarından” 1946 s. 106.Aktaran İ. Hakkı Uzunçarşılı,”Anadolu beylikleri” TTK yayınları,1988, s. 61

Selman Zebil 2020 

BEYŞEHİR'İN NÜFUZ YAPISI ve MAHALLELERİN OLUŞUMU

 

Eşrefoğlu Beyliğinin Kaynaklara Göre Gücü ve Sınırları

Şahabettin El-Ömer-i adlı birinin kaydına göre, “Germiyanoğulları hâkimiyetini tanıyan, Türk emirlerinden olan Eşrefoğulları 70 bin kişilik süvari ordusu, 65 şehir ve 150 köye sahip bir Türkmen beyliği idi”  diye açıklar. 

Bir başka kaynak, Şikari tarihi, orada İsmail Ağa’nın Beyşehir yöresinde hüküm sürdüğü 14. Yüzyılda emrindeki 6 bin Tatarla Karamanoğulları’nın beyliğine geçip hizmetine girdiği anlatılır. (1) “Eşrefoğlu’nun memleketi ve mevkiine gelince; Rum ülkesinin kuzeyinde bulunan bir beyliğin, batısında Dündaroğullarının, güneyinde Karamanoğlu’nun, doğusunda ve kuzeyinde Cengiz Han hanedanının toprakları vardır.” Askeri 70 bin atlıdır. Bu beylik sınırları içinde 65 şehir…

İbn Fazlullah’da benzerini, Eşrefoğlu Beyliği sınırlarını tarifini 13. Yüzyılda yazdığı; “Mesalikü’l-Ebsar ve fi Memalikü’l-Emsar adlı yapıtında Mesalikü’l-Ebsar’ın Anadolu Beylikleri bölümünde Eşrefoğulları için şu bilgileri aktarmaktadır: “Şeref-oğlu (Eşref) ili; Bu memleketin sınırı, Anadolu’nun kuzeyinde Dündaroğlu ilinin batısındaydı. Karamanoğlu ilinin de güneyine düşmekteydi. Kuzeyde bulunan Cengiz Han ailesine mensup memleketlerin doğusuna düşmekteydi”  Der ve Beyliğin gücünü, “Beyliğin baş şehri Beyşehir’dir. Bu il müstakildi. İdare merkezi Beyşehir’dir. Askerleri 70 bin atlı civarındadır. Bu ülke 65 şehre, 155 köy maliktir. Timurtaş bu ülkenin sahibini tuttu. Gözünü oymak ve kulağını kesmek gibi türlü işkence yaparak öldürdü”  Diye geçer.

Müsameret’ül Ahbâr’da şöyle söz edilir. “Velhâsıl her tarafta bulunan Türk emirleri başlarını itaat çizgisine koydular. Önceki devirlerden hiçbir devirde çağrılmaları ve huzura gelmeleri istenmemiş olan beyler arasında Eşrefoğulları da vardı” Kerimüddin Mahmud-i Aksarayi, “Müsâmerett’ül-Ahbar,” (2)

(1) Şikari, “Karamanoğulları Tarihi” Haz. Mesut Koman, Konya, 1946, s.31,İsmail Çiftçioğlu, “Beyşehir’de Moğol Emiri İsmail Ağa’nın Eserleri ve Vakıfları” 2002, Isparta, s.3 

(2), Mürsel Öztürk cev. “Müsâmerett’ül-Ahbar”. TTK, Ankara 2000, s.252.ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Anadolu Beylikleri”, s.60; Konyalı, Beyşehir, s.42

Eşrefoğlu Beyliği Döneminde Beyşehir Nüfuzu

Ayrıca Beyşehir’in Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuzu Hüseyin Muşmal’ın değerlendirmesine göre Eşrefoğlu Camisi dikkate alınmış hesaplanması, 1480 Metre kare alan üzerinden hesaplanmış. 1500 kişinin aynı anda namaz kılabildiği, bu ulu cami dışında dahi, Hacı Armağan camii ve Subaşı Mescidinin o döneme ait olduğu (1) hesabıyla 7500 nüfuzdan daha da fazla olabileceği rahatlıkla söylenebilir.

Eşrefoğlu Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesiyle birlikte kurulan beylikler içerisinde en kısa ömürlüsüdür. Beyşehir ve çevresinde hüküm süren beyliğin kurucusu ve ilk hükümdarı Seyfeddin Süleyman Bey’dir. Seyfeddin Süleyman Bey’in 1302 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Vefatı üzerine büyük oğlu olan Mehmet Bey hükümdar olmuştur. Onun zamanında Akşehir ve Bolvadin de beylik sınırlarına dâhil edilmiştir. Yerine oğlu 2. Süleyman geçmiş; iktidarı uzun sürmemiş, İlhanlıların Anadolu valisi Timurtaş’ın beylikler üzerine yaptığı sefer neticesinde 1326 tarihinde öldürülmüş ve böylece Eşrefoğlu Beyliği ortadan kalkmıştır. Beyşehir’de artık uzun zaman alacak nüfuz azalması başlayacaktır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1988

Eşrefoğlu Beyliği sonlandırıldığından itibaren Beyşehir sürekli dışa göç veren bir ilçe durumuna düşmüştü. Kaynaklara göre, uzun zaman Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuzunu bir daha geri alamamıştır. Çünkü Eşrefoğlu Beyliğinden sonra uzun süre güvenli bir bölge olma özelliğini kaybetmiş olması yanında siyasi, sosyal, ekonomik unsurlarda işin içindeki nedendir. Biz bunu da, Osmanlı dönemindeki nüfuz sayımlarından anlıyoruz.

 Beyşehir, 1466-1641 tarihleri arasında, 19 mahallesi olup, Müslüman nüfusludur. Gayrimüslim mahallesi bulunmamaktadır. Mahalleler genellikle 5 ile 90 haneden oluşmakta olup, çoğunluğu esnaf teşkilatındaki meslek adları ile şahıs ve köy isimlerini taşımaktadır. M. Akif Erdoğru, 1989

(1) Hüseyin Muşmal, “Eşrefoğullarından Günümüze Beyşehir Kent merkezinin Demografik Gelişimi”  makalesi, “Eşrefoğlu Beyliği Tarihi” TTK 2018, s.602-63

Beyşehir’de En Eski Hacı Armağan Mahallesi

Beyşehir’in en eski mahallelerinden biri olan 1238 tarihinde Hacı Armağan Mahallesi, Selçuklu Emiri Ertokuş’un, kölesi iken azat ettiği Atabek Mübarizeddin Hacı Armağan Şah tarafından kendi adına kurulmuştur. Hacı Armağan Şah’ın Antalya’da 1239 tarihli bir medresesi, Konya’da kendi adına bir mahallesi ve Beyşehir’in Göçü nahiyesine bağlı Alp Gazi köyünde bir zaviyesi vardır. Selçuklu tarihçisi İbn Bibi, Hacı Armağan’ı cömert, dindar ve ahlakı ile tanınmış olduğunu bildirir…

En eski Hacı armağan mahallesinden sonra Beyşehir, 16. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar, 12 mahallelik bir yer olarak görünmektedir. Hacı Armağan Mahallesi’nin Anadolu Selçuklu döneminde kurulmuş olması, 15. ve 17. yüzyıllarda kayıtlarda bulunan ve günümüzde de halen mevcut olan bir mahalle olması ile ilk kurulduğu dönemin fiziki, sosyo-kültürel özelliklerini Eşrefoğlu Beyliği dönemine dahi adını koruduğunu aktarır Tarihçi Osman Turan.

Beyşehir, fiziki yapısı itibariyle tam bir Ortaçağ Türk İslam şehir özelliğinde sahiptir.13. Yüzyılın sonlarında kale ile çevrili güvenlikli bir hale getirilmiştir diyen M. Akif Erdoğru, Beyşehir kalesi, Eşrefin oğlu Seyfettin Süleyman tarafından İzzettin 2. Keykavus’un oğlu Gıyasettin 2. Mesut zamanında Mayıs 1290’da inşa edilmiştir. Özellikle şehrin bir tarafının gölle çevrili olması, güvenlik konusunu daha da etkili kılmıştır. Kale içerisindeki şehrin tam ortasında bir ulu cami (Eşrefoğlu Camii), caminin etrafında medrese, hamam, bedesten, han, fırın, pazar yeri ve bunlara bitişik olarak sanayi ile meşgul olanların dükkânları bulunmaktadır. İçeri şehir bu ulu camii ve külliyesi etrafında gelişmiştir. 15. yüzyıldan itibaren, nüfusun artması, iktisadi ve ticari faaliyetlerin artması, kalenin yıkılması gibi sebeplerle hayat, kalenin dışına doğru kaymıştır. İdari ve adli görevliler içeri şehir kısmında ikamet etmişlerdir. (1)

Bir örnek: Osmanlı döneminde ilk nüfuz tahminlerine göre 1507’de Beyşehir kent merkezi 269 hane 1350 nüfuzdan ibarettir. Şehir nüfuzu 1518-1524 yılları arasında 1700’den 1900’e yükselmiş. 1584’de ise 3000’i ve 600 haneyi bulmuştur. Bu durum bize 16. Yüzyıl itibaren şehrin nüfuzu artış gösterir.

Daha sonraları ise kentin nüfuzunda düşüşler göstermeye başlar 1641’de 222 hane, yani yaklaşık 1110 kişi kalmıştır. (2) Bu düşü çeşitli nedenlerdendir. Bunun nedeni salgın hastalıklar, ekonomik zorluklar, sosyal ve siyasi güç koşullar büyük etkendi.

1830-1831’de yapılan Osmanlı Devleti’nin ilk nüfuz sayımına göre Beyşehir’de 230 hane, 831 erkek nüfuz bulunurken, kadın nüfuzda o kadar hesaplanır. Hesaplamada ortaya 1831’de kent merkezi nüfuzu en azından 1662 olduğu karar kılınır. Yani kadınlar nüfuzu sayımının dışında, insan olarak görülmez!

1840 yılındaki temerrüt defterinde kentin nüfuzu 353 hane, yani yaklaşık 1765’e ulaşmış hesabı yapılır. 1844 tarihli nüfuz hesabına göre ise kentin merkez nüfuzu 395 hanede 911’i erkek, yaklaşık 1822 kişi ikamet etmektedir. Bu tarihte de kentin en kalabalık olduğu İçerişehir cami mahallesi gösterilmektedir. Burada 167 hane bulunduğu kaydedilmiş ve 423 erkek bulunmaktadır.

1873’e gelindiğinde kentte 403 haneye çıkmış, yaklaşık ta 2000 nüfuza ulaşmıştır.

1888-1889 yıllarında İlk Türkçe sözlük çıkartan Şemsettin Sami, “Kamusu’l-Alam” ansiklopedik sözlüğünde Beyşehir nüfuzu hakkında; “Cümlesi Müslim olmak üzere 2 bin kadar ahalisi vardır”  demektedir. Dahi bir başkası Ali Cevat’ta 1895-1896 yıllarında yayımladığı  “Memalik-i Osmaniye’nin coğrafya Lügati”  adlı yapıtında Beyşehir hakkında uzun söz eder, nüfuz hakkında ise, “Deruni kasabada iki bin kadar nüfuz vardır”  diyerek Şemsettin Sami’yi doğrular.

En son Osmanlı dönemi kent merkezine Çeçenlerin iskân edilmesiyle Beyşehir nüfuz sayımı 1906 yılında 600 hane, yani kabaca 3 bin kişiye ulaşmaktadır.

1922 yılında yayımlanan, “Türkiye’nin Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası”  Konya vilayeti adlı eserde Beyşehir merkezde yer alan mahallelerde hane sayısı, kadın-erkek ayrı ayrı verilmiş olarak İçerişehir Mahallesinde 180 hane, 357 kadın, 338 erkek. Hacıarmağan Mahallesinde 117 hane, 359 kadın, 249 erkek. Evsat mahallesinde 86 hane, 201 kadın, 190 erkek. Dalyan Mahallesinde 45 hane, 103 kadın, 91 erkek. Hamidiye Mahallesinde 75 hane, 173 kadın, 149 erkek olmak üzere toplam hane sayısı 503, 1093 kadın ve 1017 erkek toplam 2110 nüfuz yaşamaktadır. (3) Türkiye cumhuriyeti kurulduktan uzun süre bile Beyşehir kent merkez nüfuzu 700 yıl önceki Eşrefoğlu beyliği nüfuzuna ulaşamamıştır.

(1) M.Akif Erdoğru, İzleyen I. Alaeddin Keykubad’ın ölümü ile siyasi kargaşa

(2) M. Akif Erdoğru, “Beyşehir”, s. 85

(3) Hüseyin Muşma, Dr. Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası, Konya vilayeti “ yapıtından aktarma, “Eşrefoğullarından Günümüze Beyşehir Kent merkezinin Demografik Gelişimi” TTK, s.605

 Selman Zebil 2020

2 Nisan 2020 Perşembe

HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜNÜ 2011'DE KAPATAN ZİHNİYET ATATÜRK'ÜN İZLERİNİ SİLMEK İÇİN MİYDİ?


HIFZISSIHHA NEDEN ve HANGİ GEREKÇE İLE KAPATILDI

Cumhuriyet değerlerine olan kinleri, 18 yıllık AKP iktidarında rövanş almaya dönüştürülerek, cumhuriyetin 80 yıllık bütün değerlerini özelleştirip sattılar, satamadıklarını da intikam alırcasına tamamen kapatarak adlarını sildiler…

İşte bunlardan biri, bugünlerde ne kadar da önemli olduğu ortaya çıkan, Atatürk’ün doktoru da olan Refik Saydam, 1928’deki o zorlu, yoksulluk günlerinde Hıfzıssıhha’yı kurdu. Kuruluşundan on yıl sonra yani 1938’de Çin’de kolera salgını çıkıyor, Hıfzıssıhha Çin’e bir milyon kolera aşısı gönderiyor...

Şimdi ise Çin'den korana için aşı dileniyor, onu da ancak 3 milyon aşı alabiliyor. Bu bile bu iktidarın acizliğini gösterir. 

Dünya çalkantılı, Avrupa topyekûn 2. Dünya Savaşı içinde, bir taraftan bulaşıcı hastalıktan kırılırken, bir taraftan da birbirlerini kırdıkları günlerdi. Doktor Refik Saydam, kurduğu Hıfzıssıhha’da BCG aşısı, Tifüs, Boğmaca aşısı, İnfluenza virüsü aşısı, Newcastle virüsü aşısı, Fibrinojen, Albumin ve gamma globulün ürettinini gerçekleştirdi. Dünyaya da birçok ülkeden ne kadar ihtiyacı olan varsa Türkiye’den aşı ilacı tedarik ettiler…


Bütün bunları Atatürk'ün izlerini silmek için yaptılar

Vizyon mu yoksa rövanş mı? Cumhuriyetin kurumlarını ortadan kaldırmak rövanşı olsa gerek, AKP ve onun Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın 2011 yılında bu aşı üretim merkezi Hıfzıssıhha’yı kapatıldı. Aradan geçen dokuz yıl sonra, 2020’de baş gösteren “korona aşısı bulsun da bize de versinler” diye andavalca beklemektedirler.

Dr. Refik Saydam, Cumhuriyet tarihimizin en önemli şahısları arasındadır. (*)
Geçmişte Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı olan Refik Saydam, kurduğu ve adının altın harflerle yazıldığı kurum kapısına kilit vurularak unutturuldu.


1928'den beri işleyen Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü'nü, hangi akıl neden kapatır?

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı olarak 27 Mayıs 1928’de hizmete girdi. Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başladı.

1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı.

1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu 1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.

1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.

1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi. 1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı.

1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı. Aynı zamanda Enstitü’nün İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetlerdi. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü. Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.
   Bütün bunları Atatürk'ün zamanında başlatıldı ve başarıya ulaşıldı ta ki kapatıldığı 2013'e kadar .

Enstitü Mustafa Kemal Atatürk hayatını kaybettikten sonra öyle başarılı işler yaptı ki 1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.

1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında, Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi.

1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.

    Kuduz aşısı uygulaması bir çocuğa yapılırken 

1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı.

1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı. 1954 yılında, İlaç Kontrol Şubesi kuruldu. 1956 yılında, Tetanos aşısı daha modern metotlarla üretilmeye başlandı. 1958 yılında, ilk kez frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı. 1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı kuruldu.

1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açıldı. 1976 yılında BCG aşısının deneysel üretimine başlandı. 1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine başlandı.

1984 yılında Zehir Danışma Merkezi ve 1987 yılında AIDS Araştırma merkezi açıldı. 1950’lerden sonra Hıfzıssıhha Enstitüsü; Türk halk sağlığının korunmasında laboratuvar hizmetlerinin Türkiye genelinde yaygınlaştırılması başlatıldı. 16 ilde bölgesel düzeyde hizmet vermek amacıyla şubeler açıldı. Atatürk’ün yokluk döneminde var ettiği Enstitü, 4 Ocak 1941 tarih ve 3959 sayılı yasayla kabuk değiştirdi. Pek çok birim oluşturularak kökleşti.

Önce 1997’de aşı üretim tesisleri faaliyetleri durduruldu…
1999’da aşı üretim tesisleri kapatıldı. 2004 yılında ise Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı.

Cumhuriyet’in büyük yokluklarla kurduğu ve harikalar yarattığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ise 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu.

(*) Ahmet Takan Köşesinde Yazdı


15 Ocak 2020 Çarşamba

AKP'LİLERİN AĞZINDAN ÇIKAN "BİDAT ve ŞİRK" SÖYLEMLER

Papa Erdoğan'ı alnından öperek sünnetledi
Bidat ve Şirk İçinde Yüzen AKP’liler

AKP’li Mustafa Göktaş, Urfa Milletvekili: “Allah Erdoğan’a emir vermiş, onu artık kimse durduramaz, yağmur bile Erdoğan’ın sayesinde yağıyor!” diyor.

AKP’li Yalova Milletvekili adayı Meliha Akyol: “Yalova seçmen profilini iyi biliyorum. Batı Trakya’dan oradan buradan, kimisi doğudan gelen, kendisini ifade edemeyen ezik insanlar, seçmenmiş gibi davranıyorlar” diyordu.

AKP’li Oktay Saral, AKP İstanbul milletvekili, “Erdoğan için her gün 2 rekât şükür namazı kılınmalı” dedi.

AKP Avusturya Teşkilatı Sorumlusu Mahmut Koç: “Referandumda ‘hayır’ çıkarsa, Allah korusun iç savaş çıkar” diye konuşur.

AKP’li Efkan Ala: “Peygamber hata yaptı, biz hata yapmadık” dedi.

AKP’li Eski Dışişleri Bakanı, yeni Başbakan Davutoğlu: “Osmanlı Milletler topluluğu”  yaratmasından söz eder.

AKP’li Mehmet Metiner: “Darbeyi 20 gün önceden biliyorduk” dedi.

AKP’li Binali Yıldırım:  “15 Temmuz projesini biz yaptık” dedi.

AKP’li İsmet Yılmaz, eski Savunma Bakanı: "Askerler şehit olmuyorlar. Bu çocuklar aileleri şehit maaşı alabilsin diye intihar ediyorlar” dedi.

AKP’li İsmet Yılmaz: “Oyunuz kıyamet günün beraat belgeniz olacak” dedi.

AKP’li Hüseyin Çelik: “PKK birkaç Mehmet’i şehit etti diye meclisi toplayamayız” dedi.

AKP’li Gülay Özen, Alanya Kadın Kolları Başkanı: “Bütün kâfirler toplansa ne olur bizim Reis’imiz var. AKP’ye oy vermeyen kâfirdir.”  Der.

AKP’li Numan Kurtulmuş’tan küskün seçmene "23 Haziran mesajı: Önce 23 Haziranı geçelim, ondan sonra gerekirse siyasi bakımdan tövbe istiğfar ederek yanlışlıklarımızdan kurtuluruz”  dedi.

AKP’li M. Kasım Gülpınar: “AKP’ye oy verenden Allah hesap sormaz” dedi.

AKP’li İsmail Hakkı Eser, AKP Aydın İl Başkanı: “Recep Tayyip Erdoğan bizim için ikinci peygamber gibidir” dedi.

AKP’li Savcı Sayan: “Erdoğan ve Türkiye son kaledir. Erdoğan düşerse, Türkiye düşer, Kâbe, Mekke, Medine, Kudüs düşer. Mazlumların son umudu düşer” dedi

AKP’li Recep Akdağ Sağlık Bakanı Anayasayı ihlal ediyor, uyaranlara: “Sana ne lan! Evet, suç işliyorum! Sana mı soracağım? Bakanım ben!”

AKP’li Süleyman Soylu: “Allah’a yemin ederim ki Erdoğan, Türkiye’nin ilelebet lideri”

AKP’li Süleyman Soylu: “Erdoğan’ın ülkesinde bugün herkes kendisini ifade ediyor” dedi.

AKP’li Süleyman Soylu, seçim İçişleri Bakanı olarak meydanlarında: “23 Hazirandan sonra bir çatışma olabilir”  dedi.

AKP’li Taner Yıldız, Enerji Bakanı: “Eğitim seviyesi arttıkça AKP’nin oyları düşüyor” dedi.

AKP’li Kışkırtıcı Harun Muş AKP İstanbul Beyoğlu İlçe Başkanı “Kavgaysa kavga, ölümse ölüm! Kinini diri tut. Erdoğan’ın kılına zarara gelirse, yeryüzünde hiç kimse oturup rahat rahat kahvaltı bile yapamaz.” deniyordu  

AKP’li Bülent Turan: “Erdoğan sız Bülent Turan bir hiçtir. Erdoğan’la yürürsek kıymetimiz var” dedi. Yani Bülent diyor ki, “Biz hiçiz, kıymetsizi!”

AKP’li Binali Yıldırım: “İtaat et, rahat et” demişti…

AKP’li Gaziantep’in Düziçi Belediye Başkanı Ökkeş Namlı
16 Nisan’da ‘Evet’ oyu vermeyecek çalışanlarını açıkça işten atmakla tehdit edip, ‘Hayır’ oyu kullanacakları da  “terörist”  ilan etti

Ökkeş Namlı, partililere yönelik konuşmasında skandal ifadelerine “Oy vermiyorsa, AK Parti'nin ekmeğini yiyorsa haram zehir zıkkım olsun. Seçimden sonra sizlerin çoluk çocuğu dururken onları orda koyarsam namerdim” dedi.

Yine Namlı, “Hiç kimse AK Partili milletvekillerini belediye başkanlarını ilçe başkanlarını aldattığını zannetmesin. Aldatan aldatılan siz olursunuz” diyerek tehdit savururken, “Hem ekmeğini yiyip hem hastaneye gidip ondan sonra da ‘Hayırcıyım demek şerefsizliktir”  dedi.

AKP Kilis Medya Başkanı Mustafa Biberoğlu: 16 Nisan 2017 Referandumunda: “Hayır diyenin kanı şüpheli, Türk değil, Müslüman hiç değil!”  diyerek “hayır” diyecek halka böyle hakaret etti.

AKP Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, “Hayır” oyu verecekleri “terörist” olarak nitelendirdi. Bir öğrencinin ilkokul Andının yasaklanması ve devlet kurumlarından TC ibaresinin neden kaldırıldığı yönündeki sorusunu ise “Aramızda bulunan Arapların rahatsız olmaması için”  anlamsız bir biçimde yanıtlamıştır.

AKP’li Yasin Aktay, genel başkan yardımcısı Muhammed’e saygı için okunan salavatı “Recep Tayyip Erdoğan salli ala Muhammed” diyerek ezgiler söyledi…

Bilal Erdoğan: “Ezan, Viyana’yı almanın bir habercisidir” dedi.

Bilal Erdoğan, Kartal İmama Hatip Lisesi’nin 2019-2020 öğretim, eğitim yılı açılışında: “Her şeyden önce hedefimiz Peygamber efendimiz ile cennette sohbete etme şerefine nail olmak”  dedi.

Murat Alan, Yeni Akit gazetesi Haber Müdürü, Türk askerine “O hizaya gelmeyen apoletli generalleriniz hepsi Erdoğan'ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşek gibi saf tutacaklar” dedi.

Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım, Kızılay İstanbul Başkanı: “Ya eşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz” dedi.

Nuran Yıldız, AKP Gölcük Düzağaç Kadın Kolları Başkanı: “Ak Partili olmak, Erdoğan’a nikâhla bağlanmaktır” dedi.

Emine Erdoğan (Erdoğan'ın karısı): “Halife olmanın sorumluluğunu taşıyoruz” dedi.

Sümeyye Erdoğan: “Babam İslam âleminin halifesi sayılır, yolsuzluk yapmış olsa bile bunu İslamiyet için yapmıştır” der. 

İhsan Şenocak: “Türkçe Kur’an okumayın, imanınız sarsılır” dedi.

Mehtap Yılmaz, Akit yazarı: “Sayın Erdoğan emretsin 12 yıllık yuvamı yıkarım! 3 Çocuğumun gözünün yaşına bile bakmam” diyor.

Beyhan Demirci: “Recep Tayyip Erdoğan yeryüzünde Allah’ın gölgesidir” dedi.

İkbal Gürpınar: “Erdoğan’ın zevcesi olmayı isteyenleri en iyi ben anlarım, Cumhurbaşkanımız isterse sarayında zevcesi de olurum cariyesi de” demiş.

Dr. Ahmet Keşli, Cumhurbaşkanı Erdoğan için: “Cenabı Hak, mühim bir vazife ile tensip buyurdular Tayyip Bey’i" dedi. Dahi Keşli: “Cumhurbaşkanı ihlâs ve samimiyetle hareket ettiği için Allah onu muvaffak ediyor. Yani Cenabı Hak, bir vazife tensip buyurdular Tayyip Bey’e” der.

Bolu Belediye Başkanı: Belediye başkanı olarak bile görülmesinin aşağılık olacağını söyledi CHP ve kendi partisindeki milletvekillerinden dahi ayrı tutulması gerektiğini, Allah’ın bazı kişileri özel yarattığını söyleyen Yılmaz, hiç tevazu sahibi değilim, Allah bazılarını özel yaratır, bende onlardan bir tanesiyim” dedi. Siyasetçilerle aynı görünecek kadar kendimizi aşağılatamayız” dedi. "Beni Allah seçti, Ben özelim, Bana belediye başkanı denmesi bile hakarettir" Diyen bolu belediye başkanı...

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak Yazarı “Zaruret halinde halkın malını gasp etmek caizdir”  diye fetva veriyor.

Mehmet Uçum: “Evet çıkacak. Sessiz değil halkımız, gümbür gümbür bir devrim yapıyor farkında mısınız; halk kendi devletini kuruyor” diye propaganda yap.

1 Ocak 2020 Çarşamba

MUHAMMED-İ İSLAM KERBELA'DA BİTTİ



İslam’da Kavgaların Başlaması

Muhammed’den sonra İslam’ı yozlaştırdılar, Müslümanlığı tartışılır duruma getirdiler. Değil diyen beri gelsin gösterelim, işte Müslümanlar arasında akışı durmayan kan. 1400 yıldan bu yana binlerce Müslüman öldürülerek sürdü. 

Öldürüldükleri yetmezmiş gibi birde kin ve nefretin nerelere kadar uzandığına bakarsak, öldürülenlerin kemiklerin mezarlardan çıkarılarak kemiklerden dahi intikam alınarak yakıldılar, Dürüst ahlaklı Müslüman bilim insanları fikirleri yüzünden kâfirlikle suçladı, en ağır cezalara maruz kaldılar; birçokları öldürüldüler. 

Öyle ki, her "Müslüman’ım" diyen, güç ve iktidar sahibi olduğunda, dinde kendini de güçlü, her dediğinin Tanrı kabulü gibi sayılacağına hükmetti durdu İslam tarihinde. Müslüman ülkelerde iktidarı elinde tutan despotlar ne yaptılarsa, alttakiler yani cemaatler, tarikatlar onun özentilerinden farklı gelişmediler, onlarda kendi tarikatlarının, öteki tarikatlardan farklı olduğunu, kendilerinin “hak tarikatı” olduğunu söylediler durdular, öteki kendilerinden küçük tarikatların insanlarını “kâfirlikle” suçladılar, gerektiği yerde imha ettiler...

Tarihimize baktığımızda “İslam-i muhafazakâr” siyasetinin eli kanlıdır. Bunlar her daim, “Huzur İslam’da” derler, en büyük huzursuzluğun kaynağı da kendileridirler. Yani İslam tarihine kısaca bile bir baktığımızda Müslümanlar” arasında çıkan kavgaları, insan kanını donduracak kadar zalimce ve kâbus dolu bir tarihle karşılaşırız. Kin, nefret, düşmanlık, kıyım var. Gerçek olan merhamet, güzel ahlak, hak hukuk yok orada... 

Öyle her alanda çıkıp “Huzur İslam’da” diye sloganlar kullanacaksınız, öbür tarafta en küçük bir siyasi görüş farklılığı ya da ters çıkar ilişkileri olunca kanlı bıçaklı hale geleceksiniz. Hatta arabaların arka camına “huzur İslam’da” yazacaksın, trafikte ufacık bir olayda çekip belindeki silahı, ötekine kurşun yağdıracaksın öyle değil mi?

Yine, “Gönül ehli kardeşlik bağları ile bağlıyız, takva sahibiyiz, alnımız secdeye beş vakit değenlerdeniz” derler, peki neden huzur yok bütün İslam ülkelerinde? Neden Müslümanlar arasında vuku bulan kavga bir türlü yerini huzura, barışa bırakmıyor? Tarihe baktığımızda Müslümanlar arası düşmanlık, İslam’ın gerçek sahibi Muhammed’in torunu Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi, onu öldürenlerin yolundan gidilmesi midir? Hüseyin’in 72 yakını ile birlikte Kerbela'da öldürülmesi ve başı gövdesinden kesilerek ayrılıp, o kesik baş bir sopanın ucuna takarak Küfe sokaklarında dolaştıranlar ve bu acımasız kıyımı gerçekleştirenlerde kendilerini “Müslüman” olarak addedenler başkası değildi...

Harre Vakası ve Ardından Mekke’ye Saldırılar  
Bir yanda güzel şeylerini gösterirken, kötü taraflarını gizlemek İslam tarihinde vardır. Kerbela olayını yaptıran yine Yezit döneminde “Medine” şehrini üç gün boyunca yağmalayan, Muhammed’in halifelik makamında oturan Muaviye Oğlu Yezit’in ordusuydu. Bu Medine’nin yağmalanma savaşı kime karşıydı. Hiç araştırdınız mı?  Bu savaş, Muhammed’e yakınlığı ile bilinen Zübeyir’in oğlu Abdullah b. Zübeyir’e karşıydı. Tarihi rakamlar farklılık gösterse de, Abdullah b. Zübeyir isyanı sonrasında 4000 Müslüman insan bu savaşta yaşamını yitirdi. Bazı kaynaklarda bu sayıyı 10 binin üzerinde olduğuna dair yazmaktadır.

Dahi, kayıtlara “Harre Vakası” olarak geçen savaşta yüzlerce Kur’an hafızı ve onlarca sahabe yaşamını yitirdi. Bazı söylencelere göre, bu savaş sonrası üç gün boyunca kadınlara tecavüz serbest bırakılmıştır. İşte IŞİD’i üreten kaynağın ana damarları buralardandır. Ölen de öldüren de, mahrum olan da, zalim olanda, zulmedende Müslümanlardı...

Yine Abdullah b. Zübeyir’e karşı ve Mekke’yi ele geçirmek için o kutsal mekân olan Kâbe’yi ateşe veren ve mancınıklarla ateş topu atanlarda Müslümanlardı. Nerdeyse işte bu başı dönmüş Emevi hanedanlığı boyunca Müslüman muhalifleri katledenler, yaptıklarını hep İslam adını kullanarak yapmışlardır. Öldürdükleri “din kardeşleri” İdi. Gelin görün ki, en sonunda kendileri de benzer sonuçla hanedanlıkları tarumar edilmiş sonuçları, yaptıklarından farklı olmamış, acı bir biçimde bitmiştir. Tarihi kayıtlara göre “Müslüman” Abbasiler döneminde birçok Emevi halifelerinin mezarları açılmış, kemikleri çıkartılarak yakılmıştır.

M.S. 683 yılının Ağustos ayında, Harre denilen bir bölgede yapılan savaşta, Emevi kuvvetleri karşısında fazla dayanamayarak Medineliler direnişlerini sona erdirmişlerdi. Kaynaklara göre en az seksen kadar sahabenin (Muhammed dostları) de aralarında bulunduğu çok sayıda insanları öldürdüler. Dahi, Medine’de on bine yakın Müslüman katledildi. Ancak yaşanan felaket bununla kalmadı.

Emevi komutanı Müslim bin Ukbe, Yezidi’n emriyle işgal ettikleri Medine'yi askerlerine üç gün süreç içinde, başta kadın ve kızların ırzlarına geçmek dâhil, her şeyi gasp etmelerini “mubah” kıldı. Emevi ordusuna “helal” denildi, Medineli Müslümanların evlerine zorla girdiler, mal mülk, eşya, para ne buldularsa ellerinden aldılar, yetmedi, üç gün boyunca kadınlarım kızların ırzlarına geçtiler. Karşı koymak isteyen insanları dövdüler, öldürdüler.

En açı verici tarafı nedir derseniz; Medineli, babalar o yıl kızlarını kocaya verirlerken kızlık garantisi vermediler. Dahi, tecavüze uğrayan kadın ve kızların birçoğu 9 ay sonra arka arkasına çocuklar doğurdular. Medineliler bu çocuklar için, “Herre Çocukları”, “Herre Piçleri” adıyla andılar. Birçok kadın ve kızlar ise “ganimet olarak” alındılar; evlerinden yurtlarından götürdüler.

İslam’ın Peygamberi Muhammed, oysa: Ey Allah’ım! Hz. İbrahim Mekke'yi haram kıldığı gibi, ben de Medine'yi iki dağı arasıyla haram kılıyorum" diye dualar etmişti. Hz. Peygamber, yaşadığı şehrin bu özelliğini vurgulamıştı.

M.S.683, Muhammed’in ölümünden 50 yıl sonra bütün bu zalimlikler Yezit tarafından yapılırken, yetmez, Emevi orduları Medine’den Mekke üzerine göndertir. Ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır ve geberir gider. Onun yerine zalimlikle (valilik döneminde 200 bin kişinin ölümünden sorumlu olduğundan) anılan “Haccac” komutanlığa getirilir. Mekke’yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehre taş ve ateş yağmuruna tutar. Atılan bunca taşlarla Kâbe yıkılır! Hacca’ın uzun süredir kuşatması altında bulunan Mekke halkı aç ve susuz kalır.

Yezit münafığı, Muhammed’in halifelik koltuğunda oturarak, Bedir’de öldürülen yakın akrabaları olan müşriklerin intikamının alındığına dair şiir okur. Emir verip yaptırdığı Müslüman katliamlarını bir zafer olarak övünç kaynağı yapar. Eğlenmek için av partisi düzenler. Dağda atının arkasından tek başına gider. Ancak kamp yerine at yalınız döndüğünde, Yezit alçağı attan düşmüş, ayağı üzengiye takılı kaldığından, at onu sürükleyerek vücudu parçalanarak M.S.683’te geberip gitmiştir. Daha kısa süre önce öldürttüğü şehitlere rahmet, Yezit zalimine lanet diyelim gitsin…

Yezit’in ölüm haberiyle, Mekke kuşatması sırasında geldiğinden Emevi ordusu geri döndü. Böylece Mekkeliler Medineli Müslümanların akıbetine uğramaktan kurtuldular. Mekkelilerin önderi Abdullah bin Zübeyir, harap olmuş Kâbe’yi temellerine kadar yıktırıp yeniden inşa ettirdi.

M.S. 692’de Emevi halifesi Abdülmelik'in döneminde Haccac'ın yeniden saldırısından Mekkeliler kurtulamadılar. Kâbe yine mancınıklarla yeniden dövüldü ve zarar gördü. Müslümanlar açlıktan günlerce sefalet içinde kaldılar. Zalim Halim Haccac, aç kalan Mekke Müslümanlarını aşağılamak için Mekke’ye mancınıkla hayvan leşlerini attırır. Halk köpek leşlerini bile yemek zorunda kalır. Bulaşıcı hastalıklar yayılır. Mekke emiri Abdullah bin Zübeyir, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder Haccac ordusuna karşı savaşır ve bir süre sonra çatışmada şehit düşer. Vahşi bir biçimde kafası kesilerek gövdesinden ayırırlar ve Şam’a gönderilir. Zalim Haccac, Mekke’de katliamlarını sürdürür ve harabeye çevirdiği Kâbe’yi ateşe vererek yaktırmıştır.

Kur’an Bakara 2/125: "Hani biz Kâbe’yi insanlara vaktiyle bir sevap mahalli ve emin bir sığınak yapmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim'den namaz kılacak bir yer edinin." Dediği halde korunamadı Kâbe.

Muhammed’den Tirmizi, Tefsir, Hac, 3180’daki hadiste: "Yani yüce Allah Kâbe'ye el-Atık adını verdi. Çünkü onu despotların şerrinden korumuştur. Hiçbir zaman bir zorba ona galebe edemedi" demiş.

Kerbela ve Yezit Mezarı
Hüseyin'in şehit edilmesinden sonra Peygamberimizin torununun intikamını almak için ayaklanmalar çıktı. Daha sonraki yıllarda da Emeviler'e hemen her dönemde lanet edildi. Emevi halifelerinin mezarları tarumar edildi. Kerbela dramının baş sorumlusu olan
Yezit, çölde büyümüş, eğlence ve sefahat içinde yaşamıştı. Muaviye ölmeden önce oğlu için halkın büyük kısmının biatini almıştı. Bu yüzden Yezit babasının ölümünün ardından Şam'da kendini halife ilân etti. Yezit, otoritesini tesis için ilk iş olarak Muhammedin sevgili torunu Hüseyin ve ailesini Kerbela'da şehit ederek işe başladı. Hüseyin'in şehit edilişine tepki koyan ve haklı isyana kalkan Müslümanlara karşı  isyanları bastırmak için Medine’yi bastırdı. Baskında Mekke'yi yakıp yıktılar; harap ettiler. Yezit babasından devraldığı iktidarını üç yıl sürdüren Yezit 39 yaşında öldü. İslam dünyasında en çok hem Sünniler, hem de Sünniler tarafından lanet okunan kişi olarak Şeytandan sonra Yezit olmuştur ve hala okunmaktadır...

M.S. 1400'lü yılların Aksak Timur, Ortadoğu seferinde, Yezit’i mezarında bile rahat bırakmaz, söktürür Şam’daki mezarından kemiklerini çıkartır, kemiklerini yaktırır. Mezarının yerin de askerlerine kenef yaptırır. Dahi, Timur, onun mezarına yakın duran Şamlıları da kılıçtan geçirir.

Yezit ve Kişiliği
Yezit; kanun, kural, düzen, din iman, Kur’an tanımaz; hak, hukuk bilmez, becerileri kötülük üzerine düzenbazlık yapan, riyakâr, hilekâr, babası Muaviye gibi kurnaz, kirli kokuşmuş bir despot zulmü, nekesliği ve namertliği temsil eden taş yürekli serseri ayyaşın tekiydi. Ondan şefkat, adalet, merhamet, sadakat ve insanlık beklemek boşunaydı. Çünkü o azgın yetişmiş, terbiye edilmemiş, insan davranışlarına göre olmayan hareketleri ile İslam’a en büyük kötülüğü yapan lanetli bir kişiliğe sahipti...

Yezit, sadece peygamber ailesine zulmetmekle kalmamış, Peygamber'in mescit ve mezarını, ashabının kanıyla kızıla boyamış, ırzları da dâhil, Peygamber ashabının her şeyini askerlerine mubah kılmıştı. Bununla da yetinmeyip Allah'ın beyti, Müslümanların kıblesi Kâbe'yi mancınıkla taş yağmuruna tutup ateşe vermişti.

Ve Yezit; içindeki kin ve nefreti İslam'ın Peygamberi Muhammed’e yönelikti. Bunu ona veren içinde beslediği kindi. Bu kin, Bedir Savaşında öldürülen müşrik dedelerinin intikamı ile yanıp tutuşmasından kaynaklanıyordu. Muhammed’in Ehl-i Beytini (hane halkını) kılıçtan geçirterek intikam aldığı açıktı. Bunu yaptı ve yaptığı zalimliklerden dolayı mutlu ve şendi. Muhammed'in makamı Halifelik tahtına kurulmuş, "müşrik atalarının intikamını nasıl alındığını pervasızca şarabını yudumlayarak küstahça şiirler söylüyordu." (*) 
Selman ZEBİL 

(*) Abdullah b. ez-Zeb'ari’den küstahça şiirler söylediği aktarılır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Mehmet Bahaüddin Varol, “Harre Vakası.”
Halil İbrahim Er, “İslam’da Siyasal Düşüncenin Doğuşu”, Sorun yayınları.
Aydın Tonga, “Kapital İslam’ın Temeli Muaviye”, Doğu Kitapevi.

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...