GASPIRALI İSMAİL (1851-1914)
Gaspıralı İsmail, Kırım-Bahçesaray’a iki saatlik aradaki Avcıköy’de dünyaya geldi. 1853-1856, Kırım Savaşı bütün şiddetiyle süren dönemde geçen çocukluğu Kırım-Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray’dır. Orada Türk kültüründen silinmez izler bırakan evler, sokaklar, Hansarayı, hanlar, camiler olmuştur. İsmail Bey daha 10 yaşındayken Akmescit Lisesine gönderilir. Orada iki yıl kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askeri okula gönderilir. Daha sonra, Moskova Askeri İdaresi’ne gitti. Gaspıralı İsmail’in o dönemde en çok etkisinde kaldığı Rusların Türk karşıtlığından beslenen Panslavizm siyaseti olur. İsmail Bey, bu tutuma karşı kor ve bu yüzden okuldan ayrılır. Oradan ayrıldıktan sonra İsmail Bey, Zincirli Medresede Rusça öğretmeni olarak göreve başlar. Bu görevi sırasında da bolca kitaplar okuyarak zenginleştirir fikirlerini.
İsmail Bey, zenginleşen kafasında oluşmaya başlayan fikirlerini çalıştığı medresede uygulamaya çalışır. “Yenilikçi” fikirlerini “usul-ü Cedit” (yeni metotlar) ile öğrencilerini bilinçlendirir.
İsmail Bey’in en büyük hedeflerinden biri, İstanbul’a gelerek subay olmak ister. Yarıda bıraktığı eğitiminin subay olmaya engel olacağını düşünerek, eğitimini tamamlamak üzere 1871 yılında Paris’e gider. 1874 yılına kadar Paris’te kalır ve İstanbul’a döner ama isteği olan subaylığa ulaşamaz. 1875 kışında Kırım’a döner. 1878 yılında Bahçesaray Belediye Başkanlığına seçilir. Bu görevi sayesinde idealindeki yenilikçi görüşlerini uygulayacağını sanıyordu ama çok engellerle karşılaştı.
Gerçekte bütün uygulamaları Türk birliğinin daha ileri bir merhalesi olarak İslamcı bir nitelikte taşıdığı gerçeği vardı. Yani, fikir yapısı Türkçü olduğu kadar, İslamcı bir niteliği de vardı. Nitekim 1907 yılında, Kahire’deki “İslam Kongresi” toplayabilmek için büyük güç sarf ettiği bilinmektedir. Yine 1910 yılında Hindistan’a gider ve orada Bombay’da “Encümen-i İslamiye” toplantısına katılarak görüşlerini anlatır.
Gaspıralı İsmail, Meşrutiyetin ilanından sonra 1909’da tekrar İstanbul’a döner ve İstanbul da dönüşü büyük bir heyecanla karşılanır. Türkiye Türklüğüne büyük bir ilgi duyarak sarılan İsmail Bey, Kırım’da Rus basına karşı Türkiye’yi savunmaktan Türkiye aleyhindeki yazılara yanıt vermekten asla çekinmemiştir. 1. Dünya Savaşı arifesinde tekrar İstanbul’a gelen İsmail Bey, Türkiye’nin savaşa girmemesi konusunda uyarmalar yapar ama dinletemez...
Gaspıralı İsmail Bey’in Seçme Bazı Sözleri ve Görüşleri:
“...İngilizler Müslüman halklara uyguladıkları kötü muameleye Rusya’da çok az adam aşinadır. Bu sistem çok iyi düşünülmüş olabilir; amma onu, İngiliz kibirliliği ve soğukluluğu bozuyor. Eğer İngilizler de Ruslar gibi uyumlu, sade yaratılışlı olsalardı, tamah ve açgözlülüklerine rağmen Doğu onlara meftun olurdu.
İngilizler son zamanlara kadar, güya Halife ve Müslümanların dostu olarak doğuda ilerlediler. Onlar Fas’ı Fransa’dan, İspanya’dan koruduklarına; Halife’yi İran ve Rusya’ya karşı daima müdafaa ettiklerine; Mısır’ı Fransa pençesinden kurtarmak için geçici olarak zapt ettiklerine; Hindistan’da hâkim değil, yerli mihracelerin ve halkların dostu olduklarına Doğuya inandırmışlardı.
İngilizler kendi fikirlerince, Müslümanları daha fazla inandırmak için “Hindistan Müslüman ülkesidir ve bu ülke Müslümanları, Britanya hâkimiyeti ile ulaştırılmalıdır”
Diyerek Mekke Şerifinden fetva almağa bile Muvaffak oldular. “Siz bize ticari imtiyazlar veriniz, bizde sizin taç ve tahtınıza, Kur’an’ınıza dokunmayarak, sizi koruyup uygarlığın nimetleriyle ihtiyacınızı karşılayalım” derler.
...Ermenistan’la ilgili çevrilen dolaplar, Türkiye’yi sıkıştırmak, onu reformlar yapmaya ve halka özgür müesseseler vermeye zorlamak isteği ile izah edilir. Aynı zamanda İngilizler, olayları kasıtlı olarak tahrif ederek Rusların, Müslümanlar ve tüm Müslümanlar için “iflah olmayan düşman” olduklarına Müslümanları inandırıyorlar. Ama Ermeni olayları ve Mısır’ın çok uzun süreli korunması İngiliz oyununun üzerindeki perdeyi kaldırdı ve Doğu, İngiliz dostluğunun tüm tarihine eleştirici bir gözle bakmaya başladı” der Gaspıralı Seçilmiş Eserleri S. 130- 140
Gaspıralı İsmail ve Kadınlar Hakkında Görüşleri
O, bir toplumun gelişmişlik düzeyini kadınların gelişmişlik düzeyiyle kıyaslar. Kadınları aydınlatmak ve çağdaş yaşama katmak için “Âlem-i Nisyan” (Kadınlar Dünyası) adında bir gazete çıkarır ve çalışmalarına ortak ettiği kızı Şefika Hanımı başına getirir. Çocuklar için “Âlem-i Sübyan” (Çocuklar Dünyası) yayımlar. Gaspıralı yıllar içinde “Şafak”, “Tonguç”, “Tan Yıldızı”, “Kamer, Mirat-ı Cedit” (Yenilik Aynası), “Tercüman” gibi gazete ve broşürler yayımlar.
Bunlarla da yetinmez, Rusya’daki bütün Türkleri örgütlemek için Müslüman-Türk Kongresi’nin kuruluşuna önayak olur. Bu kongrelerin etkisi Türkiye’ye de yansır. Kırım ve Kafkasya kökenli olan birçok aydın, Osmanlı topraklarında “Türkçü-Halkçı-Sosyalist” akım içinde etkin roller üstlenirler. Gaspıralı, aynı zamanda akrabası olan Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin Resulzade, Sadri Maksude Aksal gibi Türkçü-halkçı aydınlarla da sürekli görüş alışverişinde bulunur. Dahi, Gaspıralı, Türk insanını aydınlatmak için birçok siyasi, toplumsal ve kültürel içerikli makaleler yazar…
“...Dünyada ne kadar er kişi var ise o kadar da kadın-kız vardır. Bundan böyle insanlığın yarısı kadınlar olduğu halde rahat, saadet ve mutluluğa, insanlar açısından kadınların ne kadar önemli oldukları anlaşılıyor.
Eğer kadınların kötü oldukları hükmedilirse, yarım dünyanın kötü olduğuna hükmedilmiş olur. Eğer kadınların iyi olduğu hükmedilirse yarım dünyanın iyiliğine hükmedilmiş olur.
Gerçekten de bir şehrin, vilayetin cemaati veyahut milletin kadınları cahil ise, toplumun ve ümmetin yarısı cahil olması lazım geliyor. İnsanoğlunun yarısını oluşturan kadınların ne kadar büyük tesirleri olduğu azıcık mülahaza ve tefekkür (düşünmek) tayin ve beyan olunur.
‘Biz kadınız; bizde ne iş ne ehemmiyet vardır’ deyip hata etmeyiniz. Dünyanın ve beni âdemin tam yarısı olmanın dışında, bazı konularda er kişilerden daha büyük derece de bulunuyorsunuz... İnsanı doğuran, doğurduktan sonra büyüten, besleyen, dil öğreten, terbiye eden, bilgi ve ahlak güzelliği bakımından olgunlaştıran sizlersiniz. Bundan dolayı kadınlar ‘insancıklar’ değildir. Her biri koca bir insandır. İnsanlığa pek büyük hizmet eden insandır.
...Malumdur, bir milletin kadınları sağlam vücutlu, namuslu, çalışkan, bilgili olursa, bütün milli yapı dahi kavi bedenli, namuslu, gayretli ve âlim olur. Bunun aksi olarak kadınları zayıf, namussuz, gayretsiz cahil olarak milletin bireyleri dahi bu noksanlıkları taşımaktadır.
Dişi insanları üç büyük görevi vardır: Biri kadınlık, biri analık, biri eşliktir...
Fakat erlerinde böylece üç görevi vardır: Biri kocalık, biri atalık, biri eşliktir...
Bunun için diyoruz ki, kadınlar büyüktürler; insan topluluğunun hem yarısı hem esasıdır.
...Kocaya varan bir kadın çocuk doğurur, ana olur. Bu konu daha büyük bir konudur. Kadınlık analık ile kemal bulur, analık ile güzelliğe erer. Kadın evin gülü ise, ana cennetidir. Çocuğuna bakmak, emdirmek, terbiye etmek, dünyada öncelikle bilinmesi gerekenleri öğretmek ananın borcudur...
...Kadınlar insan olduğundan ve insan evladı terbiye edeceğinden dişi hayvan gibi cahil ve bilgisiz kalsalar dünya ve ömür fena olur. Eğitim ve bilgi bütün Müslim (erkekler için) ve Müslime’ye (kadınlar için) farz edilmiştir. Biraz düşünülürse bunun yüceliği ve değeri anlaşılır.” Der Gaspıralı İsmail, Seçilmiş Eserleri Ş. 287- 88- 89- 90 Ötügen Yayınları
Gaspıralı İsmail’in çağdaşlaşma hakkındaki görüşleri: “Muhafazakârcılık, Kadimcilik, ceditçilik ve yenilikçilik...
“...İstanbul’da önceleri bulunmayan mühendislik mektebi tesis edip (yenilikçi sultan Mahmut) İstanbul’da bulamadığı öğretmenleri ve ustaları Avrupa’dan getirmesi ve devre göre gereken yeniliklere, yüce şeriata aykırı ve geçmiş kuşaklara ihanet sayılır cahilce bağnazlık, eskiye bağlılık. Toplumsal, ekonomik, kanun ve kurallardan habersiz yaşayan doğulular, ‘bu bize gerekli değildir, bu bize yaraşmaz, geçmiş kuşaklar böyle etmişler; şeriat bunu kabul etmez. Varsın kâfirler kazansın, bize eldeki yeter’ diye manasız dayandırmalarla cahil halka yakışır tarzda savsatalar ile insan hayatı için gerekli olan, çağa göre gerekli tekbirlerden açıkta kaldığımız alandadır...”
İslam dünyasını kaplamış gericilik ve bağnazlığın sonuçlarına bakıldıkça kan ağlamak olası değildir. İpten iğneye kadar, kalemden kâğıda kadar, gömlekten başımızdaki sarığa kadar kullandığımız hep eşya yabancı üretimdir. Türkiye’de bir deyim vardır, adına atasözü derler ‘asılırsan İngiliz ipiyle asıl’ diye çarpıcı bir deyiş, ipin bile dışarıdan geldiği gerçeği.
...Cava’dan (Endonezya) Mağribe (Fas) kadar kamçı, yumruk, çizme, ökçe yiyoruz, hayvan suretinde kullanılıyoruz. Han ya da Şah namlılarını almış, iki gözü kör olmuş müstebitlerimiz (despotlar) bir ecnebi yüzbaşı gördük de kalkıp el kavuşturmaya mecbur bulunuyorlar da bizler yine de bir şeyler diyemiyoruz, hissetmiyoruz. Böyle lazımdır sanıyoruz...
...Utanılacak ve esef edilecek bu hallerimizi başka anlama çekme ve yorumsuz bırakmıyorlar. ‘Allah böyle uygun görmüş, bu haller bir günah karşılığı, bağışlama sebebi’ imiş. Eğer millette azıcık çaba, ısrarla gayret gösterme belirtisi kalmış ise bunu dahi bilerek değil, cahil ve gaflet ile çürütüp ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunun ile beraber, güya müdafaa ettikleri din ve şeriatı batırmakta olduklarından haberleri olmuyor.
...Bizim Rusya ve Maveraünnehir muhafazakârları şu derece gafil ve cahildirler ki, asrımızın en büyük bilginleri olan Şeyh Cemalettin Afgan-i, Şeyh Muhammed, Abdullah-i Mısri, Manastırlı İsmail Hakkı gibi ünlü bilginlere nazar-ı hakaret ile bakıyorlar...
Başka bir deyişle, muhafazakârlık toplumsal kanunlara ve mantığa dayanırsa ziyan etmediği ve bazı sıralarda ecelden men ederek vatan ve millete fayda getirdiği görülmüştür. Lakin İslam dünyasında, Batı da olduğu gibi içtimai, siyasi muhafazakâr yoktur. Ancak aşırı gericilik ve tutuculuk vardır. Şöyle ki, etkileme gücü ve hareketlerinden koruma değil, milli düşüş ve çöküş geliyor.” Aynı Yapıt S.272- 286
Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz...
Türk dünyasının öncü ışıklarından olan Gaspıralı İsmail 1907’de, Tükenmiş bir ulusun yoluna devam etmesi için, Türklerin yapmasını istediği Mısır’da yankı uyandıran bir konuşmasının bir bölümü şöyle:
“...Şimaldeki (kuzey) Kazan’dan, Cenup’taki (güney) Mısır’a. Mağrip ’teki (batı) Fas’tan, Şark’taki (doğu) Java’ya nazarı teftişle (dikkatli inceleyerek) bakılırsa millet-i İslam-iye (İslam milletleri) asarı tem ed dünden ve irtikalden (yüksek dereceye çıkma) ziyade asarı tedend-i (aşağılama, gerileme) görülecektir. Medreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. (...) Hüner; marifetle hâsıl (ortaya çıkan, görünen) ettiğimiz şey pek azdır. Bereketli topraklarımızda birçok şeyler hâsıl ediyor. (...) Bunları nakleden ecnebi (yaban) gemicilere vermeye mecburuz...
...Hazerat (saygı duyulmak üzere büyüklere verilen unvan, hazret) ‘Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz’ ile bugün dünyada ömür sürmek mümkün ise yarın böyle haybeci geçinmek ve rızk kesp etmek mümkün olmayacaktır. Bu miskinlik, bu faaliyetsizlik, bu hünersizlik bizleri bitirecektir. Ecnebisizlik ve yalını Müslüman işçileriyle İslam hükümetlerinde iş göremiyorlar. Demir yolu, liman rıhtımı, kanal, fabrika tesis olunacaksa ecnebi mühendislerine muhtaç oluyoruz...
...Umumi İslam’ın teessüflü (kederli, tasalı, acımalı) bu haline sebep nedir? Maarifsizlik, (eğitim) cahil denilirse bunların sebebi nedir suali geliyor (...) Demek istiyorum ki, Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı İslam-iyenin (İslam ulusları) bugünkü düşkünlüğü hilkat (yaratılış) ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün (uygarlaşma) yollarımızı kestiren ‘din-i Mübin-i İslam mı?’ İşsizlik, sanatsızlık, nadanlık (bilmezlik, cahillik) hep bizde fikir ve akıl hareketsizliği, yani Şark (doğu) âleminde bir fikir, bir eser edip zuhuruna (varlığına) karşı Garp (batı) âleminde yüz fikir, yüz eser ve yüz edip (bilgin) baş gösterdiği ilave olunursa halimiz ne kadar müşkül (zor) olduğu daha güzel anlaşılmış olur...” Der.
Yüz yıldan fazla bir zaman geçmiş Gaspıra’lının Mısır’da yankı uyandıran yukarıdaki sözlerini söyleyeli. O günden bu günümüze ne değişti ki? İslam âlemi günümüzde bile değişikliğe iki adım bile atamadı. Yağmurdan yağan suyu içti, yerden biten otları yedi durdu. Batıya hep kuşkuyla baktı durdu, batının geliştirdiği teknolojiye gıpta etti durdu, kızdı, öfkelendi Batısız da edemedi...
Gaspıralı İsmail Bey, 11 Eylül 1914 Cuma günü Kırım-Bahçesaray’da vefat etti. Ertesi günü muhteşem bir kalabalıkla muhteşem bir cenaze töreni düzenlenerek Mengligiray Han Türbesi yanındaki toprağa verildi.