4 Ocak 2025 Cumartesi

TÜRK DESTANLARINDA AĞAÇ ve AĞAÇ KÜLTÜ 3. BÖLÜM

Osmanlının Kurucusu Osman Bey’in Ağaç Görmesi Hakkında Rüyası

Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine ait tarihi kayıtlar ve menkıbelerde de ağaç kültü konulu yeterli bilgi vermektedir. Bu konuda ünlü bir rivayete göre, Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey' in Şeyh Edebali’nin evinde gördüğü ağaç rüyasıdır. Bu rüyada Osman Bey kendisini Şeyh'in yanında yatıyor görür. Bu sırada Edebali'nin koynundan bir ay doğar ve dolunay durumuna gelince kendi koynuna girer. Daha sonra Osman Bey'in belinden bir ağaç çıkarak yükselir ve büyüdükçe yeşillenir. Dallarının gölgesi ile bütün dünyayı örter. Ağacın yanında dört sıra dağlar görülür. Bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardır. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna ırmakları çıkmaktadır. Vadilerin her tarafında kentler vardır. Ağacın yaprakları kılıç gibi uzamaya başlar ve rüzgârın etkisi ile İstanbul şehrine yönelir. Şehir, iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki zümrüt arasına oturtulmuş bir elmas yüzük manzarası alır. Osman yüzüğü takarken uyanır. Öyle anlaşılıyor ki,' bu rüyada atalar ruhuna bağlı ağaç kültü, devlet birliğini, devletin kurulup genişlemesini anlatan bir sembol olur. Türklerin bilinçaltında biçimlenerek geleneklerde yansımaları görülmektedir.

Kanıkey'in gördüğü Manas’ın diriliş rüyası da Şamanizm’in ay, güneş ve ağaç Rüyada ağaç motifini görmek, Müslüman Kırgızların Manas Destanı'nda da bulmakta. Bu destanda Manas'ın zehirlenerek öldürülmesinden sonra, karısı özellikle Orada kutsal kavak (kayın) ağacı motifleri çevresinde gelişmiştir. Bu rüya Kam-Şaman inancının bakiyesi olarak İslami bir kılıfa bürünmüş durumudur. (1)

Ağaç kültünün belirgin izlerini Anadolu'nun ilk ve daha sonraki edebi yapıtlarda da görüyoruz. 13. yüzyıl ozanı Yunus Emre'de Şamanizm’in ağaçla söyleşme motifi Tasavvuf ilkesiyle yoğrularak Tanrıya uzanan bir sonsuzluk sembolü haline gelir.

İşte Yunus Emre’de bu Ağaç Konusunda Bir Deyiş:
Giderildüm ben yol sıra yavlak uzamış bir ağaç
Böyle latif böyle şirin gönlüm eydür birkaç sır aç,

Ağaç karır devran döner kuş budağa bir kez konar
Dalhı sana kuş konmamış ne gügercin ne hod dürrac
Bir gün sana zeval ire yüce kadün ine yire
Budaklarun oda gire kaynaya kazan, kıza saç
Yunus indi sen bir nice, eksüklüğün yüz bin anca
Kuru ağaca yol sorıca teferrüclen yoluna geç (2)

Eski Oğuz boylarının yaşayış tarzını kaleme alan Dede Korkut hikayeleri, Anadolu bölgesinde 15-16. yüzyıllarda yazıya benzer hikayeler geçirildiğin anlaşılır.

Ata kültüne bağlı ağaç motifinin Anadolu'da 16. yüzyıl Tasavvufi halk edebiyatının büyük temsilcileri arasında olan Pir Sultan Abdal'a kadar uzandığı görülüyor.

Diyor ki:
Öt benim sarı taroburarn
Senin aslın ağaçtandır
Ağaç dirsem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçtandır

Yeter Pir Sultanım yeter
Dertlilere derman katar
Türlü türlü meyve biter
O da yine ağaçtandır

Dörtlüğü ile biten deyiş, bütün özellikleri ile ağacın kutsallığını dile getirmektedir.

Eski Türklerdeki Ağaç Kültünün İslami dönemlerde sürdüğü destanları incelendiği anda, inanç, gelenek ve törelere yabancı olmadıkları görülür. Bunda en açık biçimde Dede Korkut hikayelerinde Kam-Şamanizm’e ait birçok ögeler yanında, ağaç kültünün belirgin izleri de yer alır. Bu hikayeler okundukça, kişide öyle bir izlenimler bırakıyor ki, sanki Korkut Ata Müslümanlık ile Kam-Şaman inancından bir Türk. Ancak ayrıntılara girdikçe ise, ortaya Şamanizm’in İslam ile birbirleri içine girip kaynaştıran bir usta, bir eren rolü içinde olduğu görülür.

Oğuzlar konusunda dile getirdiği destanlarında, Korkut Ata'nın Oğuz Han için “Yön vireyim o anum: Yirlü kara tagun yıkılmasun, kölgelüce kaba ağacun kesülmesün...” diye başlayan dua faslındaki kaba ağaç, Şamanizm’in kutsal kayın ağacından başkası değildir.

Bir başka; “Salur Kazan'ın evinin yağmalandığı” hikayesinde, düşmanlar Kazan'ın oğlu Uruz’u bir ağaca asarak idam etmek üzere kanara (mezbaha) dibine götürdüklerinde, Uruz, böyle kötü bir işe aracılık etmeyi yakıştıramadığı ağaçla söyleşmek ister ve ağaca şöyle seslenir:

Ağaç, ağaç dir isem sana erilenme ağaç
Mekke ile Medinenün kapusı ağaç
Musa Kelimün asası ağaç
Böyük böyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerün gimisi ağaç
Şah-ı merdan Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç

Başun ala bakar olsam başsuz ağaç
Dibün ala bakar olsam dipsüz ağaç
Mini sana asarlar götürmegil ağaç
Götürecek olur isen yigitligüm seni tutsun ağaç.


Türkler Müslümanlaşırlarken geleneksel ağaç kültünü İslam ile bağdaştırmaları!
Bu soylamadaki Musa Kerim, Şah-ı Merdan, Mekke, Medine gibi İslami ögeler çıkarıldığında, Altay Şamanistlerinin kutsal ağaçlar için söyledikleri ilahilerden farkı kalmıyor. (3)

Yine “Basat'ın Depegöz”ü öldürdüğü hikayesinde de Depegöz, Uruz oğlu
Basat'tan yerini, hanının kim olduğunu, ak sakallı babasının adını ve kendi adını sorduğunda Basat'ın:

Kırış güni öndin depen alpumuz
Ulaşoğlu Salur Kazan
Atan adın sorar olsan Kaba ağaç
Anam adın dir isen Kağan Aslan


Menüm adum dir-isen Aruz oğlu Basat’dur (4) şeklindeki yanıtı da ağaç kültünün belirgin izlerini yansıttığı görülmektedir. Dede Korkut’taki buna benzer türlü örnekler daha da çoğaltılabilir.

Kaba ağaçtan türeme motifi Bamsı Beyrek hikayesinde de görülmektedir. Beyrek'in kız kardeşinin 16 yıllık esaretten dönen erkek kardeşi ile yaptığı söyleşmede geçenler ise:

Karşu yatan kara tagum yıkılupdur
Ozan senün haberün yok!
Kölgelüce kaba ağacum kesilüptür
Ozan senün haberün yok! deyişi ve


Bamsı Beyrek’in Kazan Bey'e soylamasındaki:

Alan sabah durmuşsın,
Ağ ormana girmişsin
Ak kavağın budağından
Yırgayuban kiçmişsin,


Sözleri de bu motifin ne kadar canlı olduğunu gösteriyor. (5)

Dede Korkut’taki örnekler dahası, Evliya Çelebi de Seyahatname adlı yapıtında Kafkasya’daki seyahatini anlatırken “ağaca tapan âdem kavmi” ve taptıkları ağaç hakkında bilgi vermektedir. Yapıtındaki açıklamalarda “Ademi kavmi” dediği toplum Nogay ve Dağıstan Müslümanları olduğu tahmin edilmekte olup, bu insanların her yıl bir ağacın altına gelerek, etrafında defalarca ve yığınlarca balmumu ve yıl mumu yakıp aydınlatarak ağaca taptıklarını bildiriyor. (6) Buna benzer bir inanç Şamlar köyünde ulu ağaç altında toplanmak, orada aş dökmek töresi vardır.

Ağaç kültü ile ilgili kutsal inanışlar ve koruyuculuğu Orta Asya Müslüman Türklerin de olsun, Anadolu ve Rumeli bölgelerinde yaşayan Türklerde olsun, halk geleneğinde bugün bile bütün canlılığını korumakta olup, sürdürülmektedir. Türklerin yaşadıkları nerdeyse bütün bölgelerde dualar edilerek, dilekler dileyerek ağaç dallarına bezler bağlanmış, ağaçlar görülür. Bunun İslam ile ilgisi olmayıp, Türklerin ata ruhlarına yapılan nezir ve dileklerin sürdürülmesidir. Hatta yer yer bu inanışı İslam ile harmanlayıp sentez yaparak Müslümanlığın “evliyalar, erenler, dedeler, Babalar, Şeyhler, Dervişler” gibi Türk kültüründen taşınıp, İslam inancı ile kaynaşıp özdeştirilmiş, dahi, mezarları ziyaret etmek, mezarlara bezler bağlayarak dilek tutmak biçimine dönüşmüştür.

Çocuğu olmayanların ağaçlara çaput bağlayıp dilek dilemeleri…
Abdülkadir İnan, Batı Türkistan Müslümanları arasında, Semerkant yakınındaki Çoban Ata tepesinde yapılan bir dini törenden sonra, herkesin ağaçlara bezler bağladığını kendisinin gördüğünü bildiriyor. Yanında bulunan bir Özbek’ten de bu geleneğin daha başka örneklerini dinlemiştir. Kendisine Hocant kenti dolaylarında Evliya-tirek (evliya kavak) denilen bir kavak ağacına çocuğu olmayan kadınların bez bağlayarak dua ettiklerini; Ürgüt kasabası yakınındaki Hazreti Beşir mezarının yanında bulunan çınar ağacının kutsal sayıldığını, bu ağaca bağlanan bezlerin çokluğu yüzünden ağacın dallarının görünmez olduğu anlatılmış. (7)

Buna benzer geleneklerin Kam-Şaman inancından kalma olup, Anadolu halkı arasında da bütün canlılığı ile aynen sürmektedir. Şamlar köyünde de sürmektedir. İğde dalından boncuk yapılması geleneği…

Bazı bölgelerde küçük bebekler elbiselerinin omuzlarına nazar boncuğu ile birlikte 2-3 santim, ortası delinmiş, kutsal iğde ağacı dallarından yapılış boncuk haline getirilmiş ide dikerler. Ayrıca yine kutsal sayılan iğde meyvesi çekirdeğinden yapılma, ortasından bir delik delinerek boncuk haline getirilerek çocuklara nazar değmesin, nazarı önlesin diye dikerler. Bu benzer biçimde Şamlar köyünde uygulanmaktadır. Bu gelenekte Türklerin kutsal geleneklerindendir. 
Selman Zebil 3 Ocak 2025 

Kaynaklar:
(1) Arzu Erdoğan Öztürk, “Kanıkey Rüyası”; Sabahat Deniz, “Manas Destanında Rüya”; Emine Gürsoy Naskali, Bozkırdan Bağımsızlığa, TDK yay. 1995, s.269-27l.
(2) Faruk K. Timurtaş, “Yunus Emre Divanı”, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları Ankara, 1986, s.S3.
(3) Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”, 1, TDK yay., Ankara, 1994, s. 108.
(4) Abdülkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, s. 53
(5) Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı”, s.214.
(6) Muharrem Ergin, “Dede Korkut”, s. 140, 144; Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudum Kitabı, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı yayınları İstanbul, 1977, s. 51
(7) Abdülkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, s. 22-23. 23





 

3 Ocak 2025 Cuma

TÜRKLERDE AĞAÇ KÜLTÜ 2. BÖLÜM

 



Türklerde Ağaçlar ve Ağaç Kültü 

Türk çeşitli kavimlere ayrılmış Ural-Altay diller topluluğundan olup, Asya’dan Avrupa’ya Ortadoğu’ya Kafkaslara kadar geniş alanlara dağılarak yayılmış bir topluluk olarak inanç biçimlerinin en başından Kam-Şaman inancı olup, Budizm, Manihaizm, Brahmanizm, Natürellik, Musevilik en son olarak ta çoğunluğu Müslümanlık gibi dinleri kabul etmiş bir ulustur. En eski dinleri Şamanizm’e bağlı oldukları bilinen, Şamanizm toplumlarından totemizm döneminin ağırlıklı inançları içinde doğa kültü, doğa güçleri ön sırada yer alır.

Yani, Türkler doğa güçlerinin kutsallıklarına inanıyorlardı. Şamanizm’de doğa güçleri içinde ulu dağlar, ulu ormanlar, ulu ağaçlar olmaktadır. Doğa gücü ulu ormanlarda yetişen bazı kutsal ağaç çeşitlerinden doğa güçlerinden sayılan kayın ağacı ve en kutsallarından olarak zihinlerde yer alır. Genel ağaç kültü ele alındığında Şamanist inancındaki Türkler, artalanın bu kayın ağacından türediğine ve ruhlarının bu ağaçta yaşadığına inanarak taparlar. İşte bu bundan dolayı ağaç kültü ve inancı bu ağaçtan kaynaklanırmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda İslamlaşan Türkler arasında bir takım Kam-Şaman inançlarını yanlarında taşıyarak, İslami inançlar ile karıştırılıp iç içe girmiştir.

Eski Türklerdeki Ağaç Kültünün İslami dönemi içindeki süreği…
İslami inançlar içine girmiş bulunan İslam öncesi Türklerin ağaç kültü, atalar ruhu, kayın ağacı önde gelir.

1. Köktürk (Göktürk) yazıtlarında geçen kayın ağacı geçmektedir…
Çin kaynaklarından alınan bilgilere göre, Hun ve Köktürk Devletlerini oluşturan Türk boylarının tamamı da Kam-Şamani inancından idiler. 6. Ve 8. Yüzyılları arası, Türklerin bir bölümü de 9. 11.12. yüzyıllara kadar Orta Asya’da bağlı bulundukları Kam-Şaman ruhu, Türklerin totemizm temsilinin gerçeğinin olarak Gök Tanrı, güneş, ay, yer-su, atalar ruhu ve ateş kültleri gibi doğa güçlerinin kutsallığına önem veren bir inanç sistemidir.

Bu nedenle Şamanistlerin dünya görüşleri, yaşayış düzenleri ölüm ve öteki dünya hakkındaki tasavvur edilen hep bu sistemin göre, bu sistemin içinde işlemiştir. Onlar doğa ile yan yana ve iç içe yaşamışlar doğanın oluşturduğu bazı cansız varlıkları bile kendilerine benzeterek; kendileri gibi insan değerinde hatta kutsal birer canlı varlık olarak kabul etmişlerdir. Bu inanç sisteminde bir hayvan, bir kuş veya bir doğa varlığı ile temsil edilen tanrılar ve kutsal ruhlar vardır. Türklerin inancında var olan Atalar ruhu da bu kutsal ruhlardan olup, atalar kültünü doğurmuştur. Bu kutsal kültte ataların kutsal ruhları “kök, köken” anlamındaki “töz, tös veya moğ. Karşılığı olan “ongon” denilen bir tür putlarla (fetişler) veya bazı kuş, hayvan, ırmak, pınar, dağ, orman, ağaç gibi doğa varlıklarıyla temsil edilmiştir.

Ağaç kültü, atalar kültü ile iç içe geçmiş olup temelinde Türklerin yaratılış efsanelerinde, ataların ağaçtan türemiş olmaları inancı yatmaktadır. Dolayısıyla ağaç kültü, eski Türkler için, ağacın atalar ruhunu temsil eden kutsal bir varlık sayarak ona tapma ve saygı gösterme anlatımıdır. Şamanizm’de ağaçlı yerlerin ve ormanların kutsal sayılması bu inancın belirgin bir görüntüsüdür. Bu yüzden olacak ki, eski Türkler atalar ruhunu temsil eden bazı ağaçlara kutsallık tanımışlar, onlara ibadet etmişlerdir. Bu kült, bir gelenek halinde bugün Sibirya ve Altaylardaki Şamanist Türklerce de sürdürülmekte olup, İslamlaşmış Anadolu Türklerinde de unutulmaz, ulu ağaçlardan söz ederler ve hatta ağaçlara çaput bağlayarak, ağaçtan dilek dilerler.

Tarihi devirlerin Şamanist Türk toplumlarında ağaç kültünün özü ile ilgili olarak kendi yaratılışlarını ağaç kökenine bağlayan birtakım efsaneler vardır.

İslam öncesi Türklerde ağaçlar üzerine en eski Dokuz-Oğuzlara ait olan yaratılış efsanesinde Uygur Türklerinin oturduğu bölgede Tula ve Selenga ırmaklarının kavşağında bir ada vardır. Adanın tam ortasında göğe yükselen bir tepe oluşmuş, tepenin tam ortasında da bir kayın ağacı yeşermiş. Alaaddin Ata Melik Cüveyni’nin yazdığı “Tarih-i Cihanküşa” yapıtına göre kayın ağacı yanında bir de fıstık çamı (fasuk) varmış. Gün olmuş zaman olmuş gün battıktan sonra bu ağaçlar üzerine gökten bir ışık inerek onları nuru andırmaya başlamış.

Ne zaman ki gün batar ve gökten ağaçları saran nur inmeye başlarsa, o zaman kayın ağacından da müzik sesleri gelirmiş ve Uygurlar hep birden şaşırırlarmış. Bundan sonra bu ağaçlardan fıstık çamı gebe kalmış. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnından bir kapı açılmış. Bir başka söylenceye göre de dokuz ay on gün sonra kayın ağacı birden yarılmış, içinden beş güzel çocuk çıkmış ve gözleri kamaştırmış. Aradan zaman geçmiş çocuklar büyümüş kocaman olmuş ve küçükleri Bögü Han Uygurlara Kağanı olmuş.

Ağaçtan yaratılış efsanesi Oğuz Kağan Destanında da görülmektedir. Bu destana göre Oğuz Kağan hem gökten inen göğün kızı ile hem de yerdeki bir ağaç kovuğundan çıkan yerin kızı ile evlenmiş ve soyunu bu yolla kurmuştur. Eski Türklere göre gök de yer de kutsaldır. Destanda Oğuz Kağan’ın yerin kızı ile evlenmesi şöyle anlatılmıştır:

Ava gitmişti bir gün, ormanda Oğuz Kağan:

Gölün tam ortasında, bir ağaç gördü yalnız,
Ağacın kovuğunda duruyordu bir kız.
Gözü gökten daha gök, sanki Tanrı kıydı,
Irmak dalgası gibi, saçlan dalga dalgaydı.
Bir inci idi dişi, ağzında hep parlayan.

Oğuz kızı görünce, başından aklı gitti,
Nedense yüreğine, kordan bir ateş girdi.
Gönülden sevdi kızı, tuttu aldı elinden,
Kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden. (1)


Eski Türklerin türeyiş efsanelerindeki ağaç motifi…
Rus araştırmacılardan V. I. Verbitskiy ve Wilhelm Radloff tarafından Altaylı ve Yenisey’li Türk boylarından edindikleri yaratılış efsanelerinde, efsaneye göre, ilk Yakut (SaOa), yani ilk insan gökten inen bir yaratıktan türemiştir. Altaylılara göre, yer yaratılmadan önce su vardı. Kuday veya Tanrı Ülgen yeri yaratmak için kendisiyle arkadaşlık eden kişiye emrederek denizden toprak çıkarttı. Bu toprak üzerinde dalsız budaksız bir ağaç da bitmişti. Tanrı Ülgen bu ağacı gördü ve dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil; bunda dokuz tane dal bitsin!” dedi. Ağaçta dokuz dal bitti. Tanrı yine: “dokuz dalın kökünden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz ulus olsun” dedi ve böyle oldu. Dolayısıyla ilk insanlar bir ağaç dalında meyve gibi bitti. (2)

Bu efsaneye göre ağaçtan türeyen insanlar yine bir ağacın meyvesiyle besleniyorlardı.

Görülüyor ki, ağaç kültünün ve ağaca kutsallık tanımanın temelinde, Şaman Türklerin ilk atalarının ağaçtan türemiş olmaları inancı yatmaktadır. Ağacın, ormanın ve özellikle Köktürk ve Uygur dönemlerinde Ötüken “yış” diye bilinen Ötüken Ormanlarının bütün Türklerce kutsal yer olarak tanınması da bu kültten kaynaklanmıştır. Ağaç ve orman kültü üzerinde duran Halk bilimciler, bu kültü ilkel toplulukların orman ürünleri ile geçindikleri devrin hatırası olarak kabul ederler. (3)

Kam-Şamani Türklerce ormanın bütünü bir kült sayıldığı gibi, teker teker ağaçlar ve özellikle bazı ağaçlar ayrıca kutsanmıştır. Şamanistlerin en çok saydıkları ağaç kayın ağacı Huş (betula toumef) ağacı olmuştur. Çünkü bu ağaç, merhametli Ana Tanrıça Umay ile birlikte Tanrı Ülgen tarafından gökten yere indirilmiş, Türklerin türeyiş efsanesine yansıyarak atalar ruhunu temsil etmiştir. Kutsal kayın ağacı Altaylı Şamanistlerin dualarında hep “bay kayın” diye tekrarlanır. Kam-Şaman davullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında iki kayın ağacı da resmedilmiş haldedir. (4)

Şamanist Türkler atalar ruhuna olan bağlılıklarını, dini törenlerini kayın ağacı altında yaparak, ağaca bağladıkları bez paçavralar birer hediye, birer adak niteliğindedir. Kutsal kayın ağacı zaman ve bölge ayrılıklarına göre akçaağaç, far. huş, kabaağaç, kavak, ak kavak, kavuş ve kürt çalısı (5) gibi değişik adlarla da adlandırılmıştır. Bunun yanında çam ve ardıç ağaçlan da önemli bir yer tutmuştur. Hatta Türkler, İslami dönemde, İslam öncesi eski Türklerin kutsal ağaçlarına meşe, çınar, iğde gibi başka ağaçla eklenmiştir.

Yani bu durum, Türklerin 10. yüzyıldan başlayarak kabul ettikleri İslamlık içinde eski ağaç kütleri biçim değiştirerek, özünde bir şey kaybetmeden kutsallığını korumuştur.

Tarihi kaynakların verdiği bilgiye göre öyle ellerini kollarını sallaya sallaya Türklerin Müslümanlığı kabul etmediler, birçok aşamadan, basiretlerden geçtiler. Parça parça toplumda değişiklikler olarak 200 yıllık süreçte içinde, değişen zamanlarda Müslüman oldular.

Böylece Türkler İslamlaşırken, eski Kam-Şaman inançlarını ile İslami inançların birbirine harmanlayarak Müslümanlaşmalarına Kaşgarlı Mahmud'un “Divan-ü Lügat-it-Türk” adlı yapıtında değinir. Kaşgarlı: c 3, s.377'de: “Yere batası kafirler göğe Teori derler yine bu adamlar büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her şeye Tefiri derler. Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler (secde ederler)” diye yazar. (6) 

Bu yazıdaki açıklama dahi, Türklerin Müslümanlaşmış Türkleri bile İslamlığa aykırı bulup bu Türklerin eski geleneksel kültürel yapılarını kınayarak “kafir inancı olarak değerlendirir. Buna karşılık eserin birçok yerinde tespit ettiği Şamanist gelenek ve inançlarla ilgili olarak “neuzu billah” sözünü kullanmamıştır. Kaşgarlı Mahmut’un 11. Yüzyıldaki yazısına göre bu durum bile bazı Şamanist gelenek ve kalıntıların artık İslami bir kılıfa girdiğinin açık biçimde sürdüğüne dair açıklanmasıdır.

Kaşgarlı Mahmut’un “kafir inancı” diye 11. Yüzyılda yakındığı 21. Yüzyılda dahi İslami inançlar içine girmiş olan Kam-Şaman inanç ve kalıntılarına, tarihi dönemlerdeki bibi günümüzde de sürmekte olduğu ve bunun İslam dışı adetler olduğunu bilmeden oldukça çok Anadolu insanı, İslami kurallar sanıp inanmaktadır. Çünkü, yüzyıllardır Kam-Şaman geleneksel ögelerin İslami ögeleri ile kaynaşarak eski Türk inanç adetleri ve töreler canlı tutularak İslam ile sentezlenerek, İslami bir biçime bürünmüş olmasına rağmen, bunların derinleşmesine araştırıldığı zaman Şamanizm’le olan bağlantısı açık bir biçimde görülmektedir.

Türklerdeki ağaç kültü de bu yönüyle oldukça örtüşen durumdadır. Türklerde kökü derinlerde olan ağaç kültü kültürünün İslami dönemlerde dahi süren dolaylı uzantısı örneklerle doludur:

Kam-Şaman dinli Türklerin yaratılış efsanelerinde önemli bir yer tutan ağaç kültü, yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi ağaç kültü, İslami dönemin tarihi, destanı ve menkıbeleri gerçeğinde süregelmiştir. Bu konuda Oğuzname’nin yazarı Reşideddin'in, daha İslam öncesi yazılmış Oğuzname’ye göre İslami bir kimlik ile yazmış olmasına rağmen; orada ağaç motifinin aynen devam ettiği görülüyor. Bu destanda, Selçuklu sultanı Tuğrul Bey'in babası Toksurmış İçi (Elçi?) gece rüyasında, göbeğinden sağlam gövdeli ve çok dallı budaklı üç ağaç çıktığını gömüş. Bu ulu ağaçların tepesi göğe ulaşmaktadır. “Asılları yerde, dalları gökte”. Rüyasını anlattığı Amirhan Kâhin ona: “Sakın bu rüyayı ve sırrı kimseye söyleme; senin kaç oğlun var” diye sorar. O da üç diye (bu oğulları Dukak, Tuğrul ve Arslan) yanıtını verince Kâhin ona “Her üçü de padişah olacaklar” der. Toksurmış'ın her üç oğlu da cesur ve kahraman idiler. Oğuz beyleri onların iyi avcılık yaptıklarını görünce av beyliğini onlara verdiler. Gösterdikleri yararlık ve başarılar dolayısıyla önce Tuğrul, daha sonra da Arslan ve Dukak birer sultan oldular. (7) Görüldüğü gibi, İslami bir nitelik kazanmış olan bu destanda da Tuğrul, Arslan ve Dukak, atalar ruhunu temsil eden üç ağaç yani üç kutsal ruh yardımıyla sultanlığa yükselmişlerdir.

Reşideddin in “Camiü’t Tevarih” adlı yapıtında ve Ebulgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Türki” adlı yapıtında Oğuz Destanındaki Kıpçak boyunun kökenine ilişkin söylencede de ağaç tan türeme izleri görülür: Bu rivayete göre Oğuz Han bir seferden dönüşünde savaşta ölen bir askerinin eşi ağaç kovuğunun içinde bir oğlan doğurmuştur. Oğuz Han bu oğlanı evlat edinerek Kıpçak yani “ağaç kovuğu” adını vermiştir. (8)

Kaynaklar:
Zeynep Korkmaz makalesi
(1) Bahaeddin Ögel, “Eski Türklerdeki Ağaç Kültünün İslami Devirlerdeki Devamı” s.63-64. 102
(2) Abdülkadir İnan, “Tarihte ve Bugün Şamanizm” TTK yayınları Ankara, 1954, s.l-12
(3) Abdülkadir İnan, “Tarihte ve Bugün Şamanizm” TTK yayınları Ankara, 1954, s.62.
(4) Abdülkadir İnan, “Tarihte ve Bugün Şamanizm” TTK yayınları Ankara, 1954, s.64.
(5) Kerim Yund, “Türklerin Kutlu Ağacı huş (kayın) Betulanın Tanımı Üzerine Sağlıksal Araştırma”, 3.
Türk Tıp Tarihi Kongresi, TTK yayınları Ankara, 1999, s.343.
(6) Saadet Çağatay, “Divan-ü Lügat-it-Türk'te İnançla ilgili Sözler” 1972 (TDK yayınları 1972, s.385-386.
(7) A. Zeki Velidi Togan, “Oğuz Destanı (Reşidettin Oğuznamesi, Çevri ve Tahlili), İstanbul 1972, s.71-75.
(8) Camiü't Tevarih, TVO, 5; Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Türk, Desmaisons yay. s. 19.


2 Ocak 2025 Perşembe

TÜRK KÜLTÜRÜNDE AĞAÇLAR 1. BÖLÜM

 



Türklerde Ağaç Kültü

Semavi dinlerde olduğu gibi Türkler topraktan değil de ağaçtan yaratıldığına inanılır. Türklerde, “Orman-Ağaç” kültünün en eski tarihlere uzandığına dair pek çok kanıtlar varır. Birçok Türk boylarındaki inanca göre, ilk insanın kozmik ağacın içinde, belinden yukarısı çıplak bir kadın tarafından beslenildiğine inanılır. J. P. Roux’ın araştırmalarına göre Türklerin bunca din değiştirmesine rağmen Anadolu’da birçok Türkler arasında, kesilen ağaçlar içinden çıplak bir kadının çıktığına dair yaşayan bir inanç vardır. Zaman içinde kozmik biçim alan “Hayat Ağacı” İslamlaşmış Türkler arasında, halılara ilmek düğüm işlenir, ortaya insanın yaratılışını simgeleyen motifler çıkartılır. Bu olgu bile İslam öncesi Türklerde “Ağaç-Orman” kültünün mitolojideki önemli yerini gösterir.

Kayın ağaçları (Fagus grandifoli)

Ağaç Kültü: Orta Asya’dan gelen konargöçer Oğuzların Anadolu'yu yurt edindikten sonra dahi uzun yıllar geçmesine rağmen, Asya’daki dil ve geleneksel bağlarını koparmamıştır. Bu Anadolu’da yaşatılan, korunan geleneksel bağlardan birisi de ağaç kültüdür.

Türk Mitolojisinde Kayın Ağacı...
Türklerde ağaçların saygı gösterilmesi gereken bir ruha sâhip oldukları ve bunun bereketli ortamı etkilediği düşüncesi vardır. Türklerdeki bu düşünceye göre, ilk insan dokuz budaklı bir ağacın altında yaratılmıştır. Türk mitolojisinde, “Ulu Ağaç”, Tanrı’ya ulaşıp kavuşmanın yolu olarak düşünülür. Günümüzde hala Anadolu’da yaşayan eski Türk etnik-kültürel gelenek ve göreneklerin sürdüğü görürüz. Birçok tarihi kaynak bilgilere dayanarak, ağaç Türklerin gözünde Ulu Ağaç, Tanrı’nın ilahi vasıflarını üzerinde taşıdığını gösterir.

Ulu ağaçlar, yüce dağlar, ulu ormanlar gibi sözlerle kutsallaştırılarak tanrılık değerine getirilir. Bir bakıma ulu ağaçlar insanlarla bağ kurarak cennete ulaştırır. Türk halklarının geleneksel dünya görüşlerinde ağaç, insanların birbirleriyle ve doğanın insanlarla bağını da simgeler. Tarihsel kökenleri Kaşgarlı Mahmut, Oğuzlardan söz açarken, Oğuzların yüksek dağlara olan yakınlıklarına değinir ve “gözlerine ulu görünen” büyük bir ağaca ‘Tankrı’ dediklerini yazar. Kumuk Türkleri, dokunulmaz ve kutsal saydıkları ağaca “Tenkri Han” olarak adlandırmışlardır.

Anadolu’da eskimeyen, dilden dile süren bir deyim vardır: “Beşikten mezara kadar ağaç” Başta Oğuzlar olmak üzere diğer Türk kavimlerinin mitlerinde, büyük insanların doğumunda ağaçlara bir görev verilir, onu anaları babaları yapar.

Türklerde “kaba ağaç” adı verilen, Anadolu’da, bu adın verildiği ağaç, çok ulu, bol gölgeli meşe ağacıdır. Türk mitolojik inanlarında bu “kaba ağaç” (meşe ağacı) kutsaldır. Ayrıca, “kayın”, “karaağaç”, “çam”, “servi”, “ardıç”, “sedir”, “dut”, söğüt ve kavak gibi diğer ağaçlarda kutsanan ağaçlardandır.

Dua yapıp ağaçlara çaput bağlamanın kökeni...

İlk Türklerde, Kamlardan biri öldüğünde toprağa gömmezlerdi. Kamların ölüsü, yaratıldığı ağaç inancına dayanarak, bir ağaç tabut gibi oyularak içine konur ve ağzına bir kapak yapılırdı. Bu ağaç bir yere dikilir üzerine Kamın elbiseleri ve değişik renkli bezler asılırdı. Bu hal Anadolu’da, İslamlaşan Türkler arasında bir tür ağaç kültü inancının süreği olarak, ağaçlara çaput bağlama, ağacı kutsamak, dilek dilemek için kullanılır olmuştur.

Beyşehir-Şamlarda ağaç kültü inancına dayalı gelenek sürmektedir. Başta yapraklarını dökmeyen çam, ladin ardıç ağacı gibi ağaçların fidanların kesilmesinin günah olduğuna inanılır, asla kesilmez. Ayrıca diğer ağaçların odunundan yararlanılırken, ana boylu ağaçlar kesilmez, çevresindeki çalıcıkları kesilir, ana ağaç, daha iyi gürleşsin diye şırlanır.

Bu "Kaba Ağaç" unsurunu Osmanlı tarihlerinde de görüyoruz. “Neşri tarihi”, s.168-170’de Geyikli Baba ile Osman Gazi hikâyesinde bir kavak ağacına (s. 212) "Devletlü Kaba Ağaç" denilmektedir.

Yani, ağaç kültü, bütün Türk boylarının destan ve inançlarında çok derin iz bırakmıştır. Şamanizm kalıntılarını, İslami kisve altında, Müslüman Türklerin bütün yaşadıkları alanlarda ağaçlara dilek tutularak paçavralar bağlanmış olduklarını ağaçlar görürüz.

Kam-Şaman dini törenlerinde “kayın ağacı” en önemli yer tutar ve Türkler ilahilerinde kayın ağacına “bay kayın” diyerek çaput bağlarlarmış.

İslam öncesi Türklerin en kutsal olarak kabul ettikleri kayın (gürgen) ağacı hakkında Abdülkadir İnan’ın belirttiğine göre Şaman ayini yapılırken kayın ağacı bulundurulurdu. Şamanist mitolojisinde kayın ağacı, Bay Ülgen’i ve Umay Ana’yı gökten indiren olarak inanılır kayın ağacı:

Altın yapraklı bay kayın,
Sakız gövdeli kutsal kayın,
Dokuz köklü, ulu yapraklı mübarek kayın,
Ey mübarek kayın, sana kara yanaklı, ak kuzu kurban ediyorum.


Ve dahi, Şamanlar gökyüzüne ulaşmak için kayın ağacını bir merdiven olarak kullanılıyor. Yakut Türklerinin herkesin birer kayın ağacı vardı. Bunu, genç Şaman olabilmek için dikerlermiş. Şaman ölünce bu diktiği kayın ağacı da yok edilirmiş. Anadolu’da bir söz vardır: “dünyada bir dikili ağacın olsun” temennisi bu eski kültürün kalıntısı olsa gerek.

Dede Korkut Hikâyelerinde, Kazan Bey'in oğlu Uruz'un, ormanda ağaca asmak için getirildiği zaman, Uruz ağaç konusunda söylediği sözler şöyledir: “Mekke ile Medine'nin kapısı ağaç, Musa Kelimin asası ağaç, Büyük büyük suların köprüsü ağaç, Kara kara denizlerin gemisi ağaç, Şah-ı Merdan Ali'nin düldülünün eyeri ağaç, Zülfikar’ın kınıyla kabzası ağaç, Hasan ile Hüseyin'in beşiği ağaç” der.

Dede Korkut hikâyelerinin her sonunda: "alkış" (dua) şöyle yapılır "gölgelice kaba ağacın kesilmesin" sözleri tekrar edilir. Beyrek'in esaretten kurtulduğunu gören Banu Çiçek “Kola ağacın kurumuştu yeşerdi ahi” diyor (K 95; ME 45)

Eski ağaç kültüyle ilgili birçok izler vardır günümüze uzanan. Dede Korkut Ata destanlarında Salur Kazan, oğlu Uruz’un ağaca hitap etmesi, Altaylı Şamanların kutsal ağaçlar için söyledikleri deyişlere bir bakalım:

Altın yapraklı bay kayın,
Sakız gövdeli kutsal kayın,
Dokuz köklü, ulu yapraklı mübarek kayın,
Ey mübarek kayın, sana kara yanaklı, ak kuzu kurban ediyorum.

Ağaç, ağaçtır isem sana erilenme ağaç,
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç,
Musa Kelimün asası ağaç,
Büyük büyük suların köprüsü ağaç,

İslamşlaşmış Türklerin Kam-Şaman izlerini sürmesi:
Kara kara denizlerin gemisi ağaç,
Şah’ı Merdan Ali’nin Düldülünün eyeri ağaç.
Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç,
Eğer erdir, eğer avrattır korusu ağaç,

Başın ala bakar olsam başsız ağaç,
Dibin ala bakar olsam götüren ağaç,
Götürecek olur isen yiğitliğin seni tutsun ağaç,
Bizim ilde gerek idin ağaç,

Kara hindu kullarıma buyura idim ağaç,
Seni pare pare toprağa indi ağaç.

Eski Türklerin en kutsal olarak kabul ettikleri kayın (gürgen) ağacı hakkında Abdülkadir İnan’ın belirttiğine göre Şaman ayini yapılırken kayın ağacı bulundurulurdu. Şamanist mitolojisinde kayın ağacı, Bay Ülgen’i ve Umay Ana’yı gökten indiren olarak inanılır:

Anadolu’da bir söz, “bir dikili ağacın olsun temennisi bu eski kültürün kalıntısı olsa gerek. Selman Zebil 2 Ocak 2025

 

23 Aralık 2024 Pazartesi

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)




ETHEM NEJAT (1887-1921)
Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyetinin kurucularındandır. Lise eğitimini Üsküdar İdadisinde aldıktan sonra yüksek öğrenimini Ticaret Mektep-i Ali’sinde gördü.

Gazeteci, yazar, eğitimci, siyaset insanı, Türkiye Komünist Partisi kurucularından olup Türkiye Komünist Partisi'nin ilk genel sekreteridir. TKP'nin ilk Merkez Komitesi Başkanı, Türk eğitimci ve komünist siyasetçidir. Yaşadığı dönemde eğitimin çağdaşlaştırılması çalışmalarına büyük katkıda bulunmuştur. Mustafa Suphi, 13 diğer TKP üyesi ile arkadaşları ile birlikte Karadeniz’in Sürmene açıklarında 1921 yılı ocak ayında öldürülmüştür.

Nejat Bey, 2. Abdülhamid Dönemi’nde gazetecilik yapmıştır. Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde düzenli yazıları yayınlanan Nejat Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bağlantı kurduğu için 2. Meşrutiyet öncesinde zorunlu olarak yurt dışına kaçmıştır. Yazılarında hangi tarihlerde hangi ülkelerde bulunduğunu tam olarak belirtmese de yazdıklarının satır aralarından bazı ipuçlarına ulaşılmaktadır. Kesin olmamakla birlikte yurt dışına ilk çıkışında Amerika’ya, New York’a gittiğini düşünülmektedir. Çünkü 1909 yılında Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde yazdığı bir makalede iki sene önce Amerika’da olduğunu ifade etmektedir.

2. Meşrutiyet öncesi bir süre ABD ve Fransa'da bulundu...
Ethem Nejat, 10 Temmuz 1908 tarihinde 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Fransa'daydı. Meşrutiyet ilanı sonrası yurda döndü ve bir süre İstanbul’da kaldı. Bu dönemde Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi'nde yazılar da yazıyordu. Öğretmenlik görevine başlayarak Alasonya Hususi İdadisine müdür olarak atanandı 1909-1910 yıllarında Alasonya’da kalan Ethem, Ferid Bey ile birlikte Manastır “Daru’l Muallim” okuluna tayin edilmiştir. Orada okulun müdürlüğünü yapan Nejat Bey bu okulda tarım ve ticaret eğitimi üzerinde durmuş ve tarım dersi öğretmenliğine atanan Ferid Bey ile birlikte “Terbiyevî Yeni Fikir” isminde bir dergi yayınlamıştır. Kısa süre sonra Balkan savaşında Osmanlı yenilerek Sırpların Manastır’ı ele geçirmesiyle görev yaptığı okul Sırpların eline geçer ve Ethem Bey’de bir süre Sırplara tutsak kalarak yaşamış, bu tutsaklık sonrasında İstanbul’a gelmiş.

1913 yılında Bursa Darülmuallimin Müdürlüğü’ne atandı, Manastır Daru’l Muallimini okulundaki eğitim faaliyetlerinı olduğu gibi Bursa’ya taşımıştır. Kısa süre sonra da Bursa’dan İzmir'de Daru’l Muallimliği müdürlüğüne atandı. 1. Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde Eskişehir'de Maarif Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Bir süre gönüllü olarak askerlik de yaptı. Savaş sırasında Adana ve İzmir'de de Maarif Müdürlüğü görevlerini yürüten Ethem Nejat, 1918'de savaş bittiğinde İstanbul’da Maarif Nezareti'nde görevliydi.

Ethem Nejat 1. Dünya Savaşı öncesi Türkçü dilin önemini benimser…
2. Meşrutiyet sonrası dönemde Türkçü çevreleriyle ilişkiler içindeydi.12 Mart 1912’de Ahmet Ferit'in başkanlığı ve Yusuf Akçura'nın 2. başkanlığında kurulan Türk Ocağı'na ilk üyelerden olur. Diğer önemli üyeler ise şunlardı: Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Celal Sahir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yusuf Ziya Ortaç, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar ve Mustafa Suphi olur.

Ethem Nejat, ayrıca Türk Ocağı'nın yayın organı Türk Yurdu dergisinde “Manastır'da Hayat-ı Aile” başlıklı bir makalesi yayınlandı. 21 Mart 1912’de Türk Ocağı'nın yan kuruluşu olan Türk Gücü derneğinin 1913 yılındaki kuruluş çalışmalarına katıldı.

Öğrencileri spor dalları ile tanıştırmak…
Etem Nejat’ın okulunda öğrencilere doğada eğitim, yaparak ve yaşayarak eğitim vermeye büyük bir önem veriyor, futbol, eskrim, jimnastik gibi spor dallarının öğrencilere tanıtmada büyük çaba kullanmıştır. Hatta Ethem Nejat 1910’da Bursa Öğretmen Okulu'nda (Daru’l Muallimin) kurduğu futbol takımının oyuncusu olan öğrencileriyle birlikte oynuyordu.

Köy Enstitülerinin ışığı olmuş Ethem Nejat!..
Sahibi olduğu Yeni Fikir ve Toprak Mecmualarında, Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli eğitim kurumlarından birisi olan Köy Enstitülerinin fikri öncülüğünü yapmış olan Nejat Bey, bir ziraat memleketi olan Osmanlı Devleti’nde çiftçilerin modern tarım usullerini bilmediklerini ve ilkel yöntemlerle tarım yaptıklarını dile getirerek kalkınmanın sağlanmasının modern usullerle ziraat yapılmaktan geçtiğini belirtir. Bu kadar çiftçiye modern usullerle ziraatın nasıl yapılacağını öğretmenin mümkün olmadığını ifade eden Nejat Bey, pratik bir çözüm olarak sonuçta her köye bir öğretmen gönderildiğini, bu öğretmenlerin daha darülmualliminlerde okurken bir köylünün ihtiyaç duyacağı bütün bilgilerle donatılmasını önerir. Bu sayede öğretmenlerin köye gittiklerinde öğrendikleri bilgileri köylülere aktarabileceklerini belirtir ve müdürlük yaptığı darülmualliminlerde ziraat ve ticaret derslerine ağırlık verir.

Ethem Nejat’ın kafasında tasarladığı model, Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan göçmenler için “Mesut Köy” model projesi olup, çağdaş köy yaşantısını yaratmaktı. Bu tasarladığı planı konusunda, doğanın eğitimde çok büyük rol oynadığının farkında olduğu için görev yaptığı okullarda meteorolojik ölçümler yapmış, ağaç bayramları düzenlemiş, zararlı böceklerle mücadele konusunda faaliyetlerde bulunmuş, bütün okul çocuklarını katıldığı okul bayramları düzenlemiştir.

Ethem Nejat’ın, 2. Meşrutiyet’in en önemli eğitimci, fikir ve düşünce insanlarından birisi olarak rol oynadığı, o dönemlerde öncülük ettiği ve öne sürdüğü birçok olumlu fikirleri Cumhuriyet Dönemi’nde uygulamaya geçirilmiştir.

Ethem Nejat’ın yapıtları: “Mektepçilik”, “Yiğit Türkler”, “Çocuklarımızı Nasıl Büyütmeliyiz”, “Çiftlik Müdürü” ve “Terbiye-i İptidaiye Islahatı” adlı yapıtlarıdır.

Meşrutiyet öncesinde, 2. Abdülhamid döneminde Jön Türkler ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya uğrayınca Fransa'ya kaçtı, oradan ABD'ye geçti. Meşrutiyet'ten sonra İstanbul'a dönerek öğretmenliğe başladı. Manastır, Bursa ve İzmir öğretmen okulların­da müdürlük, Maarif müdürlüğü yaptı.

İttihat ve Terakki” partisinin yarı askeri gençlik örgütü olan “Türk Gücü Cemiyeti” kuruluşunda kurucu ve yönetim kurulu üyesi oldu.

Birinci Dünya savaşı sırasında Eskişehir Maarif müdürlüğü yaptı; gönüllü olarak savaşa katıldı Maarif nezaretince 1918’de Almanya'ya gönderildi. Orada sol eğilimli Türk öğrencilerle Kurtuluş dergisi kadrosuna katıldı. İstanbul'a dönünce 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer aldı.

Bakü'de 1920’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı'na ve Türkiye Komünist Fırkası birinci kongresine katıldı. Fırkanın merkez heyeti sekreteri seçildi. Mustafa Suphi grubuyla birlikte yurda döndü. Bazı kaynaklarda yer alan iddialara göre 1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi, ilk ünlü Türk komünistleri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşlarıyla birlikte, Trabzon'dan Sovyetlere geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya tarafından öldürüldüler.

Başka kaynaklara göre ise; Mustafa Suphi Enver Paşa'nın Moskova'daki siyasi aktivitelerinden haberdardı ve Enver Paşa'nın Türk Ulusal Hareketi'nin yenilgiye uğramasından sonra Bolşevikleri kullanarak Türkiye'deki otoriteyi ele geçirme planını biliyordu. Mustafa Suphi'nin bu gizli planını ifşa etmesinden endişe edildiği için onun taraftarları tarafından öldürüldüğü de iddia edilmiştir.

1912 yılında kurulan Türk Ocağı ve 1913 yılında vücuda getirilen Türk Gücü Derneğinin çalışmalarına aktif olarak katılan Nejat Bey, bu yıllarda koyu bir Türk milliyetçisidir. Ethem Nejat, 1918 yılında uzun zamandır faaliyetlerine katıldığı Türk Ocaklarının yardımı ile Maarif Nezaretince Almanya’ya gönderilmiştir. Avrupa ve özellikle Almanya’da o yıllarda oldukça etkili olan Spartakistlerin her yeri saran gösterileri ve grevleri, çalışmak veya eğitim almak amacıyla Almanya’da bulunan Osmanlı gençlerini derinden etkilemiştir. Bir müddet sonra Nejat Bey bu hareketin etkisinde kalarak sol düşünceye kaymış ve burada bulunan Osmanlı aydınlarıyla birlikte hareket etmeye başlamıştır. Kurtuluş isimli bir dergi çıkarmaya başlayan gençler siyasi olarak seslerini duyurabilmek amacıyla da “Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası” isminde bir fırka kurmuşlardır.

Ethem Nejat bir yıl sonra yurda dönmüş ve “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” içerisinde siyaset yapmaya başlamıştır. O sıralarda Rusya’da bulunan Mustafa Suphi’nin grubuna dâhil olan Nejat Bey, önce 1-7 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan “Birinci Doğu Halkları Kurultayı”, 1921’de yine Bakü’de toplanan “Türkiye İştirakiyyun Fırkası Kongresi” toplantısına Anadolu ve Eskişehir temsilcisi olarak katılmıştır.

Ethem Nejat’ın Sosyalist dönemi…
1918'in eylülde, Maarif Nezareti tarafından Berlin'e gönderilen Ethem Nejat, burada Spartakist hareketlere katılarak sosyalist düşünceyle tanıştı. Berlin'de kurulan Türk Spartakistleri denen çevre, “Türkiye İşçi Köylü Partisi” ve onun siyasi hattında çıkan Kurtuluş dergisini çıkaran ekipte yer aldı. Mayıs 1919'da İstanbul'a döndüğünde bu Kurtuluş dergisini yayınlamayı sürdürdü ve 22 Eylül 1919'da kurulan “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” (TİÇSF) adlı partiye katıldı. 4. Meclis-i Mebusan için yapılan 18 Aralık 1919 seçimlerinde TİÇSF'nin de desteklediği Eskişehir adayı oldu, ancak seçilemedi.

İşkal altında olan İstanbul’da İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Kurtuluş dergisi kapatıldı. TİÇSF (Türkiye İşçi Köylü) harekâtı de işgal güçleri tarafından yasaklanarak getirilerek kapatıldı. Ethem Nejat, Komitenin 2. Kongresine katılmak üzere Bolşevik Rusya'ya gitti. Bakü'de Mustafa Suphi'nin kurduğu Türkiye İştirakiyun Teşkilatı'na üye oldu. Doğu Halkları Kurultayı'na ve ardından Mustafa Suphi başkanlığında toplanan Türkiye Komünist Partisi kuruluş kongresine (10-16 Eylül 1920) katıldı. Kongrede Mustafa Suphi TKP Merkez Komitesi Başkanı, Ethem Nejat ise genel sekreter seçildi.

Mustafa Suphi’nin TKF (Türkiye Komünist Fırkası) reisliğindeki merkez heyetine seçilen Ethem Nejat, fırkanın Genel Sekreterlik görevinde bulunmuştur. Mustafa Suphi ile birlikte fırkanın Anadolu’ya taşınması için çalışmalara katılmış ve fırka üyeleriyle birlikte Kars’a gelmişlerdir.

Mustafa Suphi ve ekibinin Anadolu’ya gelişlerinin bir diğer nedeni de Trabzon’dan gemi ile Samsun’a, oradan da karadan Ankara’ya geçmek ve Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ile görüşmektir. Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve ekibinin faaliyetlerine çok sıcak bakmayan Atatürk, meclis kürsüsünden şöyle seslenir: “İşte bu serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak zahiren memleketimize ve milletimize nafiz olmak için Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar doğrudan doğruya bir hissi vatanperverane ile ve hissi hakikiyi millî ile değil, benim kanaatimce belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için bir takım teşebbüs at-ı serseriyanede bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları Rus Bolşevizm’ini muhtelif kanatlardan memleket dâhiline sokmak olmuştur. Bu suretle memleketimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır” diyordu.

Ayrıca, o günlerde Doğu Bölgesinin oldukça karışık olduğu bir dönemde Kars’a gelen bu heyetin faaliyetlerinden rahatsız olan bir diğer kişide Kazım Karabekir olur. Kars’tan Erzurum’a gelen ekip Erzurum’da halkın yoğun protestoları ile karşılaşmış ve canlarını kurtarmak için kendilerine acilen Trabzon’a gitmeleri yönünde baskı yapılmıştır. Trabzon’dan Batum’a oradan da Bakü’ye gitmek için bir taka ile limandan ayrılan kafileden içerisinde Ethem Nejat’ın da bulunduğu 15 kişi 28 Ocak 1921’de Karadeniz açıklarında Yahya Kaptan ve adamları tarafından öldürülmüşlerdir. Bu cinayetin kim ya da kimler tarafından planlandığı noktası hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştır.

Yapıtları: Ethem Nejat, 1911-1914 yılları arasında Yeni Fikir adlı eğitim dergisini çıkardı. Aynı dönem, Terbiye ve Muallim gibi başka eğitim dergilerinde ve Toprak isimli bir ziraat dergisinde de yazılar yazdı. Dönemin önde gelen pek çok gazete ve dergisinde makaleleri yayınlandı: Tanin, Tasvir-i Efkâr, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad, Siper-i Saika, Ulum-u İctimaiye, Sa’y-u Amel, Çocuk Dünyası, Talebe Defteri, Türk Kadını, İfham, Yeni Dünya.

Yararlanılan Kaynakçalar:
Mehmet Salih Erkek, “Bir Meşrutiyet Aydını Ethem Nejat (1887-1921)”, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012.
Mehmet Ö Alkan, “II. Meşrutiyet Aydını Olarak Ethem Nejat”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C. 6, İletişim Yayınları, İstanbul.
Hamza Altın, “Ethem Nejat ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri" (PDF).
Mete Tunçay, (1989). "Ethem Nejat Bey Eskişehir'de Ne Yaptı?". Tarih ve Toplum, 61. s. 40-41.
Mete Tunçay, (2011). "Edhem Nejad'ın Seçim Beyannamesi". Toplumsal Tarih, 209. s. 64-66.
İsmail Hakkı Tonguç, (1998). “Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy.” Ankara: KEÇEV. s. 262.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları İstanbul 1999.
İsmail Hakkı Tonguç, “Canlandırılacak Köy”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1947.
Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar-I (1908-1925)”, BDS Yayınları, İstanbul, 2000.
Yunus Yılmaz, “Turancı Sosyalist Ethem Nejat”, İleri Yayınları, İstanbul 2012.
Yahya Akyüz, “Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1982’ye)”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982.
Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 5. cilt 1986,
Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925)
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi - Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilatlanması 1918-1921 (1997), TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1- 2, (Çev: Yücel Demirel, 2004).
Turancı sosyalist Ethem Nejat". türksolu.com.tr. 12 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Ocak 2015.
George S. Harris, (1977). “Türkiye'de Komünizmin Kaynakları.” İstanbul: Boğaziçi Yayınları. s. 54.
Yunus Yılmaz, (2014). “Turancı Sosyalist Ethem Nejat.” İstanbul: İleri Yayınları. s. 292-324.
Ethem Nejat (21 Mart 1912). "Manastır'da Hayat-ı Aile". Türk Yurdu, 9.
Zafer Toprak, (1985). “2. Meşrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri". Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 536.
SELMAN ZEBİL ARALIK 2024




20 Aralık 2024 Cuma

SURİYE'DE ESAD'IN DEVRİLMESİ ARDINDAN HESAPLAR!

 

Ronald Trump, Erdoğan’a Dolaylı Olarak Nalına Mıhına Vurarak Övgüler Yağdıran sözleri ile İlginç Açıklamalar Yapıyor. Bu Açıklamaları Sinsice Boşuna Değil Gibi!

Suriye’de "Esad’ın devrilmesinin arkasında Türkiye var” diyor…
Suriye’deki gelişmeler hakkında Türkiye’nin yaklaşımını değerlendiren Ronald Trump konuşmasında: “Türkiye çok akıllı, Erdoğan çok akıllı bir adam ve çok güçlü. İyi anlaştığım biri. Çok güçlü bir ordu kurdu. Kimse kazananın kim olduğunu bilmiyor ama bence Türkiye kazandı” demesi bir tuzak olması düşündürüyor insanı. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla, düşmanın veya rakibin seni övüyorsa mutlak altında bir neden aramak gerekir. İşin içinde bir bela gizlidir. Bunu Irak’ta gördük. Ronald Trump’ın Erdoğan’ı Övmesi mi Yermesi mi Sözleri sonra anlaşılacaktır iyi veya kötü…



Bilincinde misiniz? Suriye’deki gelişmeler için ulusal, uluslararası mutfakta birileri bir şeyler kaynatıyorlar, kaynayan şeylerin içine Türkiye de var. Türkiye Kaynatanlardan olmayıp maalesef kanatılanlardandır.

Ronald Trump’ın 16 Aralık 2024’teki konuşmasında zımni olarak Suriye konusunda Erdoğan’ın İsrail ile ortak çalışıyor mu demek istedi tam net değil ancak kimse kimseyi kandırmasın, Suriye’de kazanan ABD-İsrail ve biraz da Rusya olurken, kaybedenler İran ve Türkiye olurken, yok olan ülkede Suriye oldu. Çünkü doğu Suriye’deki topraklarda ABD petrolleri kaparken, İsrail Golan tepelerini olduğu gibi kendi sınırları içerine alırken, Türkiye ise Emevî Caminde namaz kılma ile işi Allah’a kaldı.

Ronald Trump’ın son konuşmalarına bakınca, “Erdoğan çok zeki biri” acaba Erdoğan’ı övüyor mu, yoksa alaya mı alıyor derseniz, Erdoğan’a tuzak kuruyor gibi. Bir bakıma Trump, Erdoğan’ı gaza getirip, karma karışık Suriye’nin içinde yanan ateşin atıyor. Bunu yaparken de Trump, Erdoğan’ı pohpohlayarak Erdoğan’ı gaza getirip kurt kapanına sokmak istiyor gibi. Doğrusu ABD olsun Avrupa olsun, Türkiye Suriye’de öne sürerek rol verelim başrolü ise biz oynayalım.

Erdoğan, güvenip Trump’a gaza gelip, yeniden büyük Osmanlı hayallerine kapılıp, İslam dünyasına halife olacağım sevdalarına kapılır mı acaba? Bir bakıma dillendirdiği buna bir gösterge olan, “Biz sınırlarımıza sıkışamayız” diyerek, sınır ötesine ülkeyi aşırıp büyük bir felaketin kapısını naçar mı acaba?

Trump’ın kafa karıştırıcı açıklamasının ardında Erdoğan’ın kafa karıştırıcı sözleri…
Erdoğan ise kendisinde bir güç var olduğu edasıyla Trump’dan sonra şöyle bir demeç veriyor: “Türkiye, Türkiye’den daha büyük. Türkiye mukadderatından kaçamaz. Ufkumuz 182 bin kilometrekare ile sınırlandıramayız. Millet olarak tarihin bize yüklediği misyonu kabul etmeliyiz. Bu kutlu yolculukta sorumluluklar yerine getirilmeli.” Diyordu.

Erdoğan kendisi için Trump’ın dediklerine “tespiti yerinde” diyordu…
Daha sonra Erdoğan Trump için: “Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak, ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor. Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Devri-teslimden sonra bizde ilk tebriğimizi yapar, gündemimizde bulunan konuları samimiyetle ele almaya başlarız” diyordu.

Yani artık o kadar ivedi gelişmeler oluyor ki, İsrail eze eze kazanıyor, Suriye topraklarına yerleşiyor. Akdeniz kıyılarındaki Tansus, Laskiye gibi kentleri bombalayarak yerle bir ediyor. Fiili olarak üç Suriye sınır köylerini daha eline geçiriyor tık yok. ABD taşeronluk yapıyor, BOP Eş Başkalığı görevi verilen, görevini yapıyor, Suriye ise parçalanıyor!

Suriye Çok Riskli ve Kırılgandır, Bölgede Haşere Üreten Ülke Olma Yolunda
Emevî caminde namaz kılmakla devlet ciddiyeti yok edilmiştir. Bu iktidar gerçekler üzerinden değil, sembolik söylem ve eylemler üzerinden tolumu kandırarak yön vermektedir.

Öyle şarlatan Ronald Trump’ın konuşmaları gösteriyor ki, bütün Suriye’de olup bitenlerin faturalarını Türkiye’ye kesip hesabı ödetecekler gibi! Haşereler bölgeye yayılacak, bu en çokta Türkiye’ye zarar verecektir.

Trump boşuna şarlatanca konuşmadı…
Ülkede ne kadar yetişmiş nitelikli insan gücü varsa ülkeden yurtdışına gidiyorlar, ülkeye ise ne kadar tersi niteliksiz, beceriksiz, okumamış, Ortadoğulu, Uzakdoğulu, Afrikalı salt gösterileni yapan “evet efendimci” demokrasi kültüründen bihaber, evrensel kültüre uzak, hak, hukuk nedir bilmeyen, sorgulayamayan, sormayan emir kulları ile ülkeyi doldurup, ülkede kalıcı olarak kendi keyfine göre yönetmek isteyen bir otokratik sistem oluşturulmaktadır.

Von Der Leyen alelacele Türkiye’ye geldi Erdoğan ile görüştü. Suriyeli göçmenleri ülkesinde tutması için 1 milyar avro vereceklerini söyledi. Bu demek oluyor ki, “sana 1 milyar Avro veririm, Suriyelileri de tuttururum” demektir Bundan insan utanır

Suriyelilerin Suriye’de doğurganlık ve üreme oranı %3.4 iken Türkiye’deki Suriyelilerin doğurganlık oranı ise %5.3 olarak tespit edilmiştir. Bu demek oluyor ki, Suriyeliler Türkiye’yi sevişme ve çocuk üretme merkezi yapmışlar.

Suriye’de demokrasi gelip özgür kadın, özgür halk ile ileri gider…
Öyle HTŞ sözcüsünün tepki çeken, “Adalet ve savunma bakanlığı kadınların doğasına uygun değildir” sözleri bir kişinin kendi görüşleri olarak kalmayıp genel yöneticilerin sözü olarak sürerse işler vahim demektir. 
21 Aralık 2924

12 Aralık 2024 Perşembe

DİKTA YÖNETİMLER ve DİKTATÖRLÜKLER SONSUZ DEĞİLDİR



DİKTATÖRLERİN GÖRKEMLİ GÜNLERİNDEN ÇÖKÜŞE GİDEN YOLLARI 
Hiçbir diktatör saltanatı üzerinde ebedi oturamaz, mutlak bir gün tahtı yıkılır, yönettiği halk linç ederek ya öldürür veya ülkesinden kaçarak kurtulur.

25 Aralık 1989, Romanya başkanı Nikolay Çavuşesku ve karısı kurşuna dizilirler

Yakın tarihimizde, Romanya’da İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Nikolay Çavuşesku halk tarafından eşi birlikte linç edilerek kurşuna dizilerek öldürüldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir kuyudan saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Dünya diktatörlere eninde sonunda felaketler yaşadılar, dünya onlara da kalmadı:

Yakın tarihimizde, İspanya’yı demir yumrukla yöneten General Francisco Franco devrildi, Potekiz’de Oliveira Salazar devrildi, İtalya’da Benito Mussolini devrildi,

Almanya’da Adolf Hitler devrildi. 25 Aralık 1989’da Romanya’da Nikolay Çavuşesku eşi birlikte halk tarafından linç edilip kurşuna dizilerek öldürüldü. İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Mısır’da Hüsnü Mübarek devrildi, Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir lağım çukurunda saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Franco İspanya’da 36 yıl başta kalmıştı.
Salazar Portekiz’de 36 yıl,
Mussolini İtalya’da 33 yıl,
Romanya’da Çavuşesku 24 yıl,
Almanya’da Hitler 12 yıl,
Libya’da Kaddafi 42 yıl,
Irak’ta Saddam 24 yıl,
Mısır’da Mübarek 30 yıl,
Suriye’de Hafız Esad 29 yıl, oğlu Beşar Esad ise 24 yıl Suriye’yi yönettiler.

Bu diktatörleri önce emperyalistler destekleyip ülkelerinde “tek adam” yaparak daha da güçlü duruma getiriyorlar, onlarda güçlendikçe ve arkalarında emperyal devletlerin her daim olacağına inanarak halklarına acılar, ıstıraplar yaşatıyorlar.

Birgün geliyor o emperyalist güçler desteklerini çekiyor ve o tek adama muhtaç ettirdikleri halkların yanında gibi görünüp diktatör liderlerine kışkırtarak saldırtıyorlar ve sonunda o tek adam devriliyor. Ülkeleri ise karma karışık olup bir daha doğrulup ayağa uzun süre kalkamıyorlar. Şimdi de Suriye'de yeni bir figür lider yaratıyorlar... 

Recep Erdoğan Suriye’de 12 yıl önce iç çatışmaların başladı günlerde: “İnşallah Selahattin Eyyubi kabri başında Fatiha okuyacağız, Emevî Caminde de namazımı kılacağız” demişti. Bu dilek kendisine nasip olmadı ama İbrahim Kalın'a nasip oldu, Şam Emevi caminde iki rekat "şükür" Namazını kıldı... 

Yandaş Yiğit Bulut şöyle bir yersiz mesaj atıyor: “Sevgili dostlar, sayın Cumhurbaşkanımızın öngörüleri ve talimatları doğrultusunda, büyük Türk milletimizin Milli İstihbarat teşkilatının başkanı İbrahim Kalın’ın, Şam’da Emevî Caminde namaz kılması, büyük Türk milleti adına verilmiş çok çok önemli bir mesajdır. Anlayın” diyor.


İslam tarihinde şimdiye kadar görüldü mü bilmeyiz ama, talimatla namaz kılınmasını ilk kez yandaş Yiğit Bulut’un sosyal medya paylaşımında 13 yıllık gecikme ile yerine getirildiğini gördük. Ancak hiç kimse ona sen Emevî Caminde namaz kılamazsın demedi, kendisi MİT Başkanı olarak kamaralar önünde göstere göstere, şov yaparak görgüsüzce, devlet kuralarına ters namaz kılmasından dolayı eleştirilmektedir. 

Not: Suriye Şam kentinde bulunan Emevî Cami, 1390 yıllık kiliseden camiye döndürme bir tür ibadet mekanıdır.
Selman Zebil 13 Aralık 2024

20 Kasım 2024 Çarşamba

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLER SUÇU MU İŞLEDİLER?

 

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLERİN ANT İÇMELERİ

Mezuniyet yeminini dönemin birincisi Ebru Eroğlu ettirdi. Eroğlu önderliğinde öğrencilerin ettiği yemin şöyle: Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacaklar ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk şerefimizle yaşayacağız şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Genç teğmenlerin yukardaki bu sözlerinden dolayı, “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) itibarını zedelediği” ihraç edilmeleri için Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ettiklerini günler yaşanıyor.



En basitinden, itibar, 2024 yazında Datça’ya kadar gelen Yunan askeri botları gelip Yunan askerimin ayak bastığına sesi çıkmayanların itibarı sürünüyor hala!..

Beteri: Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirerek sorguya götüren Amerikalı asker tarafından ağır biçimde TSK zedelenmişti de Erdoğan’a, “nota verelim” diyenlere Erdoğan, “müzik notası mı bu” deyip terlemişti…

Barış Terkoğlu ortaya çıkarttığı, Teğmen Ebru Eroğlu’na hakaret olayı…
Fotoğrafının altına yazı, Teğmen Ebru Eroğlu’na “Yeter artık” dedirtti: “Bunu insan sikmez bile, o kadar çirkin bir Kemalist kaşar ama Kemalist olduğu için tecavüz edebilirim buna.” Diyen kişi soruşturmaya gerek yok denerek dosyası kapanır.

Ebru teğmen kendisine hakaret içeren bu paylaşılan sözler hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığı suç duyurunda bulunur. Ancak savcılık bunu suç olarak görmez ve 21 Ekim’de bu küfrün, “Ebru’nun adını yazmamış sonuçta” diyerek ifade özgürlüğü sayıp, “kovuşturmaya yer yok” kararı verilmiş. Bu nasıl, “ifade hürriyeti kapsamında” sayılmış anlaşılır gibi değil!

TSK’dan Ayrılma Gerektiren Disiplinsizlikler Cezası Verilmesi
Madde 20: C- Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.

Mustafa Kemal'in askerleriyiz…
Mustafa Kemal'in askerleriyiz, 2010'lu yıllarda yaygınlaşan bir slogandır. İddialara göre, ilk kez kullanan Turgut Özakman'dır. Bir başka, 2013'te Gökçe Fırat, aynı ad ile bir kitap çıkarmıştır. 2019'da Ege, Mustafa Kemal'in Askerleriyiz (Bornova Marşı) adlı bir şarkı yayınlamıştır.

Halk, Atatürk'e bağlılık yemini eden teğmenlerin TSK'dan ihraç edilecekleri iddiaları gündeme geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ihracı istendiği iddia edilen ve ilk olarak kılıçlarını kullanarak ettikleri “Subay Yemini” ile gündeme gelen teğmenlere desteklerini açıkladı.

Birçok haber organında teğmenlerin 
TSK'dan ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edildiği iddia edilmişti.

Teğmen Ebru Eroğlu ve Alay Kıdemlisi Teğmen İzzet Talip Akarsu'nun sevk edildiği ve bu iki kişiler dışında isim diğer teğmenlerin de sevk edileceği belirtilmişti.

Bu ülkede, Atatürk’e bağlılık sunmak ne zamandan beri suç oldu da haberimiz mi yok? Bu ülkede Atatürk’e bağlılık bir suç değildir, asla da olamaz, olursa bu işte bir durum var demektir. O durum ise Atatürk ve ilkelerinin ortadan kaldırılma planlarıdır. Elbette bu ülkede, Cumhuriyetin kurucusu ve cumhuriyetin koruyucusu askerler her zaman, her yerde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyeceklerdir. Bundan gocunan, korkanlar düşünsün.

Elbette Mustafa Kemal'in askerleri olacaklar, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusu'na karşı savaşan Trikupis’in askeri olacaklar değil ya. Yoksa “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli Kadir’in yolundan gidenlerden misiniz?

Teğmenlere iktidar kanadından çeşitli tepkiler gelmişti...
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, bir basın toplantısında Harp Okulu mezunu teğmenlerin kılıçlı yeminine, “Bunlar milletin evlatlarıdır” derken, birdenbire ortaya “Yerli-Milli” olduğunu her fırsatta dillendiren MHP lideri Başkanı Devlet Bahçeli “İlkin yemin neticesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur” diyerek uyarmasıyla ittifak ortağı AKP düşüncelerini tetikleyerek, teğmenlerin başına bu belayı açan kişi Bahçeli olmuştur.

Bahçeli’nin ardından gündem değiştiren Recep Erdoğan, düzenlenen 21. İmam Hatipliler Kurultayı'nda teğmenleri hedefine alıverdi: “Malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Siz bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da evvel Allah temizlenecek biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz” diye açıklama yaptı ve bu günlere gelindi
Selman Zebil 20 Ekim 2024

KAMER GENÇ'İ ZAMANINDA DİNLEMEYENLER İLE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPILAMAZ

  Kamer Genç (1940-2016) Bugünleri önceden gören Kişidir! CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, 15 Temmuz darbe girişiminden 7 yıl önce yani ...