14 Ocak 2019 Pazartesi

BEYŞEHİR EŞREFOĞLU BEYLİĞİ ve MOĞOL İŞGALLERİ


Moğolların Anadolu’ya Girişi ve Sonuçları

Anadolu Selçuklu Sultanlarının ve ileri gelen Selçuklu soyluları Anadolu’da müthiş bir biçimde İran kültürünü benimseyerek, İran etkisi altına girmeleri, sanatta, mimaride, edebiyatta sezilmeye başlar. Anadolu Selçuklu Sultanları, aidiyetlerinin bile farkına varmadan, adlarını, İslam’dan Arapça değilken, kendilerine İran-i mitolojik (M.S.9. Yüz yılda Firdevs’in Araplaşmamaları için İran halkının milli duygularını kamçılamak için yazdığı “Şahname” adlı ünlü yapıtında geçen kahramanlar) adlarını almalara kadar vardırırlar. Keykubat, Keyhüsrev, Keykaus, Hürmüz, Rüstem” vs. gibi adların İranlı şair Firdevs’in “Şahname” adlı yapıtında geçen İran mitolojik kahramanların adlarını kendilerine yakıştırmalarıydı. İlginçdir ki bu İran-i mitolojik kahramanlıklarını da Turanîlere (Türklere) karşı yaptığı savaşlarla ünlü oluşlarıdır…

İranlı şair Firdevs (930-1020) yazdığı güçlü yapıtı “Şahname” İran’ın İslamlaşıp dağılmamaları için toplayıcı ulusal destanıdır; 50,000 beyitten oluşmaktadır. İran ulusuna hayat ve coşku veren bir duyarlıkla geçmişe verilen en önemli anlatımdır. Bu tür İran edebi eserler Farsça, özellikle İslam-i şemsiye altında ince bir İran’ın ulusal geçmişini, tarihsel destancı geleneğini diri tutmak ve yüceltmek için yazılmıştır…  

Anadolu Selçukluların özünden yozlaşarak İran-i edebiyatına, kültürüne, geleneklerine kendilerini adapte etmeleri sonucu, Anadolu’da iki sınıf oluştu, hoşnut saray çevresi karşısında kırsalda yaşayan Türkmenler gidişattan hoşnut değillerdi. İşte Türkmenler Babailer Ayaklanmasına katılarak; Selçukluların kendilerine karşı anlaşılmaz biçimde yabancılaşmaları sonucu Baba İlyas ve Baba İshak önderliğinde gerçekleşmişlerdi. Böylece Türkmen Babailer Anadolu Selçuklularına uzun süre diz çöktürmüştür. Sonuç ise, paralı Frank askerleri sayesinde 1240 yılında her ne kadar Babailer ayaklanmaları bastırılsa da yorgun düşmüş bir Selçuklu Devleti var; 1243 yılında da Selçuklu yurdu Anadolu’ya girmeye yeltenen Moğollara karşı Kösedağ savaşında yenilen Selçuklular, Anadolu’daki egemenlikleri sonlandırma aşamasına doğru girmiştir. 

Her ne kadar Türkmenler Selçuklulara karşı memnuniyetsizlikleri olsa da Türkmenlerin Anadolu’yu Moğolların işgaline izin vermediler. Pek çok Türkmenleri Selçukluların egemen zulmünden ayıran durum, kentlerde yaşayan Türkmen karşıtı, Selçuklu yanlısı; rejimle uzlaşırken, bir yandan Mevleviler Moğolların Anadolu’ya girişine de alkış tutmuşlardır. Ama kırsal kesim Türkmenlerin iyi-kötü rejimle didişmeli olsalar da Moğollara karşı sürekli savunmada olmuşlardır.

Bektaşiler, Babailer bağlantısı olarak Türkmenlerden oluşur ve Osmanlı yönetimi için de Moğol baskınlarından kaçarak uçlara sığınan “gazi ruhlu” Türkmenler çok önem kazanır. Bir yandan Bektaşilik Türk dilli mistik ve epik zengin bir edebiyat geliştirirler. Bunu takiben aynı dönem şehirlerde gelişen “gazilik ruhu” taşımayan Mevlevilik ise tam tersi, Fars dilli bir edebiyat ve kültürel bir varlık geliştirdiler Anadolu da. Ve dahi, Türkmenlerin aksine Mevlana ve Mevleviler Anadolu da Moğollarla iş birliği yaptılar.

Zaman Moğolların Anadolu’da Türkleşmesiyle huzura kavuşur...
Moğollar 1260’a gelindiğinde Batı İran, Irak, Dicle, Fırat nehirleri arasında Hülagu Han oğullarının elinde, Altın Ordu Devleti Rusya bölgesinde hâkim, Orta Asya’ya da Çağatay Devleti hâkimdi. İlhanlı Moğollar devleti ise Anadolu’da, merkezi Tebriz’di.

Böylece Moğollar 4 ayrı devlete bölünen Moğollar kasırga gibi esip sağı solu yakmış, yıkmış olsalar da geniş alanlardaki egemen güçlerini rağmen Anadolu’da bir türlü “Moğollaşma” sonucuna varılmamıştır. Asıl, Moğollar, Türkmenler sosyal yapıda, kültürel alanda uyum göstermede zorlanmadılar. Bilakis İran, Irak ve dahi Türklerin yaşadığı bütün topraklar üzerinde Moğollar “Türkleşme” ile sonuçlanmıştır.

Anadolu ve Türkler Moğol işgalinden batı uçlarına kaçsalar da Anadolu’ya yakın kültür ilişkileri sürdürdüler. Türklerle, zamanla kasırga gibi Anadolu’da girdikleri yerleri harabeye çeviren Moğollarla birbirlerinden ayrılmaz bir parça oldular. Derinlemesine ilişkiler sonucu Moğolların az olan ama güçlü vurucu, hâkim nüfuzları Anadolu’da git gide, Türklerin kat ve kat fazla nüfuzları karşısında Türkleşerek Anadolu’da eriyip gittiler.

Moğol Tarihine ışık tutan ve İslam coğrafyasının en geniş biçimde tarihini yazan Hulagu han’ın kâtibi, Cüveyni, Moğol fetihlerini, Harzimşahları ve Haşişsilerin tarihini anlatan Yahudi dönmesi tarihçi Reşideddin Fadlullah hem de İlhanlı Ordusunun başkomutanıdır. Bu Tarihçi Reşididdin’e göre 1300 yılında İlhan Gazan Han, İlhanlı Devletinin Başkanı olur. Devleti Cengiz Han yasalarına göre yönetir. Ve dahi Kadınlar kurultayı bile oluşturur. 70 yıl sürer İlhanlılar Devleti. 1330-1340 yıllarında çöker. İlhanlı Devletini takiben Altın Ordu Devleti de bu tarihte çöker gider.

Anadolu Beylikleri İçinde Eşrefoğlu Beyliği
Eşref Oğulları denilen aile, Anadolu Selçuklu Devletinin son dönemlerine doğru,13. Yüzyıl ikinci yarısında (1) kadim Pisidya kıtası mülhakatında olan önce Beyşehir, Seydişehir, taraflarında ve daha sonra genişleyerek Ilgın, Bolvadin ve Akşehir’de içine alan bir beylik kurmuşlardır.

İlk merkezi olarak Gorgorum (Gökçimen) dene yerde Seyfüddin Süleyman Bey, Anadolu Selçuklu hükümdarı 3. Gıyasettin Keyhüsrev döneminde (1264-1283) Anadolu Selçuklu sınırlarındaki beylerden idi. 1283’te Moğol-İlhanlıların emriyle öldürüldüğü zaman yerine amcazadesi olan 2. Gıyasettin Mesut geçmiştir. Bu yeni Selçuklu sultanı, Konya’yı bırakıp Kayseri’yi devlet merkezi yapmıştı; buna neden Konya’da Eşrefoğlu ver Karamanoğlu güçlerinin Gıyasettin Keyhüsrev taraftarları olmalıydı 1284’te Gıyasettin Keyhüsrev’in validesi yine İlhan’ın izniyle iki torununu Konya’da hükümdar yapmış, bu iki çocuğun saltanat naipliğini Eşrefoğlu, Beylerbeyi, yani ordu başkanlığını da Karamanoğlu kabul etmişlerdir.

Sonunda bu iki çocuk, Gıyasettin Mesut ve Vezir Sahip Ata’nın çabalarıyla bertaraf edilerek Mesut tamamen Selçuklu yönetimini eline 1285’te almış, bu nedenle bu iki Selçuk zadesinin yönetimleri ancak yedi ay sürmüş, bundan dolayı Eşrefoğlu kendi merkezine çekilmek zorunda kalmış, Selçuklu sultanı Mesut’a karşı cephe almıştır.

Daha sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey cephe aldığı Selçuklu sultanı Mesut ile barışmış ve Konya’ya gelerek ona bağlılığını bildirmiştir. Bu tarihten sonra Süleyman Bey kendi adına muzaf olan Beyşehir ve Süleymanşehri’nde bulunan Haziran ayı 1288’de ve Gıyasettin Mesut döneminde yaptırmıştır.(2) 

Kitabede, “Sefüddin Süleyman Bey “Emirü’l-Kebir i’l-Muazzam” diye diye yazmaktadır.

Eşrefoğlu Süleyman Bey’in, Selçuklu Sultanı Mesut ile barışması, Mesut’un yararına olur. Kendisine sadık kalan Süleyman Bey, Mesut’un kardeşi Rükneddin Kılıçaslan, Kırımdan Anadolu’ya geçerek, saltanat iddiasında bulunur. İş bu durum karşısında Sultan Mesut, Eşrefoğlu Süleyman’ı yardımına çağırır. Eşrefoğlu Süleyman Bey yardımıyla Rükneddin Kılıçaslan yakalanarak Viranşehir Kalesinde hapsedilse de Karamanoğlu’nun tehdidi üzerine şehzade özgür kalır ve o’da gelip 1290’da Konya’da oturmaya başlar.

Anadolu Selçuklular Devletinin çöküşü ile Anadolu Türkmen Beyliklerinin yükselişi başlar. Genellikle kurucularının adı ile anılan bu beyliklerin bazıları uzun ömürlü olup 15. Yüzyıla kadar varlıklarını sürdürürken, bazıları çok değerli, kalıcı eserler bırakarak kısa sürede tarih sahnesinden çekilirler. Bu Türkmen Beylikleri sırayla:

Karamanoğulları Beyliği, Menteşoğulları Beyliği, Dulkadiroğulları Beyliği, Karasi Beyliği, Aydınoğulları Beyliği, Eretna Beyliği, Germiyanoğulları Beyliği, Hamitoğulları Beyliği, İsfendiyaroğulları Beyliği (Candaroğulları) Ramazanoğulları Beyliği, Tekeoğulları Beyliği, Saruhanlılar Beyliği, Eşrefoğulları Beyliği ve Osmanlılar Beyliği olarak Anadolu da varlıklarını sürdürdüler.

Bu adı geçen beyliklerden en eskisi, en güçlüsü olan Karaman Beyliği, Karaman Bey tarafından 1. Alâeddin Keykubad döneminde kurulmuştur.

Beyşehir’de Eşrefoğlu Beyliği (1280-1326)
John Freely, “At Üstünde Fırtına, Anadolu Selçukluları” adlı kitabında: “Muhtemelen Türkler ve Kürtlerden oluşan Eşrefoğlu aşireti, Karamanoğullarına zor zamanlarda iki kere yardım etmişti. Yine Konya’yı işkâl ettiklerinde Eşrefoğulları ile Menteşoğulları, Karamanoğulları’nın yardımıyla Konya’ya saldırıp kenti ele geçirmişlerdi. Fakat 1311 işkâlından sonra hakkı olan ganimet alamadığını düşünen Eşrefoğulları aşireti, Karamanoğulları ile olan bağlarını kopardı. Sonuç olarak Eşrefoğluları Batıya, Beyleri Süleymanoğlu Eşref’in şehir kapılarındaki kitabelerden öğrendiğimize göre 1290’larda işkâl etmiş olduğu Beyşehir civarındaki bölgeye doğru hareket etti. Süleyman’ın oğlu Mübarizüddin Mehmet, Akşehir’i ve Bolvadin’i de alarak Eşrefoğulları’nın topraklarını genişletti.” Diye geçer.

Kaynaklara göre Eşrefoğlu Beyliği, ilk önceleri Gorgurum adlı yerde kurulur. Daha sonra 1288 yılında Süleyman Bey Beyşehir’e yerleşerek kısa sürede bayındır haline getirterek birçok kalıcı eserleri tarihe kazandırdı. Bu eserlerin başında, Eşrefoğlu Süleyman Bey (1297-1299) tarafından yaptırılan, ahşap ve seramiklerle süslenmiş en özgün mimarisiyle en önemli eser olan Eşerefoğlu Camiidir. Selçuklu mimarisinin bir başka eşi olmayan bu ahşap, değerli kâgir yapılı bu Eşrefoğlu Camii Selçuklu mimarisinin başyapıt olmaktadır.

1302 yılında ölen Süleyman Bey’in yerine oğlu Mübareziddün Mehmet Bey geçti. Mübarizüddin Mehmet Bey Beyliğin alanlarını Akşehir ve Bolvadin’e doğru genişletti. Mehmet Bey’in Moğolların (İlhanlılar) Anadolu Valisi Emir Çoban’a tabiiyet sunan Türkmen Beylikleri içerisinde yer aldığı bilinir. Süleyman Bey’in vefat ettiği tarihe dair kaynak: Seyfettin Süleyman Bey’in;1302 senesi Muharrem’in ikinci pazartesi günü vefat ettiğini Beyşehir Müftüsü Memiş Efendi’deki bir mecmuada gördüğünü, Konya Müzesi Müdürü Yusuf Bey söylemişti. Bu mecmua Süleyman Bey evkafına dair varidat ve masarifatı havidir.    

1320 yılına gelindiğinde yaşamını kaybeden Mübarizüddin Mehmet Bey’in yerine oğlu 2. Süleyman, Eşrefoğlu Bey’i oldu. Lakin 2. Süleyman dönemi uzun sürmez. Beyşehir’e girerek ele geçiren Moğollardan Vali Timurtaş’ın önünden atıyla birlikte Beyşehir Gölü içine doğru kaçar. Arkasından atıla hızlıca yaklaşan Timurtaş, Süleyman Bey’i gölün içinde 1326 yılında boğarak öldürülmesiyle sonlandırıldı. Böylece, 40 yıla yakın süren kısa ömründe Eşrefoğlu Beyliği ancak yerel bir idari yapılanma olarak tarihte yerini almıştır. Kısacası, Anadolu Beylikleri içerisinde en kısa ömürlü olanıdır Eşrefoğlu Beyliği. Ancak kısa döneminde değerli, kalıcı en büyük eserleri geride bırakmışlardır. 

Selçuklu Sultanı 3. Gıyasettin Keyhüsrev (1264 ile 1283) hüküm sürdüğü zamana denk gelen, Selçuklu sınırlarının batısına düşen bölge olan Beyşehir yakınlarında bulunan Gorgurum adlı yerde Seyfeddin Süleyman Bey tarafından 13. Yüzyıl ikinci yarısında kurulmuştur. Kısa bir dönem, 40 yıl ömürlü olmuş ama müthiş, en kapsamlı ve en değerli eserleri günümüze kadar gelmiş Anadolu beyliklerinden biri olmuştur.

Geçiş dönemi yaşayan Anadolu’da pek çok Türk Beylikleri kurulmuştur. Bu beylikler arasında birbirlerinin işine karışmama esası üzerine oturulmuştur. Çobanoğlu Timurtaş, Türk beyliklerini kendi idaresi altında birleştirmişti. Doğrusu, insanın aklına düşen, Kürtler bu bölgede çok eskilerden (Türklerden önce) var olduklarını iddia edeler ama Anadolu’da yaşanan geçiş döneminde her Türk aile kendi adına bir beylik kurarlarken neden Kürtler bu fırsattan yaralanıp bir beylik bile kuramadılar?

Eşrefoğlu Beyliği dönemi, diğer Anadolu Türkmen Beyliklerine göre ömrü en kısa olanı olmasına rağmen, kalıcı, ayakta dimdik durabilen yapılar bırakmıştır günümüze uzanan. Eşrefoğlu Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti’nin güç kaybetmesi ile zayıflama sonucu kurulan Eşrefoğulları Beyliği’nin başkentliğini yapmış olan Beyşehir’in kent merkezindeki Eşrefoğulları dönemine ait kültür varlığı tarihi yapıları, Beyşehir kent tarihine kaynak oluşturmaktadır.

Eşrefoğulları Beyliği, Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından 13. Yüzyıl sonlarına doğru merkezi İçeri Şehir denilen, Beyşehir Gölü kıyısında küçük bir tepecikte, çağına göre en görkemli yapılanmasıyla bir kale içerisinde kurulmuştur.  Beyşehir ve çevresinde etkileyerek kurulmuş olan bu beylik bir Anadolu Türk Beyliklerinden biridir. Beyliğin kurulmasıyla Beyşehir önemli bir merkez olur ve sosyal, kültürel ve iktisadi açıdan geliştikçe, nüfuz bakımından da göçlerle gelişmiştir.

Eşrefoğlu Beyliği ve Kurulması
Anadolu’ya git gide yerleşen İlhanlılar, Anadolu’da sürekli baskı ve sömürülerini artırdılar. Türkmenler bir tarafta, Anadolu Selçukluları bir tarafta İlhanlılara karşı mücadele veriyorlardı. İlhanlılar güçsüz kaldıkça sürekli yeni ordular gönderiyorlar, başta Orta Anadolu’yu yakıp yıkıyorlardı. Bir taraftan da Moğol komutanlarının merkeze karşı isyan ediyorlardı, yene arada ezilen Türkmenler oluyor ve git gide ıssızlaşan Orta Anadolu’dan Moğolların şerrinden dağlara (Toroslar) çekilen Türkmenler, oralarda yaşama tutunmaya çalışıyorlardı. Selçuklu Devletine bağlı birçok Türkmen oymaklar, kendi başlarını çaresine bakmış, kendi beyliklerini kurmaya koyulmuşlardır. Bunda da en iyi yaralananlar Türkmen Beylikleri olmuş, bağımsız hareket eder olmuşlardır.

Selçuklu Sultanı 2. Gıyasettin Mesut’un ölümünden sonra 1308’de İlhanlılara tabi olmakla birlikte Selçuklu-İlanlı ortak ordularına karşı direnişteydiler. Git gide zayıflayıp Moğolların yönetimi altına giren Selçukluların mirasına, Anadolu Beylikleri içerisinde en güçlü olan başta Karamanoğulları sahip çıkmak istiyordu. Karamanoğulları, Silifke, Mut, Ermenek, Anamur, Karaman bölgelerine hâkimdi.

14. yüzyılın ilk çeyreğinde, İlhanlı Valileri Sülemiş, İrancin, Çoban, Demirtaş, Eretna gibileri karşı istiklal mücadele verdiler (3) Bu durum El-Ömer’in “Mesalik’ül Ebsar” adlı yapıtında; “Selçukluların hükmettiği yerlerin ova kısımlarını Hülagu (İlhanlı) ailesi, dağ kısımlarını da bu Türk Beyleri zapt etmiştir” (4) diye anlatır. İlhanlılar, ne kadar çaba ettilerse de, Beylikleri merkezi otoriteleri altına bir türlü alamadılar.

Türkmen Beylikleri, Anadolu’nun Batı kıyılarına yerleşmeye başladılar ve oralarda bağımsız beyliklerini kurdular. Bunlar, Germiyan, Sahipataoğlları, Saruhan, Menteşe, Karasi ve Aydınoğulları idi. Bu beyliklerden bir tanesi de İç beylik olarak kurulan Orta batı Anadolu’da bulunan Beyşehir’de en küçük beylik olarak Eşrefoğlu Beyliği kurulur.

Beyşehir Gölü ve çevresi, çağlar öncesinden bu yana insan soyuna yaşama alanı olmuştur. Her insanların düşündüğü gibi, suyu ve toprağı bol olan nehir, deniz, göl kıyılarına yerleşerek oralarda yaşamışlardır. Beyşehir’de de ilk yerleşim böyle başlamıştır. Yani, insanlık için yaşamın olmazsa olmazı sudur.

1243 yılında Selçuklulara karşı isyan eden Babai İsyanları adıyla tarihe geçen Türkmenlerin isyanının 1240 yılında bastırılması ile başlayan süreç, Selçukluları oldukça çok zayıflatmış, var olan siyasi istikrar bozulmuştu.1243 yılına gelindiğinde Moğollara karşı Kösedağ Savaşında uğradıkları yenilgi sonucu, Anadolu Selçuklu Devleti hızlıca güz kaybederek Moğol istilası Anadolu’yu sarmıştır.

Hulagu Han’ın amcaoğlu olan Baycu Noyan 1243’de Kösedağ da Selçuklu ordularını yenmesinden sonra Anadolu’yu tahribat edip haraca bağlar. Moğollar, Anadolu halkından daha çok vergi almak için herkese saldırırlar. Varlıklı Türkmenlerden ve Ahilerden mallarını gasp ederek ellerinden zorla alırlar. Anadolu’da İşgalci, gaspçı Moğollarla işbirliği yapmıştır Mevlana’dır.

1243 yılında Moğollar Anadolu'yu işgal edip halkı ezmeye, soymaya başladıklarına Türkmenler direnişçilerin başını çeken Türkmen, Ahiliğin kurucu önderi Ahi Evren idi. Mevlana ise Ahi Evren’in baş düşmanıydı. Ahi Evren’in dostu da, can yoldaşı da Hacı Bektaş idi. Mevlana, Ahi Evren’e o denli düşmandı ki, Ahi Evren hakkında ahlâksız dedikodular uydurmaktan, iftiralar atmaktan sakınmamış, Ahi Evren’in çocuğunun olmadığını diline dolayıp, onun hadım ve eşcinsel olduğu uydurma yalanını Mevlana, Mesnevi adlı yapıtından açıkça yazar.   

Ahmet Eflaki de, “Ariflerin Menkıbeleri” adlı yapıtına Mevlana bu konuda Moğollardan yana tavır koyarak, içinde bulunduğu Türkmenlere karşı pek hayır işlediği söylenemez. Buna bir örnek: Hülagu Han tarafından vergi toplamakla görevlendirilen Tacuddin Mutaz bir mektup yazarak Mevlana ya şöyle der:

“Moğolların işlerinin çokluğundan ve onlara hizmet etmekten vekil bulup ziyaretinize gelmiyorum.”   Ve devamla:  “Sen Moğolların gönlünü rahatlatarak, Müslümanların huzur içinde kulluk etmesini sağlıyorsun”  der. Görüldüğü gibi Mevlana kime hizmet etmekte olduğu açıktır…

Dahi Şemsi Tebriz-i ve Mevlana, Moğolların “müşrik” olduklarını söyleyenlere telkinleri: “Moğollar müşrik değildir” diyerek çevresindekiler şayiada bulunurlar. 

1240’da baş gösteren Babailer isyanından sonra dikiş tutturamayan, 1243’te de Kösedağ savaşında Moğolları yenik düşen Selçuklu, 1277’den itibaren Anadolu’da var olan istikrarı tamamen bozulur, istikrarsızlıktan yaralanmakla 1280’lerde Anadolu Selçuklu Devletinin uç beylerinden olan (5) Eşrefoğlu Süleyman Bey, Beyşehir dolayında bulunan Gorgorum (Gökçimen) denen yerde beyliğinin ilk temelini atar. Durum böyleyken de Süleyman Bey, Selçuklular, Moğollar ve Karamanoğulları ile çekişti durdu ve diğer Türkmen Beylikleri gibi 14. Yüzyılın başında bağımsızlığını perçinledi.   

Anadolu Selçuklu Devleti emirlerindendi Eşrefoğlu Süleyman Bey. Anadolu Selçuklu Devletinin şehzadeleri aralarından ki çekişmeler ve artan istikrarsızlıklar sonucunda ortaya Eşrefoğlu Beyliği, Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1280’de Beyşehir yakınlarında bulunan Gorgorum (Gökçimen) denilen yerde kurulmuştur. 

Önceleri bu şehri “Süleyman Şehri” diye adlandırılmıştır. Süleyman Bey 1301’de ölünce yerine oğullarından Mübarizüddin Mehmet Bey geçmiştir. Mehmet Bey zamanında Beyliğin sınırları Akşehir, Bolvadin bölgeleri de katılarak büyütülmüştür.

Mehmet Bey, yönetimi altındaki Beyliğinin sınırları genişleterek Akşehir, Bolvadin, Seydişehir ve Bozkır’ı sınırları içine katar. Mehmet Bey, yönetimini sağlama bağlamak için, 1314’de Anadolu’da gönderilen ve Moğol yönetiminin başına görevlendirilen Çoban Bey huzuruna çıkar ve itaat edip bağlılığını bildirdi. 
Mehmet Bey’in ölümü tam manasıyla bilinmese de 1320’de öldüğü denk gelmekte olup yerine oğlu 2. Süleyman Bey geçmiş, Eşrefoğlu Beyliğinin Beyi olmuştur. Beylik en verimli çağındayken Anadolu Moğol işgali altındadır. İlhanlıların Anadolu Valisi olan Timurtaş’ın yıkıcı darbeleri sonucu Beyşehir’de Eşrefoğlu Beyliği de darbe almıştır. Bu konuda yazılı nadir yapıtlardan birisi, Mübarizüddi Mehmet Bey adına Şemsüddin Mehmet Tüsteri tarafından Arapça “Fusuül-Eşrefiyye“ adlı yapıtta (6) yazılmıştır. 

Selman ZEBİL

KAYNAKLAR:
(1) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri” TTK 1988,s.58
(2) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri” TTK 1988.s.59
(3) Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar, Ankara 1969-1970, s.46-48
(4) Osman Turan, “Selçuklular Zamanında Türkiye” İstanbul 1984, s. 505-512-602-626.
(5) Osman Turan aynı yapıtı, s. 506
(6) Aziz Ayva, “Ulusla arası Orta Anadolu ve Akdeniz Beylikleri Tarihi, Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu 1. Eşrefoğlu Beyliği”  Ayasofya Kütüphanesi, 1325 N0’da kayıtlıdır. Yapıtı, KBY Tarih Dizisi, s.409

13 Ocak 2019 Pazar

BEYŞEHİR TARİHİ ALAETTİN KEYKUBAT DÖNEMİ ve KUBAT-ABAT SARAYI



Beyşehir'in Alaettin Keykubat Dönemine Doğru

Osman Turan, “Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı yapıtında: “Türk akıncılar Antalya civarına kadar indiler Bu durum imparatoru M.S.1142 baharında tekrar sefere çıkmaya mecbur etti. Bizans ordusu Beyşehir civarına kadar ilerleyip İstanbul-Antalya yolunu emniyete almak istiyordu. Fakat bu havalenin Hıristiyan halkı Türklerle dostluk ve ticaret yapmakta, onların adetlerine uymuş bulunmakta idi. Bu sebeple Yuannis’e itaati ret ve kendisine hakaret ettiler.

İmparator Beyşehir (Karalis) adalarına sığınan ve Sultan Mesut’a bağlı kalan halkı tenkile kara verdi; gemiler inşa ederek adalara sevk etti. Gemilerin bir kısmı fırtınada battı ise de adalar işgal edildi. Sultan’ı tercih eden halkı Konya’ya tatd eyledi” (1)

Osman Turan, aynı yapıtında: “Hıristiyan kaynaklarında inikas eder. Filhakika İskenderiye patrikleri tarihi Sultan Mesut’a ait ‘memleketlerin ve raiyyetin pek çoğu Rum olup iyiliğini ve adaleti dolaysıyla Hıristiyanlar onun idaresine rağbet ‘ ettiklerini kaydeder. Bizans kaynaklarında Hıristiyan ve Bizans’ın tebaası olduğu halde Beyşehir civarındaki halkın M.S.1142 seferinde İmparator Yuhannis’e karşı gelip Sultan Mesut’u tercih ettiklerini belirtmiştir” (2)

(1) Osman Turan, “Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi” 1984, s. 177
(2) Osman Turan a.y. s. 194

Beyşehir Gölü Kıyısındaki Kubadabad Sarayı
Antik dönemde adının Lykaonia olan Konya’nın güneyine düşen, yine antik adı Pisidia adıyla bilinen bölgeden alan üç Pisidia gölünün en büyüğü olan Beyşehir Gölünün güney kıyısında bulunan yer. Bir adı Dipoyraz Dağı olan 2992 metre yüksekliğindeki Anamas Dağı’nı dibine düşen bu yeri görüp beğenen Selçuklu Sultanı 1. Alâeddin Keykubad, Konya’nın yaz sıcağından kaçıp dinlenmek amaçlı 1235’te yaptırmıştır. Ancak Konya’yı Beyşehir’e bağlayan bu yazlık Kubadabad sarayın keyfini çıkartmadan Alâeddin Keykubat bir yıl sonra ölmüştür.

Anadolu Selçuklu hanedanlık yazlık sarayıdır... 
Anadolu Selçuklu hanedanları içinde en etkili sultan Alâeddin Keykubad olmuştur. Fars kökenli Selçuklu tarihçisi İbn Bibi yazılarına göre Alâeddin Keykubad’ın Beyşehir Gölü güney-batı kıyısında, Anamas Dağları eteğinde, Gölyaka (Hoyran) köyüne 3 kilometre uzaklıkta M.S.1236’da inşa edilen Kubadabad Sarayından söz eder.

Beyşehir Gölü Kıyısı ve Nişabur’la kıyaslanması…
Alâeddin Ata Melik Cüveyni’nin M.S.1260 yılında yazdığı “Tarih-i Cihan Güşa” (*) adlı yapıtında: “Eğer gökyüzüyle karşılaştırıp şehirleri yıldızların yerine koysak, Nişabur yıldızların arasında parlak Zühre yıldızının yerini tutar. Eğer onu insan organlarının birinin yerine koymak istersek, hiç şüphesiz gözün yerine koyarız. İnsan Merv-i, Bağdat’ı ve Küfe’yi ne yapsın? Nişabur dünyada insanın gözünün bebeği gibidir”

Çok yaşa Nişabur! Eğer yeryüzünde cennet varsa orası sensin. Eğer sen cennet değilsen, yeryüzünde cennet yok demektir. Bu sözlere benzer sözleri Alâeddin Keykubat, Alanya dönüşü Beyşehir Gölü kıyısına ulaştığında gördüğü güzelliğe hayran kalarak söylediği sözler Bibi. Beyşehir Gölü kıyısına gelindiğinde burasının İran kenti Nişabur’a benzetilmesi:

“Çok yaşa Nişabur! Eğer yeryüzünde cennet varsa orası sensin. Eğer sen cennet değilsen, yeryüzünde cennet yok demektir.” Şiirimsi sözlerin benzerini Alâeddin Keykubat, Alanya dönüşü Beyşehir Gölü kıyısına ulaştığında gördüğü güzelliğe hayran kalarak söylediği sözlerin bir benzerini, Antalya’dan Konya’ya dönüşünde, yol üzerine düşen Beyşehir Gölünün alüvyondan oluşan güney-batı kıyılarına hayran kalır. Şöyle der; “Cennet burası değilse neresidir” diyerek hayran kaldığı orada nasıl bir yazlık saray yapılabileceğini tasarlar, ilgili yerlere bu gölün kıyısına bir saray yapımı için emreder. Bizzat nasıl bir saray yapılacağını da kendisi planlar ve yapıya dair oldukça genel bilgiler bile verir. Sonuç olarak cennet gibi olan bu yöreye Kubadabad Sarayı yapılmış olur.

Hatta Amasya-Babailer isyanında (M.S.1240) Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev zor anlar yaşar, Konya sarayından gizlice kaçarak Beyşehir Gölü kıyısındaki bu yazlık sarayda saklanır bir müddet.

İbn Bibi yazılarında anlatımlarına göre: “Buhayre-i Gurgurum” denilen bu yerin neresi olduğunu ve dahi bahsettiği “Gurgurum” denilen vilayetin neresi olduğu hakkında bir işareti bilgiyle tarif edilmemişti. İş böyle olunca, uzun zaman bu sarayın yeri ve adı terk edilmişlikten bilinmeden kaybolur gider ta ki M.S.1940’lı yıllara Zeki Oral’ın bu yeri bulup alana çıkarana kadar.

O zamanın Konya Müze müdürü M. Zeki Oral’ın Kubadabad Sarayının ören yerini bulup alana çıkarmasıyla 1949 yılında Konya Anıtlar Dergisindeki yazdığı bir makaleyle alana çıkmıştır. Kubadabad Sarayı kalıntıları hakkında araştırmalar sürdürülür ve sondaj çalışmaları yapılır, bulgular ve tarihin alana çıkmasıyla Türk-tarih bilimine zenginlik katışı Belleten dergisinde makaleler halinde yayımlanır. 

Kazılar ve yüzey araştırmalarından anlaşıldığına kadarıyla Beyşehir ve yöresi, yerleşim alanı olarak İ.Ö.6000 ile 7000 yıllara kadar uzanan bir tarihe sahip olduğu bilinmektedir. Yörede iz bırakan Hititler, Frigya, Lidya devletleri üzerine Romalılar, daha sonra Selçuklular eline geçmiştir. Hititlerden sonra en verimli çağını Eşrefoğlu Beyliği döneminde olur.

Eşrefoğulları Beyliği yıkıldıktan sonra Hamitoğullarının eline geçer Beyşehir. Karamanoğullarını eline geçiren Fatih Sultan Mehmet tarafından Beyşehir de Osmanlı topraklarına dâhil edilir.

(*) Alaeddin Ata Cüveyni, “Tarii Cihan Güşa” çevri: Mürsel Öztürk, TTK Yayınları, s.177

Kubat-Abat Sarayı ve Tarihi
Anadolu Selçuklu Türk Sanatı hakkında Alaettin Keym-kubat önemli yet tutar. Birçok yapıtlar bıraktığı Anadolu’da hala ayaktadırlar. Bu yapıtla, Alaettin Keykubat Konya, Kayseri’deki yapıları yanında bizim konumuz Beyşehir’de kendi adını vererek bayındır yaptığı Kubat-Abat sarayıdır.

Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’den aktaran Osman Turan, “Alaettin Keykubat Akdeniz sahillerine doğru hareket etti. Yolda Beyşehir Gölü üzerinde çok hoşlandığı bir yerde kendi adına “Kubat-Abat” mamuresinin inşasına başlanmasını (1) emretti…”

Osman Turan, “Keykubat devrinde medeniyet ve kültür hareketleri, iktisadi kalkınmayı da hızlandırdı. Sultan Alaettin, bu sayede büyük inşaat işlerine girişmiştir. Gerçekten de bu büyük Selçuklu Sultanı büyük şehirleri muhteşem surlarla çevirdikten başka cami, medrese, hastane, tersane, köprü ve kervansaraylar ile Türkiye’yi bezemiştir. Onun inşaatı arasında Alaiye, Beyşehir gölü üzerinde Kubat-Abat şehirleri… 

Kubat-Abat şehri, meyve ağaçları ve yeşillikleri, suları, havası ve gölün manzarası ile çok şirin bir yer idi. Bu güzel yer Sultan’ın dikkatini çekince, o zaman mimar ve av işleri emiri bulunan Saadettin Köpek’e burada, bu güzel yerde, bir mamure yapmasını emretti. Sultan kedi düşüncesine göre bu şehrin plan ve resimlerini  (suret-i nüsha) yaptırdı ve her mevkide bir saray resmi koydurdu. Sadettin Köpek, padişahın arzusuna göre, az bir müddet zarfında mukavves kemerleri ve mukarrnas eyvanları ile ruha ferahlık veren köşkler, güzel manzaralar, hoş havuzlar ve çardaklar yaptı. Duvarlarda renkli tezyinatı ve çeşitli süsleri ve resimleri ile firuze ve lacivert renkleri ile alami semayı andırıyordu.

Her köşesinde gül suyu gibi akan çeşmeler vardı; bunlardan biri göl tarafına akıyordu. Önünde bir bağ ve Çin ipeği gibi dalgalı mavi deniz bulunuyor ve uzaktan cennet gibi bir manzara beliriyordu.

Alaettin Keykubat, kışı Akdeniz sahillerinde geçirip, M.S.1228 senesi baharında Erzincan seferi için Konya ve Kayseri’ye dönerken, yolda Kubat-Abat’a uğradı; inşaatın tamamlandığını gördü ve çok beğendi. Buada avlanıp ‘kuy ve çevgen’ oynamakla bir ay kaldı. Sultan her sene Akdeniz sahillerine gider ve oradan dönerken bir müddette burada yaşar; eğlenir ve dinlenirdi. (2) Tarihçi İbn Bibi, Sultan Alaettin’i anlatırken, onun beğenerek dinlendiği, kışlamak üzere Akdeniz sahiline giderken, bu bölgenin bağlarını, meyve bahçelerini gölünü ve köşklerini anlatmıştır yapıtında. Yazları ise Alaettin Keykubat’ın Kayseri de yaptırdığı “Devlet-hane” oturduğunu, daha sonra ise kente bir fersah uzakta M.S.1225’te inşa ettirdiği “Keykubadiye” sarayına çekildiğini yazmıştır.

Beyşehir gölü kıyısında 1. Alaettin Keykubat (Sultanlı 1220-1237) tarafından inşa ettirilen Kubad-Abad” sarayı ve külliyesi; Selçuklu Sultanlarının Konya’dan Antalya’ya geliş gidişlerde kullandıkları saray statüsündeydi. Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’nin kaydına göre av emiri ve mimar olan Sadettin Köpek’in 1. Keykubat’ın istekleri doğrultusunda yaptığı Kubat-Abat”  sarayının hemen batışındaki düzlükte onunla yeni adı taşıdığı anlaşılan bir de yerleşim ortaya çıkmıştır. (3) 1. Keykubat’tan sonra, 2. Gıyasettin Keyhüsrev ve diğer Selçuklu sultanları da ikamet olarak bir süre kullanmış, Anadolu’da Moğol karışıklıkları başladığında pek kullanılmaz olmuştur; unutulmuştur.

Beyşehir Gölü kıyısına ikinci bir kalıcı eser, 13. Yüzyıl sonlarına doğru Selçuklu sultanları tarafından önce Sahip Ata oğullarına, ardı da Eşerfoğullarına ikta olarak verilmiş olduğu görülüyor. 2. Keykavus’un iktidardan düşürülmesiyle M.S.1266’ya kadar tek başına Selçuklu tahtına oturan 4. Kılıç Aslan zamanında, Sahip Ata’nın oğulları Kütahya, Sandıklı ve Akşehir ile birlikte Gorgorum yöreleri ikta olarak verilmişti. (4) Bu arada güçten tamamen düşmüş, hiçbir yaptırımı olmayan Selçuklu sultanları kendi aralarında çekişirken, biz dönelim Eşrefoğlu Süleyman Bey’e.

M.S.1289’da ayaklanan Eşrefoğlu’na karşı harekete geçen 2. Mesut, “Viranşehir’e” gitmiştir. Anonim tarihin anlattığına göre, “Süleymanşehir” daha sonra “Beğşehir” adı verilen yer olsa gerek Selçuklu sultanları aralarında sürekli taht ayaklanmaları sonucu ve Moğol emirlerinin keyfi müdahalesiyle geçen son dönemler, Selçuklu sultanlarının Kubat-Abad’a bir daha hiç uğramadıkları; unutulmuş olarak atıl kaldığını göstermekte. Zaten devlette fiili olarak 1277’den sonra Moğolların hâkimiyeti alanına girmiştir.

Sonuç; devlet idaresinde ellerinde hiçbir şey kalmayınca, Selçuklu Sultanları öylesine yoksullaşmaya başlarlar ki, 3. Alaettin Keykubat Moğollarla bir olup, kendi ülkesini soymaya, zenginlerin mallarını gasp etmeye başlamıştı. (5) Demek ki bu şartlar altında Kubat-Abad kimsenin aklına gelecek durumda değildir artık, Kubat-Abad’a sığına olduğu sanılmamaktadır.

Sonuç; Alaettin Keykubat, imar edilmiş bir Anadolu miras bıraktıktan sonra, Anadolu Selçukluları sekteye uğrayarak Alaettin Keykubat’tan altı yıl sonra, Moğollara karşı Kösedağ savaşı ile Selçuklu devletinin yazgısı ivedilikle değişmeye başlar.

Bu konuda Vezir Mühezzibüddin Ali’nin Amasya Kadısı olan Fahretti’e söylediği sözler bu durumu nedeni anlamaya yeterlidir Bu akıllı vezir bozgun üzerine Amasya’ya varınca kadıya olayı gözyaşları ile herkesin ağlayışı karşısında anlatırken:

”Memleket işleri ve saltanat ahvali sultanın akılsızlığı, gençliğe ve nadanlığa, ayak takımı ve rezillerle oturup kalkması sebebi ile derekeye düştü; aşırı eğlencenin uğursuzluğu yüzünden bu hale geldi. Diye ifade kullanmıştır. Böylece felaketin ana nedenini belirtiyordu”.

Miroir Historial’da Beauvais’ye göre: “Türklerin mağlubiyetine hayret etmemelidir. Zira muharebenin başladığı gece sultan tamamıyla sarhoş idi. Sultanın kifayetsizliği, eğlenceye düşkünlüğü yanında şaşkın ve korkak tabiatı da kusurları arasında idi. Nitekim bu korkaklık sebebiyle Babai hareketinde asiler henüz Sivas tarafında iken Konya’da bile kendisini güvende hissedememiş; Kubat-Abat (Beyşehir gölü) üzerinde bir adaya sığınmıştı. Esasen Moğollara karşı bütün dünyada husula gelen korku ve yerleşen aşağılık duygusu, Türkler üzerinde de etkisini gösteriyor; onların yenilmez bir millet olduğu kanaati bütün dünyaya yayılmış bulunuyordu” (6)

Moğolların saldırıları sonrasında Anadolu’da istilanın dehşetin karşında halk ve daha çok zenginler şehirlerinden kaçarak daha güvenli yerlere taşınırlarken, bütün yollar perişan kaçan insanlarla doluydu. Selçuklu sultanı Gıyasettin Keyhüsrev kaçanların başında geliyordu. Babai isyanı sırasında Beyşehir Gölünde bir adaya veya Kubat-Abat sarayına sığınmıştı.

Bu kez de Tokat’tan Ankara’ya oradan da Antalya’ya gitti. Orada da kendisini emniyette görmeyince, Menderes havzasına vardı, Ancak Sulu bu durumu öğrenince Konya’ya döndü. Oradan ailesinin bulunduğu Kayseri’ye gelerek, hazinelerini, anasını kızını, cariyesini ve hizmetçilerini yanına alarak Klikya’ya kaçtı. Selman Zebil 2019 Antalya

(1) Osman Turan a.y, s.354
(2) Osman Turan, İbn Bibi’den aktarma, a.y. s.397
(3) İbn Bibi El Evamürü’l-Alaiye Fi’l-Umuri’l-Alaiye (Selçuk-Name) TCKB yayınları Mürsel Öztürk 1996, Ank. S. 362-363 100 metre arada
(4) Kerimüddin Mahmut-i Aksayai, “Umuri’l-Alaiye” (Selçuk-Name) Hazırlayan Mürsel Öztürk, TCKB Yayınları Ank. 2000, s. 56, Aktaran Ali Osman Uysal, “Eşrefoğulları Beyliği, TTK yayınları, s.75.
(5) Keramüddin Mahmut Aksarayi a.g.e. s. 227-236
(6) Osman Turan aktaran, ”Selçuklular Zamanı Türkiye” s.438


20 Aralık 2018 Perşembe

BEYŞEHİR'E TÜRKLER YERLEŞMEDEN ÖNCEKİ TRİHİ

BEYŞEHİR EŞREFOLLARI TARİHİ’NE GİRİŞ’TEN ÖNCE
                           (İlk Çağlarda Beyşehir)

Türklerin eline geçmeden önce Beyşehir ve dolayları Anadolu’da bilinen en erken yerleşim yerlerinden biridir. Araştırmalara göre günümüzden 10 bin yıl kadar uzanan bir tarihe sahiptir. Anadolu’da ilk köy tipi yerleşimlerin ortaya çıkışı da Beyşehir yöresinde başlamıştır. 1. 4. Jeolojik zamanda sıcaklığın artması ile Anadolu’daki kapalı havzalarda bulunan göllerin suları yavaş yavaş azalmaya başlamış, göllerin seviyelerinin düşmesine bağlı olarak çevrelerinde tarıma uygun geniş alanlar ortaya çıkmıştır.

Tarih boyunca insanlar uygarlıklarını su kıyılarında kurmuşlardır. Böyle olunca Beyşehir Gölü kıyısında, göl suları belirli bir seviyeye çekilince, ortaya verimli topraklarında çıkmasıyla buralarda ilk yerleşimleri kurmaya başlanmıştır. Dahi, Neolitik Döneme ait bu yerleşimler çoğunlukla İç Anadolu’da göller yöresinde kurulmuş, ilk tarım da İç Anadolu bölgesinde başlamıştır. İç Anadolu bölgesinde en kapsamlı yerleşim yeri başta Çatalhöyük olmuştur.

Beyşehir Gölü’nün doğu kısmında yer alan Erbaba yerleşim yeri olur. Yine bir başka, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde bulunan Çukurkent civarında buluna eski yerleşim yeri bulunmaktadır. 

Proneolitik ve Neolitik çağlarda iklimin bir hayli yağışlı ve serin olduğu dönemlerdir. Daha tahrip edilmemiş ormanlarda vahşi hayvanların yaşadığı çağlarda, insanlar, Bataklıklar ve yırtıcı vahşi hayvanlardan kendilerini korumak için bulundukları düzlüklere höyükler yapıyorlardı yırtıcı, vahşi hayvanları takip çok iyi korunmak için yapıyorlarmış höyükleri. Dahi, bu yığma höyüklerde barınaklarını da yapmışlar ve yiyecek tahıl ambarlarını da buralarda yapmışlardır. Ayrıca Beyşehir gölündeki balıklardan yaralanmışlardır. 

Bilindiği gibi Neolitik Dönemin en önemli özelliği insanların toplayıcılıktan üreticiliğe geçiş dönemine girmeleridir.  Kanıtı, bu döneme ait yerleşim yerlerindeki kazılarda arpa, buğday, mercimek gibi tahılların yetiştirildiği, sulama tarım yapıldığı ortaya arkeologlar tarafından çıkarılmıştır.

Beyşehir Gölü Havzası hakkında yapılan çalışmalar, bölgenin Neolitik Çağ sonrası yerleşilmeye başlanılmıştır. Kazılarda, Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı’na ait çok çeşit sayıda malzeme bulunmuştur. Bu da bize bölgede insan varlığının binlerce yıl sürdüğünü göstermekte olduğuna dair kanıttır..

Beyşehir Gölü Havzası, en kapsamlı uygarlık çağını Hitit İmparatorluğu Dönemi’nde yaşamıştır. Buda bize gösteriyor ki, Hititler dönemine ait, kalıcı arkeoloji anıtlarıyla herkesin bildiği tarihi Eflatun (*) Pınar ve Fasıllar anıtlarıdır. Bu iki önemli anıtı bu topraklar yüzyıllardır korumuştur. Maalesef Beyşehir yöresindeki bu yüzlerce yıllık anıtlar önemsenmemiş; varlıkları dünyaya ancak 20. Yüzyıla kadar duyuramamıştı.

Hitit Egemenliğinden son bulduktan sonra bölge, Demir Çağı yaşar. Beyşehir ve çevresi bu çağda, Frigler’in hâkimiyet alanına girer. M.Ö. 7. yüzyılda Lidyalılar, M.Ö. 546’da Persler, M.Ö. 333’te Makedonyalılar, M.Ö.120’de Romalıların egemenliği altına girer. En son da, Bizanslıların hâkimiyetinden Türklerin eline geçmişti.

Beş metre yükseklikte 0x095 boyutunda, üzerinde Grek harfleri
yazılmış son satırlık Yunanca bir kitabedir. Kitabeye göre Lukyanus 
(Lukianus) adlı bir genç ölmüş. Ailesi hatırasını yaşatmak için
bu abidenin önünde at yarışları yapılmasını istemiş, yarışları nasıl
yapılacağını da bu kitabede belirtmiştir.
Strabon, (3) “Antik Anadolu Coğrafyası” yapıtında, tarihi adı Karalis olan Beyşehir Gölü, onun küçüğü de tarihi adı Trogitis olan Suğla Gölü olmak üzere iki gölden söz eder. Bazı kaynaklarda eskiçağlarda bu gölün daha büyük olduğu ve sonradan küçüldüğü ve şehir merkezinin önemli bir kısmının eskiden su altında bulunduğu dair söylenceler vardır. Beyşehir, bu dönemlerde göller bölgesinin büyük bir bölümünü kapsayan Pisidia sınırları içerisinde gösterilmektedir

Pisidia bölgesinin sınırları kesin olarak saptanamamış olsa da kuzey ve kuzeybatıda Phrygia, doğuda Lykaonia, batıda Milyas Kabalis, güneyde Pamphylia, güneydoğuda Isauria ve Kilikia bölgeleriyle komşudur (4)

Uzun süredir Bizans yönetiminde olan Beyşehir ve yörelerinde 11. Yüzyılda itibaren görünmeye başlarlar. Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan, 1071’de Malazgirt Zaferinden öncesi çoktan Türkmenler Doğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgelerinde yayılarak dolaşmaya başlamışlardı ama güvencede değillerdi. Ancak Alpaslan’ın Malazgirt Savaşından sonra Bizans ordusunda umutsuzlukla güç kaybetmeye başlaması sonucu Türkmenler için Anadolu güvenli hale gelmeye başlar. Bizans’ın güvencesi azaldıkça, Türkmenlerde özgüven armasıyla Anadolu’ya seller gibi akmaya başlarlar.  

Büyük Selçuklu Türkmenleri Orta Anadolu’ya kadar kısa sürede yığılmaya başladığında henüz Beyşehir uç bölgesi durumundaydı. Beyşehir ve çevresinde ve göldeki adalarda Türkmenler ile ticari ilişkiler içinde Rumlar yaşıyordu. Böylece zamanla bölge Türk âdet ve geleneklerini benimsedikleri belirtilmektedir (5)

Bizans Kaynaklarında Beyşehir ve Gölü
Bizans kaynaklarında Beyşehir adı şöyle geçer: “İmparator İoannes, Phrygia kenarından geçerek Attalos’un harika şehri Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayişi kurmak için burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk boyunduruğuna boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında hemen hemen bir deniz kadar büyük Pusguse (Karalis Bugünkü Beyşehir) Gölü de vardı. Gölün içinde birçok yerden sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olmakla beraber, bunlar o sırada kayıkları aracılığı ile Konya Türkleriyle canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.

Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar adet ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman olarak görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor, bunlar akıllarını yitirmişçesine davrandılar, imparatora küfürler savurdular ve adalarını koruyan su engeline güvenip onun emirlerine açıkça karşı koydular. İmparator her ne kadar bunlara, gölün eskiden beri Bizans’a ait olduğunu eğer gerçekten istiyorlarsa, adaları boşaltıp açıkça Türklerin tarafına geçmelerini söyledi.

Eğer böyle yapmayacak olurlarsa imparator gölün, belki de uzun bir süre Bizans Devleti için kaybedilmesine hiç bir surette tahammül etmeyecekti. Fakat sözlerinin bir yararı olmadı. Bu yüzden de imparator icraata geçti. Gezi ve balıkçı kayıklarını birbirine bağlayarak sallar yaptırdı. Surları yıkan koçbaşlarını bunların üzerine yükleyerek müstahkem adalara karşı sevk etti. Böylece bu adaları zapt edebildi. Ama bu arada Bizanslılarda bazı felaketlere uğramaktan kurtulamadılar. Birkaç kez, gölde patlayan fırtına salları sürükleyip parçaladı, bunların yükü ya suların derinliğine gömüldü, yâda dalgalarla sürüklenip kayıplara karıştı.” (6)

Bizanslar için İstanbul-Antalya arasında kalan yol hattının stratejik en önemli bölgelerden biriside Beyşehir idi. Türklerin eline geçtikten sonra da Beyşehir stratejik önemini yitirmemiştir. Öneminden dolayı olsa gerek Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat’ da Beyşehir Gölü batı kıyısına bir saray inşa ettirmiştir.

Alaettin Keykubat tarafından Konya-Antalya yolu üzerinde bulunan Beyşehir Gölü kenarında Anadolu Selçuklu Sultanı Alaettin Keykubat tarafından inşa ettirmiş olduğu şehir-saray uzun süre unutulmuş, maalesef acıdır ki, nerde olduğu dahi bilinmiyordu. Eşrefoğlu Süleyman Bey’in tarafından Eşrefoğlu Beyliği kurulduktan sonra 13. Yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluların yazlık idari merkezi olan Kubadabad Sarayı Moğolların Anadolu’yu istilaları sonucu kasıp kavurmalarıyla terkedilmiştir, uzun yıllar unutulmuş gitmişti. Bu unutma işi ve tamamen terkedilmesi, şehrin kurucuları ve varlık nedeni olan Anadolu Selçukluları yönetici ve askerî sınıfının ortadan kalkması sonucunda gerçekleşecektir…

Kubadabad’ın ayakta olduğu dönemlerde; Anadolu Selçukluları tarafından çeşitli hizmetlerine mükâfat olarak kendilerine malikâne tarzında yerler verilmiş olan emirler siyasî durumdan surların Romalılar veya Bizanslılara ait olabileceğini ve bazı yerlerde duvar yüksekliğinin 2-3 metreden fazla olduğunu ifade etmektedir. Faydalanarak merkezle olan bağlarını koparmak suretiyle müstakil beylikler kurmuşlardır.

Kubadabad Sarayının Bunuşuna Dair birçok iddialar 
Rüçhan Arık, Kubadabad ile ilgili eserinde Kubadabad’ın keşfedilişi başlığında bu konuya değindikten sonra, 1908 yılında demiryolu güzergâhı için Anadolu’da araştırmalar yapan Graf Von Schweinitz tarafından görüldüğünü. Hatta Kız kalesinin bir fotoğrafının yayınladığını fakat neresi olduğu keşfedemediğini (7) söylemekte ve bu konuda Zeki Oral’ın ilk tanıtma yazılarını yazdığını dile getirilmektedir.

Kubadabad Sarayı bulunduktan sonra sarayla ilgili birçok yayın yapılmıştır.
Osman Turan tarafından dönemin kaynaklarına dayanılarak Beyşehir Gölü civarında olabileceği işaret edilmiş (8), daha sonra yeri Zeki Oral tarafından tespit edilmiştir. (9) İsmail Hakkı Konyalı ise, Kubadabad sarayının yerini kendisinin bulunduğu iddia eder. (10) Konyalı, “Kubadabad Sarayı yapıldıktan sonra burada aynı adlı şehrin ve vilâyetin çekirdeği olduğunu, bu civarda bir köyde bulunan mescit kitabesine göre de sarayın; kuruluşundan on sene kadar sonra vilâyet merkezi haline geldiğini” söylemektedir.(11)

Ruşen Arık, “Kitabeye göre 1235 yılında bu vilâyetin valisi Bedreddin Sütaş adındaki kişidir.” Diye açıklanıyor ve Kubadabad Sarayının bulunduğu yer tarif ediyor, şöyle, “Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında, Torosların bir kolu olan Anamas Dağları’nın eteklerindeki küçük alüvyon ovasında, göle doğru çıkıntı yapan kayalık tepe ile toprak tol denen bronz çağı höyüğü çevresine yayılan bir külliye, bir site harabesidir. Eski adıyla Hoyran, bugünkü adıyla Gölyaka denilen, Beyşehir’e bağlı beldenin 3 km kadar kuzeyindedir.” Diye tarif eder.(12)

Mehmet Yusufoğlu, “Kubadabad şehri Selçuklulardan sonra terkedilmiş olsa da, bölge halkı Selçuklu kültürüne ait örnekleri hala yaşatmaktadır. Örneğin Beyşehir Gölü’nün batı kıyısında bulunan ve o dönemde Kubadabad şehrinin mahalleleri durumunda olan Hoyran, Kurucuova, Muma ve Bademli köylerinde Selçuklu devri yemeklerinden olan  ‘Tutmaç’  adlı yemeğin hala yaşadığı söylenmektedir. 

Beyşehir’in En Eski Tarihinden Günümüze
Tarih, toplumların binlerce yıllık gelişim süreçlerini kayıt altına alana olgudur. Tarihi süreç içinde oluşan kültür yapılanması, kimlik kazanılması, birlikte yaşam, birlikte yerleşim yerlerinin oluşturulması, geçmişten beri süregelen insanlık yaşamı içinde kıyasıya mücadeleleri, savaşları, barışları, ilişkileri ele alan tarih, sosyal, kültürel ve aile ilişkileri tarihi kayıtlardan öğrenmektedir insanlar…

Tarihi, Pisidya bölgesi sınırlarında bulunan Karalis, Gurgurum, Pisidia Bölgesi’nin sınırlarını “Pisidialılar Pamphylia Ovası’nı çeviren dağlık arazide oturuyorlardı”  Bu dağlık bölgenin sınırları tarihte çok kez değişmiştir. Ancak Burdur, Eğridir ve Beyşehir göllerini içine alan, güneyde Antalya ile sınırlanan coğrafi bölge olarak tanımlanabilir

Anadolu’nun en önemli Hitit kentleri ve eserlerinin bulunduğu Pisidia Bölgesi’nde bulunmaktadır. Bu bölgede en önemli yeri ise Beyşehir ilçe sınırları içerisinde bulunan Eflatun pınarı ve Fasıllar Anıtlarıdır. M.Ö. 9. yüzyılın sonlarına doğru Frig sınırları içerisinde yer alan Pisidia Bölgesi, Frig etkisi, Hıristiyanlığın başlangıcına kadar sürmüş olduğunu gösteren epigrafik buluntular vardır. Frigya çöktükten sonra M.Ö.1579 yılından M.Ö. 548 tarihine kadar yaşamış olan Lidya’nın hâkimiyetine girmiştir (13)

M.Ö.547-546 yıllarında Perslerin Anadolu’yu ele geçirdiği tarihe kadar Pisidia’nın Lydia yönetiminde kalmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bölge bu tarihten itibaren, Bütün Anadolu toprakları gibi, Büyük İskender’in Anadolu’yu fethine kadar Pers yönetimindedir.

Osman Turan’a göre, Beyşehir ve çevresinin Türklerin eline geçmeden önce, uzun bir süre Bizans hâkimiyetinde kalmış, Türklerin ancak Beyşehir bölgesindeki varlığının 11. Yüzyılın sonlarına doğru denk gelmiş olduğu bilinmektedir.

Konya, Anadolu Selçukluları kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Bizanslılardan alınmıştır. Süleyman Şah, Konya ile birlikte Konya’nın batısındaki Takkeli Dağ’daki Kevele kalesi ile birlikte birçok kaleyi de ele geçirmişlerdir.

Selçukname’ye göre Kevele kalesi ve batısındaki Pisidia kaleleri de aynı yıl veya bir yıl sonra alınmıştır. Pisidia’daki Krallığa (Viranşehir), Gurgurum, Misthia (Fasıllar), Vasada (Yunuslar) ve başka bütün kaleler 1078 veya 1079 yılında Anadolu Selçuklularının yönetimi altına alınmış, 1219 yılından itibaren istikrarı bir biçimde idare edilmiştir, ta ki, ülke Moğol istilası sırasına kadar.

1. Alaattin Keykubad’ın ölümü ile Selçuklu Devletinde siyasi kargaşa yaşanmış (Osman Turan, 1984), Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol istilası ile güç kaybetmesi üzerine Viranşehir, Anadolu’ya Selçuklularla birlikte gelen, Eşrefoğlu Süleyman Bey’in idaresine geçmiş ve Süleymaniye, Süleymanşehir, Beyşehir adını almıştır.(14)

Osmanlı Sultanı 1. Murat Beyşehir’de…
13. yüzyıldan itibaren Beyşehir, Anadolu Selçukluları, Karamanoğulları, Eşrefoğluları, Hamitoğulları ve Osmanlıların hâkimiyetine girmiştir. 1466 yılına kadar Osmanlılarla Karamanlılar arasında pek çok kez hâkimiyet değiştirmiştir. Beyşehir’in Osmanlılara ilk geçişi 1. Murad zamanıdır. Tarihi kaynaklarda şöyle, 1. Murad burayı “Hamit oğlu Hüseyin Bey’den, Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Karaağaç ve Isparta’yı şer’i usulle sattı. Murad Han Gazi adamlar gönderdi. Satın aldığı ülkeyi idare etmeye başladı. Hisarlarına kendi kullarını koydu. Etrafını da kendi beratıyla tımar olarak dağıttı. Bu fethin süresi 28 Mart 1380-16 Mart 1382 kadar sürdü”

Dr. Nazmi, 1922 yılında yayımlanmış olduğu kaynakta, Sultan 1. Murat’ın Hüdavendigar memleketini, Karamanoğlu Alaattin Ali Bey’in tecavüzünden kurtarmak maksadıyla Konya’ya geldiğinde Beyşehir’e de uğrayıp Eşrefoğlu Camiin hünkâr mahfilinde namaz kıldığı ifade edilmektedir. (15)

1389’da Karamanoğlu Alaeddin Bey, 1392’de Yıldırım Bayezid, 1402’de Karamanoğlu 2. Mehmet Bey, 1414’te Çelebi Sultan Mehmet, 1435’te Karamanoğlu İbrahim Bey, 1436’da 2. Murad tarafından alınan şehir, 1466 yılında kesin olarak Osmanlı yönetimi altına girmiştir. (16)  SELMAN ZEBİL 2018

Kaynakçalar:
(*) Eflatun Pınar Anıtı, bazı kaynaklarda kutsal bir anıt olarak nitelendirilmektedir. Buradaki kaynak, büyük bir güçle topraktan fışkırır ve doğal bir kaya seti ile toplanarak çok küçük ölçüde bir kaynak gölü oluşturur. Hititler bu küçük gölün kıyısına önyüzünde kabartmalar olan bir kült düzseti yapmıştır. Anıtın resim ve çizimleri için Bkz. Rudolf

1) Beyşehir Bölgesinde bulunan tarihi kalıntı Eflatun,
(2) Hasan Bahar, Demir Çağı’nda Konya ve Çevresi, Konya 1999.
(3) Strabon, “Antik Anadolu Coğrafyası” çev. Adnan Pekman, İstanbul 1993, s.49-50’de
Strabon, Psidialılar için, “Bu insanların çoğu Torosların tepesinde oturur, fakat bazıları da Pamfilya kentleri olan Side ve Aspendos’un üst tarafında, zeytin ağaçlarıyla dolu tepelerde otururlar” demektedir. Pisidialılar hakkında Strabon, “Anadolu”, s.52-54.
(4) Mehmet Özsait,” İlk Çağ Tarihinde Pisidya;” Ve “Helenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul 1985; Veli Sevin, “Anadolu’nun Tarihi Coğrafyas”ı 1, Ankara 2001, s.153-155.
(5) Osman Turan, “Türkiye”, s.177. Fuad Köprülü, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, Ankara 1994, s.79; W. M. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev. M.Pektaş), İstanbul 1961, s.82.
(6) Niketas Hkoniates, Hıstorıa, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 1995, s.24-25.
(7) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, İstanbul 2000, s.44
(8) Osman Turan, “Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Metin, çev. ve Araştırmalar”, Ank. 1988, s.14
(9) M. Zeki Oral, “Kubadabad Bulundu”, Anıt, s. 10 Kasım 1949; ve M. Zeki Oral, “Kubadabad Çinileri”, Belleten, S.66, Ankara 1953
(10) İbrahim Hakkı Konyalı, “Kubadabad Sarayı Beyşehir”, s.170;
(11) İbrahim Hakkı Konyalı, Beyşehir, s.165-193,373;
(12) Rüçhan Arık, “Kubadabad Sarayı”, 2000, s.45 ve 48
(13) Mehmet Yusufoğlu “Selçuk Devri Yemekleri Herise ve Tutmaç”, Konya, Anıt, S.16,1950, s.11
(13-14) İbrahim Hakkı Konyalı, 1991
(15) Dr. Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası”, Ankara 1922, s.155.)
(16) Mehmet Akif Erdoğru,”Osmanlı Yönetiminde Beyşehir” Sancağı1992)







16 Aralık 2018 Pazar

BEYŞEHİR TARİHİNDE EŞREFOĞLU BEYLİĞİ


BEYŞEHİR'DE EŞREFOĞULU SÜLEYMAN BEY ve EŞREFOĞLU CAMİİ TARİHİ

Selçuklu Sultanı 3. Keyhüsrev’in annesi, Eşrefoğlu Süleyman Bey’i saltanat naibliği, Karamanoğlu Güneri Bey’i ise beylerbeyi görevi ile Konya’ya çağırdı. İsmail Hakkı Konyalı, “Akşehir Tarihi”(*) adlı yapıtı, Kendilerine bağlı Türkmenler ile birlikte şehre gelen Süleyman ve Güneri Beyler, iki şehzadeyi 15 Mayıs 1285’te tarihi törenle Konya Selçuklu tahtına oturttu. Ancak, bir süre sonra Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali’ye mensup olan Has Balaban, ordusu ile Konya üzerine yürüyünce Karamanoğlu Güneri Bey Karaman topraklarına dönerken, Eşrefoğlu Süleyman Bey de önceki Beylik merkezi Gorgorum’a (Gökçimen köyü) çekildi.

1288’de Selçuklu-Moğol ortak ordusu Karaman’a karşı harekete geçtiler. Larende (Karaman) bölgesini tahrip etmeye başladı… Yine de her iki müttefik olan Süleyman Bey, Güneri beyler gelen tehlikeyi sezdiler, hemen Konya’ya haber göndererek Selçuklu Sultan 2. Mesut’tan özür dilemek istediklerini açık bir dille barış istediler. Bu istekleri yerine getirmeleri için Sultan 2. Mesut, tahtında Eşrefoğlu Süleyman’a ve Karamanoğlu Güneri Bey’e eli öptürüp itaatlerini aldıktan sonra yerlerine geriye dönmelerine izin verdi.

Tatlıya bağlanan barış görüşmelerinden sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey, döndüğü ülkesi Gorgorum’dan (Beyşehir yakınlarındaki Gökçimen) taşındığı, daha sonra Beyşehir’de, İçerişehir adı verilen yerde imar işlerine başlar. Bu şehir çevresi surlarla çevrili, kale kapısından kente giriliyordu. Hala ayakta olan sadece o kale kapısı kitabesinde 1290 tarih ile dört satırlık bir yazı yer alıyor. Yazıda: Buranın Eşrefoğlu Seyfettin Süleyman Bey tarafından inşa ettirildiği. Sultan 2. Mesut’un adının da bulunduğu kitabenin ilk satırındaki söz, şehrin bu sıralarda Süleyman Bey’in adına nispetle, “Süleymanşehir” diye anıldığını göstermektedir. Süleyman Bey’in kitabede “Emirü’l-Kebirir’lmu’azzam” olarak anılması da dikkate değer.

Süleyman Bey, şehrin imarı ile meşguldü. Beyşehir-İçerişehir denilen yerde, hala kalıntıları görkemli bir biçimde ayakta duran, camisi, kadınlar ve erkeklere has şırıl şırıl suları akan hamamı, hanı, Eşrefoğlu Camisi karısında bulunan otuz bir dükkânlı bulunan bir bedesteni bulunmaktadır.

Eşrefoğlu Camii birinci kitabede Caminin yapılıma başlaması M.S.1297 yazken, büyük kapıdan içeri girilen kemer üzerindeki ikinci kitabede ise caminin yapımının bitimi ise M.S.1299’da tarihinde tamamlandığını yazmaktadır.

Eşrefoğlu Süleyman Bey, M.S1299 veya M.S.1300’de Bağımsızlığını ilan etmiş Beyşehir’de Selçuklu Sultanı Gıyasettin 2. Mesut adına Süleyman şehrinde gümüş dirhem sikkeler kestirmişti. Daha önce de Sultan 3. Alaettin adına gümüş sikkeler kestirmişti. Ondan sonra Eşrefoğlu Süleyman Bey, Ağustos M.S.1302’de ölmüştür. 
 
(*) İsmail Hakkı Konyalı, “Akşehir Tarihi” adlı yapıtı s.54

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...