26 Ekim 2022 Çarşamba

GASPIRALI İSMAİL'İN YAŞAMI ve "DARRÜRRAHAT MÜSLÜMANLARI" ADLI ÜTOPYASI




Gaspralı İsmail’in Yaşamı ve “Darürrahat Müslümanları” Adlı Ütopyası Yazılarından

Yıl 1865, aylardan Şubat; Rusya’nın Selanik Konsolosu Leontyev’in raporunda şöyle geçiyordu:

“Trakya’da 700 haneyi vuran bir sel felaketi yaşandı… Her millet kendi felaketzedelerine ilgi gösterdi… Ermeniler soydaşlarına, Museviler kendi dindaşlarına, Ortodokslar ise Bulgarlara ve Yunanlara sahip çıktı… Herkese kiliselerde yemek veriliyor… Görüldüğü kadarıyla, zavallı Müslümanlar herkesten daha perişan durumdalar. Çünkü onlara sahiplik edecek hiçbir merci yok”

Yıl 1851, günlerden Nevroz, Kırım Yarımadası’nın güney ucunda, Bahçesaray’da Kafkasya Genel Valisi’nin tercümanı Mustafa Alioğlu’nun İsmail adında bir oğlu dünyaya gelir. O sonradan babasının soyluluk unvanına istinaden Gaspıralı İsmail ya da İsmail Garpinski diye anılacaktır.

İsmail önce, İslami kurallara göre eğitim veren bir okulda okur, ama anadilini bile öğrenemez. Sonra Moskova’da askeri okula devam edecektir. Ne var ki okulu bitiremez, çünkü Girit’teki Rum ayaklanması nedeniyle zorluklar yaşayan Osmanlı ordusuna yardım etmek için okuldan kaçar; 40 günlük bir yolculuktan sonra tam gemiye binmek üzereyken yakalanır… Geri gönderilir ama Moskova’ya da dönmez.

Gaspıralı, Önce Bahçesaray’da öğretmenlik yapar, Rus edebiyatı ve siyasetiyle ilgilenir. A. Herzen, D. Pissarev, N. Çernişevski, W. Belinski gibi Rus devrimcilerinin (Narodnikler) eserlerini ardı ardına okur ve çok etkilenir; onlar gibi halkçı olur.

Gaspıralı İsmail’in Paris Yılları
1872 yılında Kırım’dan ayrılarak önce İstanbul’a, oradan Viyana’ya ve Stuttgart üzerinden Paris’e geçer. Gaspıralı Paris’te iki yıl kalır. Ekmeğini kazanmak için ne iş olsa yapar; bir ara ünlü yazar Turgenyev’in sekreterliğini de yapar. Yerinde duramaz, Avrupa’nın kültür hayatını öğrenmek arzusuyla gezer ve okur; önce edebi, sonra siyasi ve ardından da felsefi eserleri. O yıllarda Paris de çok hareketlidir. 1871 Paris Komününün yıkılmasının üzerinden henüz bir yıl geçmiştir. İlerici ve sosyalist akımlarla tanışır. Her yere girip çıkar, Genç Osmanlılarla da ilişki kurar.

Türk ve Müslüman’sa Sahipsizdir
Rusya’da yaşayan Türklerin en büyük umudu, Osmanlı Türkleriyle birleşmek ve kurtarılmaktır. Bu amaçla, Kırım’dan İstanbul’a gelen, Gaspıralı İsmail 1874’teaskeri okula kaydolmak için İstanbul’a gelir, amacı Türk ordusunda subay olmaktır. Rus elçisinin müdahalesi sonucu başvurusu kabul edilmez.

Zor günlerdedir imparatorluk; 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti dağılmaktadır. Osmanlı aydınları ise ortak bir örgütte buluşamayacak kadar dağınıktır. İşte böyle şartlarda Gaspıralı, hem Türk aydınlarıyla birleşmek hem de Rusya’da yaşayan Türklerin öncü kesimlerini aydınlatmak için güçlü adımların atılması gerektiğinin bilincine varır. O halde 19. yüzyıl Türkçülüğü, sadece Aydınlanma ve çağdaşlaşma sürecinin değil, aynı zamanda ulusal varlığın korunmasının da ifadesi olarak doğar.

Gaspıralı İsmail iki yıl sonra Kırım’a döner, halkı tanımak için köyleri dolaşır, Rus halkçıları gibi o da halkın arasına karışır, Türk köylülerinin hayatını paylaşır. Bu arada Türk ve Rus gazetelerine Molla Abbas takma adıyla makaleler yazar. Halk Gaspıralı’yı bağrına basar, Bahçesaray’ın belediye başkanı olur. Beş yıl görevde kalır. Ama onun esas amacı halkı ve özellikle de köylüleri aydınlatmaktır. Okullar kurmak, gençleri eğitmek ve gazete çıkarmak için yetkililere başvurur. Gazete başvurusu, yayın Rusça-Türkçe olmak kaydıyla kabul edilir. 1883 yılında kolları sıvar ve Tercüman gazetesini çıkarır…

Rusya Toplumu ve Siyasi Koşullar
Rusya’nın ekonomik ve siyasi açıdan canlanmasına, Rusya’da yaşayan Türkler ayak uyduramazlar. Bu gerçeği kavrayan ve değiştirme yönünde adım atan ilk aydınlardan biri Gaspıralı olur... O önce Rusya’da yaşayan Türk ve Müslümanları aydınlatacak; sonra da bütün Türklerin ortak birliğini hedefleyecek girişimlerde bulunmak için girişimlerde bulunacaktı. Başta amacı “dilde, düşüncede ve işte birlik” sağlamaktı. Bu ülküsünü gerçekleştirip yaşama geçirmek salt ömrü değil, bütün servetini de harcar.

Ona göre; “Türkler yalıtılmışlıktan kurtulmalı, Avrupa’nın uygarlık dengini yakalamalıdır. Hatta o kaynaklardan beslenmelidir” Trakya’daki sel felaketinde olduğu gibi Osmanlı Türkleri, içinde bulundukları içler acısı durumdan kurtulmalıdır. İstanbul hükümeti Batının güdümünden çıkmalı; emperyalist ülkelerden bağımsız, toplumsal açıdan gelişmiş ve çağdaş bir düzen kurulmalıdır. Türkler için başka bir çıkar yol yoktur. Dahi, bütün Türk kavimlerinin konuşacağı ortak bir Türkçe geliştirilmelidir. İstanbul Türkçesinin dil yapısını bozan Fars ve Arap etkisinden kurtulmalı, dincilik adı altında yürütülen yobazlığa karşı durulmalı, halk din konusunda aydınlatılmalıdır.

Gaspıralı İsmail sadece gazete ve dergiler çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda eğitimde “Usul-ü Cedit” (Çağdaş Eğitim Metodu) yerleştirmek için okullar inşa eder, müfredat kitapları yazar, öğretmenleri bizzat eğitir. Türklerin yaşadığı bütün bölge ve ülkeleri dolaşır.

Gaspıralı İsmail’in Ütopyası
Türk ütopyalarının en seçkin örneklerinden olan “Darürrahat Müslümanları”, onun kaleminin parlak bir ürünüdür. Ayrıca kadınların içinde bulundukları toplumsal geriliği eleştirmek için “Kadınlar Ülkesi” adlı bir ütopya daha yazar.

Çıkardığı Tercüman gazetesinde Batılı ülkelerin kapitalist düzenini eleştiren yazılar yayımlar; sömürü ve eşitsizliği mahkûm eder, Avrupa’nın sosyalist akımlarını tanıtır. Gazetesinde R. Owen, C. Fourier, Saint Simon, Edward Bellamy gibi ütopik sosyalistlerden bahseder, onların eserlerini gazetesinde tefrika eder. Türkçülük düşüncesinin yaygınlaşmasını sağlar. Türk aydınları arasında baş gösteren “İslamcılık”, “Osmanlıcılık” ve “Türkçülük” tartışmalarına katılır. En doğru yolun Türkçülük olduğunu savunur.

En büyük destekçisi ise varlıklı bir aileden gelen kayınvalidesi Fatma Hanım olur. O, damadının Aydınlanma davasına öylesine inanır ki en son, çeyizinde sakladığı ziynet eşyasını bile ona davası uğrunda harcaması için verir.


1894 yılında Tercüman’ın Osmanlı topraklarına girmesi yasaklanır. Bunun üzerine İstanbul’a gelir, Jön Türklerle de görüşmeler yapar. Osmanlı ve Rusya'da yaşayan Türklerin karşılıklı ilişkisinin gelişmesine katkıda bulunur.

1908 yılında Jön Türk Devrimini hararetle destekler…
1911 yılında Hüseyinzade Ali Bey’le birlikte İttihat ve Terakki’nin Merkez Yönetimine seçilir. Yusuf Akçura’nın yayımladığı Türk Yurdu’nda yazıları yayımlanır.

Kaspıralı İsmail, Almanlarla İttifaka kaşı, Türk-Rus Dostluğunu Savunur
Her zaman Türk ve Rusların kader birliğine vurgu yapar iki halkın dostluğunu savunur. Bu nedenle 1. Dünya Savaşı’na giden koşullarda Osmanlı’nın Almanlarla ittifakına karşı çıkar. Ona göre savaşta en çok Rusya ve Osmanlı zarar görecektir. 1914 yılında Rusya’da yapılan seçim faaliyetlerine katılmak üzere yollara düşer. Petersburg yolunda hastalanır ve birkaç ay sonra da baba ocağında hayata gözlerini yumar.

Ölümü Türk dünyasında geniş bir yankı uyandırır…
Cenazesine o günün koşullarında6 bin kişi katılır. Gaspıralı için “dava adamı ayakta öldü” denir…

Onun kurduğu okullar, Sovyet Devrimi’ne kadar çağdaş kuşaklar yetiştirmeye devam ederler. Gazetesi Tercüman, kızının denetiminde bir 4 yıl daha çıkar. Kızı Şefika Hanım sonradan Türkiye’ye yerleşir ve 1975 yılında vefat eder.

Türkiye’nin halkçı, Türkçü kuşağın gelişmesinde onun da büyük payı vardır. Türkiye’nin kaderinde bu kuşak önemli büyük roller almışlardır. Atatürk’le birlikte Cumhuriyet Devrilerini gerçekleştirmişlerdir. Ancak üzülerek söyleyelim ki, Gaspıralı İsmail hakkında Türkiye’de solcu, sosyalist geçinenlerle, dinci yobaz tayfalar hiçbir bilgiye sahip değiller.

Aslında 19. yüzyılın devrimci akımı olan Türkçü-halkçı akım, 1930’lu yıllardan sonra ayrışmaya uğrar; solcular Türkçü-halkçı, sağcı milliyetçilerse halkçı-devrimci damardan koparak (*) birbirine yabancılaşırlar.

(*) Sadık Usta, “Odatv.com

19. yüzyılın Türkçülük eylemleri, sosyalist teoriden besleniyordu. Nitekim Hüseyin Cahit Yalçın anılarında o dönemin kültürel iklimini, “O zaman hepimiz sosyalistik” diyerek açıkça ifade eder. Onlar Namık Kemal'in vatanseverliğini bayrak edinmiş, Batı kapitalizmine karşı ulusal ekonomiyi savunuyorlardı; onlar dinci bağnazlığa karşı Aydınlanma düşüncesinden yanaydılar; Türk dilinin yabancı etkiden kurtarılmasını teşvik ediyor, halkçı-devrimci tutum alıyorlardı.

Şaşırtıcı ama gerçek: Bugün hâlâ ciddi bir Gaspıralı arşivine sahip değiliz. Onun çalışmaları Amerika, Rusya, Gürcistan, Türkiye ve Azerbaycan arasında dağılıp gitmiştir. Çıkardığı gazete ve dergilerdeki makalelerin bir kısmı büyük bir özveriyle Yavuz Akpınar, Bayram Orak ve Nazım Muradov tarafından bir araya getirilmiştir.

Son söz: Yusuf Akçura, Gaspıralı için “Türk milletinin muallimi” demiştir. Kırım Türkleri ise onu “Türklerin Babası” olarak sayarlar.

Yararlanılan Kaynak: "Seçilmiş Eserleri" Ötügen Yayınları

Selman Zebil 26 Ekim 2022






                            


GASPIRALI İSMAİL (1851-1914) HAYATI ve ENGİN GÖRÜŞLERİ




GASPIRALI İSMAİL (1851-1914)

Türk dünyasının büyük düşünürü, yetiştirdiği en büyük zekâ, güçlü mücadele adamı ve gerçekten inanmış idealist kültür milliyetçisi, değişimci, yenilikçi düşünürüdür.

Gaspıralı İsmail, Kırım-Bahçesaray’a iki saatlik aradaki Avcıköy’de dünyaya geldi. 1853-1856, Kırım Savaşı bütün şiddetiyle süren dönemde geçen çocukluğu Kırım-Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray’dır. Orada Türk kültüründen silinmez izler bırakan evler, sokaklar, Hansarayı, hanlar, camiler olmuştur. İsmail Bey daha 10 yaşındayken Akmescit Lisesine gönderilir. Orada iki yıl kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askeri okula gönderilir. Daha sonra, Moskova Askeri İdaresi’ne gitti. Gaspıralı İsmail’in o dönemde en çok etkisinde kaldığı Rusların Türk karşıtlığından beslenen Panslavizm siyaseti olur. İsmail Bey, bu tutuma karşı kor ve bu yüzden okuldan ayrılır. Oradan ayrıldıktan sonra İsmail Bey, Zincirli Medresede Rusça öğretmeni olarak göreve başlar. Bu görevi sırasında da bolca kitaplar okuyarak zenginleştirir fikirlerini.

İsmail Bey, zenginleşen kafasında oluşmaya başlayan fikirlerini çalıştığı medresede uygulamaya çalışır. “Yenilikçi” fikirlerini “usul-ü Cedit” (yeni metotlar) ile öğrencilerini bilinçlendirir.

İsmail Bey’in en büyük hedeflerinden biri, İstanbul’a gelerek subay olmak ister. Yarıda bıraktığı eğitiminin subay olmaya engel olacağını düşünerek, eğitimini tamamlamak üzere 1871 yılında Paris’e gider. 1874 yılına kadar Paris’te kalır ve İstanbul’a döner ama isteği olan subaylığa ulaşamaz. 1875 kışında Kırım’a döner. 1878 yılında Bahçesaray Belediye Başkanlığına seçilir. Bu görevi sayesinde idealindeki yenilikçi görüşlerini uygulayacağını sanıyordu ama çok engellerle karşılaştı.

Gerçekte bütün uygulamaları Türk birliğinin daha ileri bir merhalesi olarak İslamcı bir nitelikte taşıdığı gerçeği vardı. Yani, fikir yapısı Türkçü olduğu kadar, İslamcı bir niteliği de vardı. Nitekim 1907 yılında, Kahire’deki “İslam Kongresi” toplayabilmek için büyük güç sarf ettiği bilinmektedir. Yine 1910 yılında Hindistan’a gider ve orada Bombay’da “Encümen-i İslamiye” toplantısına katılarak görüşlerini anlatır.

Gaspıralı İsmail, Meşrutiyetin ilanından sonra 1909’da tekrar İstanbul’a döner ve İstanbul da dönüşü büyük bir heyecanla karşılanır. Türkiye Türklüğüne büyük bir ilgi duyarak sarılan İsmail Bey, Kırım’da Rus basına karşı Türkiye’yi savunmaktan Türkiye aleyhindeki yazılara yanıt vermekten asla çekinmemiştir. 1. Dünya Savaşı arifesinde tekrar İstanbul’a gelen İsmail Bey, Türkiye’nin savaşa girmemesi konusunda uyarmalar yapar ama dinletemez...

Gaspıralı İsmail Bey’in Seçme Bazı Sözleri ve Görüşleri:
“...İngilizler Müslüman halklara uyguladıkları kötü muameleye Rusya’da çok az adam aşinadır. Bu sistem çok iyi düşünülmüş olabilir; amma onu, İngiliz kibirliliği ve soğukluluğu bozuyor. Eğer İngilizler de Ruslar gibi uyumlu, sade yaratılışlı olsalardı, tamah ve açgözlülüklerine rağmen Doğu onlara meftun olurdu.

İngilizler son zamanlara kadar, güya Halife ve Müslümanların dostu olarak doğuda ilerlediler. Onlar Fas’ı Fransa’dan, İspanya’dan koruduklarına; Halife’yi İran ve Rusya’ya karşı daima müdafaa ettiklerine; Mısır’ı Fransa pençesinden kurtarmak için geçici olarak zapt ettiklerine; Hindistan’da hâkim değil, yerli mihracelerin ve halkların dostu olduklarına Doğuya inandırmışlardı.

İngilizler kendi fikirlerince, Müslümanları daha fazla inandırmak için “Hindistan Müslüman ülkesidir ve bu ülke Müslümanları, Britanya hâkimiyeti ile ulaştırılmalıdır”

Diyerek Mekke Şerifinden fetva almağa bile Muvaffak oldular. “Siz bize ticari imtiyazlar veriniz, bizde sizin taç ve tahtınıza, Kur’an’ınıza dokunmayarak, sizi koruyup uygarlığın nimetleriyle ihtiyacınızı karşılayalım” derler.

...Ermenistan’la ilgili çevrilen dolaplar, Türkiye’yi sıkıştırmak, onu reformlar yapmaya ve halka özgür müesseseler vermeye zorlamak isteği ile izah edilir. Aynı zamanda İngilizler, olayları kasıtlı olarak tahrif ederek Rusların, Müslümanlar ve tüm Müslümanlar için “iflah olmayan düşman” olduklarına Müslümanları inandırıyorlar. Ama Ermeni olayları ve Mısır’ın çok uzun süreli korunması İngiliz oyununun üzerindeki perdeyi kaldırdı ve Doğu, İngiliz dostluğunun tüm tarihine eleştirici bir gözle bakmaya başladı” der Gaspıralı Seçilmiş Eserleri S. 130- 140

Gaspıralı İsmail ve Kadınlar Hakkında Görüşleri
O, bir toplumun gelişmişlik düzeyini kadınların gelişmişlik düzeyiyle kıyaslar. Kadınları aydınlatmak ve çağdaş yaşama katmak için “Âlem-i Nisyan” (Kadınlar Dünyası) adında bir gazete çıkarır ve çalışmalarına ortak ettiği kızı Şefika Hanımı başına getirir. Çocuklar için “Âlem-i Sübyan” (Çocuklar Dünyası) yayımlar. Gaspıralı yıllar içinde “Şafak”, “Tonguç”, “Tan Yıldızı”, “Kamer, Mirat-ı Cedit” (Yenilik Aynası), “Tercüman” gibi gazete ve broşürler yayımlar.

Bunlarla da yetinmez, Rusya’daki bütün Türkleri örgütlemek için Müslüman-Türk Kongresi’nin kuruluşuna önayak olur. Bu kongrelerin etkisi Türkiye’ye de yansır. Kırım ve Kafkasya kökenli olan birçok aydın, Osmanlı topraklarında “Türkçü-Halkçı-Sosyalist” akım içinde etkin roller üstlenirler. Gaspıralı, aynı zamanda akrabası olan Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Mehmet Emin Resulzade, Sadri Maksude Aksal gibi Türkçü-halkçı aydınlarla da sürekli görüş alışverişinde bulunur. Dahi, Gaspıralı, Türk insanını aydınlatmak için birçok siyasi, toplumsal ve kültürel içerikli makaleler yazar…

“...Dünyada ne kadar er kişi var ise o kadar da kadın-kız vardır. Bundan böyle insanlığın yarısı kadınlar olduğu halde rahat, saadet ve mutluluğa, insanlar açısından kadınların ne kadar önemli oldukları anlaşılıyor.

Eğer kadınların kötü oldukları hükmedilirse, yarım dünyanın kötü olduğuna hükmedilmiş olur. Eğer kadınların iyi olduğu hükmedilirse yarım dünyanın iyiliğine hükmedilmiş olur.

Gerçekten de bir şehrin, vilayetin cemaati veyahut milletin kadınları cahil ise, toplumun ve ümmetin yarısı cahil olması lazım geliyor. İnsanoğlunun yarısını oluşturan kadınların ne kadar büyük tesirleri olduğu azıcık mülahaza ve tefekkür (düşünmek) tayin ve beyan olunur.

‘Biz kadınız; bizde ne iş ne ehemmiyet vardır’ deyip hata etmeyiniz. Dünyanın ve beni âdemin tam yarısı olmanın dışında, bazı konularda er kişilerden daha büyük derece de bulunuyorsunuz... İnsanı doğuran, doğurduktan sonra büyüten, besleyen, dil öğreten, terbiye eden, bilgi ve ahlak güzelliği bakımından olgunlaştıran sizlersiniz. Bundan dolayı kadınlar ‘insancıklar’ değildir. Her biri koca bir insandır. İnsanlığa pek büyük hizmet eden insandır.

...Malumdur, bir milletin kadınları sağlam vücutlu, namuslu, çalışkan, bilgili olursa, bütün milli yapı dahi kavi bedenli, namuslu, gayretli ve âlim olur. Bunun aksi olarak kadınları zayıf, namussuz, gayretsiz cahil olarak milletin bireyleri dahi bu noksanlıkları taşımaktadır.

Dişi insanları üç büyük görevi vardır: Biri kadınlık, biri analık, biri eşliktir...
Fakat erlerinde böylece üç görevi vardır: Biri kocalık, biri atalık, biri eşliktir...
Bunun için diyoruz ki, kadınlar büyüktürler; insan topluluğunun hem yarısı hem esasıdır.

...Kocaya varan bir kadın çocuk doğurur, ana olur. Bu konu daha büyük bir konudur. Kadınlık analık ile kemal bulur, analık ile güzelliğe erer. Kadın evin gülü ise, ana cennetidir. Çocuğuna bakmak, emdirmek, terbiye etmek, dünyada öncelikle bilinmesi gerekenleri öğretmek ananın borcudur...

...Kadınlar insan olduğundan ve insan evladı terbiye edeceğinden dişi hayvan gibi cahil ve bilgisiz kalsalar dünya ve ömür fena olur. Eğitim ve bilgi bütün Müslim (erkekler için) ve Müslime’ye (kadınlar için) farz edilmiştir. Biraz düşünülürse bunun yüceliği ve değeri anlaşılır.” Der Gaspıralı İsmail, Seçilmiş Eserleri Ş. 287- 88- 89- 90 Ötügen Yayınları

Gaspıralı İsmail’in çağdaşlaşma hakkındaki görüşleri: “Muhafazakârcılık, Kadimcilik, ceditçilik ve yenilikçilik...

“...İstanbul’da önceleri bulunmayan mühendislik mektebi tesis edip (yenilikçi sultan Mahmut) İstanbul’da bulamadığı öğretmenleri ve ustaları Avrupa’dan getirmesi ve devre göre gereken yeniliklere, yüce şeriata aykırı ve geçmiş kuşaklara ihanet sayılır cahilce bağnazlık, eskiye bağlılık. Toplumsal, ekonomik, kanun ve kurallardan habersiz yaşayan doğulular, ‘bu bize gerekli değildir, bu bize yaraşmaz, geçmiş kuşaklar böyle etmişler; şeriat bunu kabul etmez. Varsın kâfirler kazansın, bize eldeki yeter’ diye manasız dayandırmalarla cahil halka yakışır tarzda savsatalar ile insan hayatı için gerekli olan, çağa göre gerekli tekbirlerden açıkta kaldığımız alandadır...”

İslam dünyasını kaplamış gericilik ve bağnazlığın sonuçlarına bakıldıkça kan ağlamak olası değildir. İpten iğneye kadar, kalemden kâğıda kadar, gömlekten başımızdaki sarığa kadar kullandığımız hep eşya yabancı üretimdir. Türkiye’de bir deyim vardır, adına atasözü derler ‘asılırsan İngiliz ipiyle asıl’ diye çarpıcı bir deyiş, ipin bile dışarıdan geldiği gerçeği.

...Cava’dan (Endonezya) Mağribe (Fas) kadar kamçı, yumruk, çizme, ökçe yiyoruz, hayvan suretinde kullanılıyoruz. Han ya da Şah namlılarını almış, iki gözü kör olmuş müstebitlerimiz (despotlar) bir ecnebi yüzbaşı gördük de kalkıp el kavuşturmaya mecbur bulunuyorlar da bizler yine de bir şeyler diyemiyoruz, hissetmiyoruz. Böyle lazımdır sanıyoruz...

...Utanılacak ve esef edilecek bu hallerimizi başka anlama çekme ve yorumsuz bırakmıyorlar. ‘Allah böyle uygun görmüş, bu haller bir günah karşılığı, bağışlama sebebi’ imiş. Eğer millette azıcık çaba, ısrarla gayret gösterme belirtisi kalmış ise bunu dahi bilerek değil, cahil ve gaflet ile çürütüp ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunun ile beraber, güya müdafaa ettikleri din ve şeriatı batırmakta olduklarından haberleri olmuyor.

...Bizim Rusya ve Maveraünnehir muhafazakârları şu derece gafil ve cahildirler ki, asrımızın en büyük bilginleri olan Şeyh Cemalettin Afgan-i, Şeyh Muhammed, Abdullah-i Mısri, Manastırlı İsmail Hakkı gibi ünlü bilginlere nazar-ı hakaret ile bakıyorlar...

Başka bir deyişle, muhafazakârlık toplumsal kanunlara ve mantığa dayanırsa ziyan etmediği ve bazı sıralarda ecelden men ederek vatan ve millete fayda getirdiği görülmüştür. Lakin İslam dünyasında, Batı da olduğu gibi içtimai, siyasi muhafazakâr yoktur. Ancak aşırı gericilik ve tutuculuk vardır. Şöyle ki, etkileme gücü ve hareketlerinden koruma değil, milli düşüş ve çöküş geliyor.” Aynı Yapıt S.272- 286

Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz...
Türk dünyasının öncü ışıklarından olan Gaspıralı İsmail 1907’de, Tükenmiş bir ulusun yoluna devam etmesi için, Türklerin yapmasını istediği Mısır’da yankı uyandıran bir konuşmasının bir bölümü şöyle:

“...Şimaldeki (kuzey) Kazan’dan, Cenup’taki (güney) Mısır’a. Mağrip ’teki (batı) Fas’tan, Şark’taki (doğu) Java’ya nazarı teftişle (dikkatli inceleyerek) bakılırsa millet-i İslam-iye (İslam milletleri) asarı tem ed dünden ve irtikalden (yüksek dereceye çıkma) ziyade asarı tedend-i (aşağılama, gerileme) görülecektir. Medreseler ve mektepler harap ve faydasız bir haldedir. (...) Hüner; marifetle hâsıl (ortaya çıkan, görünen) ettiğimiz şey pek azdır. Bereketli topraklarımızda birçok şeyler hâsıl ediyor. (...) Bunları nakleden ecnebi (yaban) gemicilere vermeye mecburuz...

...Hazerat (saygı duyulmak üzere büyüklere verilen unvan, hazret) ‘Yağmur yağar içeriz, yerden çıkar biçeriz’ ile bugün dünyada ömür sürmek mümkün ise yarın böyle haybeci geçinmek ve rızk kesp etmek mümkün olmayacaktır. Bu miskinlik, bu faaliyetsizlik, bu hünersizlik bizleri bitirecektir. Ecnebisizlik ve yalını Müslüman işçileriyle İslam hükümetlerinde iş göremiyorlar. Demir yolu, liman rıhtımı, kanal, fabrika tesis olunacaksa ecnebi mühendislerine muhtaç oluyoruz...

...Umumi İslam’ın teessüflü (kederli, tasalı, acımalı) bu haline sebep nedir? Maarifsizlik, (eğitim) cahil denilirse bunların sebebi nedir suali geliyor (...) Demek istiyorum ki, Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı İslam-iyenin (İslam ulusları) bugünkü düşkünlüğü hilkat (yaratılış) ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün (uygarlaşma) yollarımızı kestiren ‘din-i Mübin-i İslam mı?’ İşsizlik, sanatsızlık, nadanlık (bilmezlik, cahillik) hep bizde fikir ve akıl hareketsizliği, yani Şark (doğu) âleminde bir fikir, bir eser edip zuhuruna (varlığına) karşı Garp (batı) âleminde yüz fikir, yüz eser ve yüz edip (bilgin) baş gösterdiği ilave olunursa halimiz ne kadar müşkül (zor) olduğu daha güzel anlaşılmış olur...” Der.

Yüz yıldan fazla bir zaman geçmiş Gaspıra’lının Mısır’da yankı uyandıran yukarıdaki sözlerini söyleyeli. O günden bu günümüze ne değişti ki? İslam âlemi günümüzde bile değişikliğe iki adım bile atamadı. Yağmurdan yağan suyu içti, yerden biten otları yedi durdu. Batıya hep kuşkuyla baktı durdu, batının geliştirdiği teknolojiye gıpta etti durdu, kızdı, öfkelendi Batısız da edemedi...

Gaspıralı İsmail Bey, 11 Eylül 1914 Cuma günü Kırım-Bahçesaray’da vefat etti. Ertesi günü muhteşem bir kalabalıkla muhteşem bir cenaze töreni düzenlenerek Mengligiray Han Türbesi yanındaki toprağa verildi.
Selman Zebil 26 Ekim 2022

13 Ekim 2022 Perşembe

SIĞINMACI GÖÇÜ ARTIK İSTİLAYA DÖNÜŞMEYE BAŞLADI

Sığınmacı Göçü Olmayı Aşmış, İstila ve Güvenlik Sorununa Dönüşmektedir

Türkiye’ye ülkenin geleceğini karışıklara sokacak göç istilası vardır; buna daha doğrusunu söylersek bu sığınmacı göç olmaktan çoktan çıkıp, ulusal kültürel dokuyu da değiştirebilecek bir tür istilaya dönüşmüştür. Bu hal, ulusal güvenlik sorununu da yanında taşımaktadır. Bu soruna daha fazla geç kalınmadan biran önce el atılmalıdır.

Ülkede beleşten vatandaşlık alan Suriyeli, Afganlı, Iraklı, İranlı, Pakistanlı, Somalili, Sudanlı, Mısırlı Türk vatandaşlığı alanların başını çekmektedir. Recep Erdoğan’ın bunu yapmasında amacı, Türkiye’nin nüfus dengesini bozup değiştirmek Türkleri, Türk kimliğini silmek değilse nedir? Anadolu’da Laz’ı, Çeçen’i, Çerkez’i, Kürdü, Türk’ü. Arnavut’u Arap’ı bizimdir, birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız, aynı kültürde bütünleşmiş durumdayız.

Bütünleşmede, uyum sağlamada zorluklar bulunan yeni vatandaşlık verilen bu kadar değişik milletlerden, bu kadar değişik kültürlerden gelen yığınlarca sığınmacılara salt siyasi çıkar uğruna vatandaşlık vermek ülkeye hıyanetliktir. İlay Aksoy DP Göç ve Sosyal Başkanı açıklamalarına göre; Bunlar bazı kentlerde kedi aralarına Türklerin giremediği kedi mahallerini, gettolarını oluşturmuşlar! Dahası, dolan gettolardan taşarak yeni gettolar oluşturduklarını söylüyordu. Salt İstanbul’da 2,5 milyona yakın yabancıların yaşadıkları söyleniyor.

İstanbul’da kendilerine oluşturdukları mahallelerde kalabalıklar halinde görünseler de birçoğunun oralarda kayıtları var ama kendileri adreslerinde yoklar, bul bulabilirsen! Nerede oldukları, ne iş yaptıkları, kimler ile ilişkiler içinde oldukları belirsiz.

Son günlerde Afganistan’dan sürüler halinde 15-35 yaş arasında erkeklerden oluşan Afganlı sığınmacılar kevgire dönmüş sınırdan giriş yapmışlar, yapıyorlar da. Ne kadar Afganlı ülkeye giriş yapmış, ülkeyi yönetenler bilmiyor. En kötü tarafı, Amerika ne kadar Afganlı Türkiye’ye giriş yaptığının sayısını biliyor.

Parayla vatandaşlık satmak...
Nerde kaldı “Milli ve Yerli” ülkede yabancılara 250 bin dolara daire satıp eline kolayca al sana vatandaşlık diyen bir başka ülke var mı bilmem ama Türkiye’yi yöneten, milli, yerli, beka propagandası yapanlar, parası karşılığında Türk kimliği vermeleri, hele işin içinde MHP varsa daha da vahimidir.

En tuhaf yanı, devleti küçük düşürücü olanı, 250 bin dolara ev alan kişi, tek başına vatandaş olmuyor, en az iki karısı olan İslam ülkesinden biri, en az üçer, dörder çocukları ile birlikte iki karısını da vatandaşlık alma hakkına sahip oluyor. Yasaya göre üç yıl sonra evini satabiliyor ama vatandaşlığı ebedi kalıyor iyi mi!


Türkiye’de ev alan kişinin, Türkiye medeni yasalara göre iki karı ile nikahlı olmak yasaktır. Siyasi iktidar buna da bahanesi, “efemdim onların şeriat yasalarına göre birden fazla evlikler vardır” diyerek niyetlerinde taşıdıkları için işi savsaklamaktadır.

Bir Türk iki karısıyla nasıl uygar Avrupa ülkelerine, benim inancıma göre birden fazla kadın ile evlenme vardır” deyip gidemiyorsa, Türkiye’ye nasıl iki, üç karılı İslam ülkelerinden gelip Türkiye’ye yerleşebiliyorlar?

Bir örnek daha verirsek: Suriyeli sığınmacılar, bedava doktor muayenesinden geçiyorlar, devletin ödediği ilaçları bedava alıyorlar. Birçoğu vatandaşlık almışlar. Suriyeli ailelerin yarısı Türkiye’de ailenin yarısı Suriye’ye rahat girip çıkıyor, çoğu zaman Suriye’de yaşıyorlarmış. Ancak Suriye’de yaşayan sağlık sorunu olma durumunda Türkiye’ye gelip bedava muayene olup, bedava ilaçlarında alıyorlar mış!

Ayrıca, Türk toplumunu oluşturan bu ülkenin öz unsurların siyasi geleceğinin ortak kaderini paylaşmayan, Suriyeliler seçimlerde oy vererek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gelecek kaderinde rol oynayacaklardır!..

Yabancılara topluca tek imza ile vatandaşlık verme yetkisi...
Sonuç: Türkiye 2017’de itibaren tek adam otoritesini kullanarak ülkede ne kadar sığınmacı varsa bir imza ile topluca vatandaşlık vermek vardır. Bu durum ülkede egemenliğin tek adamın isteği ile başkalarına vermektir. Geçici Koruma Maddenin 11. Maddesine göre, Recep Erdoğan, sığınmacılara topluca tek imza ile vatandaş yapma yetkisine sahiptir. Neden acaba bu yetkiyi eline aldı dersiniz?..

Dahi ayrıca söylencelere göre, daha hiç Türkiye’ye gelmemiş kişilere bile vatandaşlık verildiği söylenmektedir!..

Selman Zebil 13 Ekim 2022

  


29 Eylül 2022 Perşembe

AHMET AĞAOĞLU TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİN EN ÖNEMLİLERİNDENDİ





AHMET AĞAOĞLU (Azerbaycan Şuşa 1869-1939'da İstanbul'da öldü)

Türk düşünce tarihinin en önemlilerinde olan Ahmet Ağaoğlu, Türkiye ve Azerbaycan'da iz bırakan aydın Ahmet Ağaoğlu, ana vatanı Azerbaycan olsun hem de yaşamının bir bölümünü geçirdiği Türkiye'de gazeteci, hukukçu, siyasetçi ve eğitimci olarak, Türk ulusunun aydınlanması ve gelişmesi için uğraşılarında derin izler bıraktı.

Ahmet Ağaoğlu, üniversite yaşamından ölümüne kadar geçen zorlu bir yaşamında yazdığı birçok makalede Doğu'nun ve İslam dünyasının uyanışı, çağdaşlaşması ve demokrasi anlayışlarını anlatarak ömrünü harcadı.

Eylem ve düşünce insanı olan Ağaoğlu’nun anavatanı Azerbaycan'da Ermeni saldırılarına karşı kurulan ilk milli partinin başında yer alan, Türkiye'de ise İttihat ve Terakki Partisinde etkin görev aldı, gazeteci kimliği ile de Türk basınının öncüleri arasında yer alarak yazılarını yazdı.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beş yıl önce 1918’de Azerbaycan Cumhuriyeti kurulur,

Azerbaycan tarihinde Avrupa'da ilk eğitim alan ilk Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu idi.

1889'da Paris'te Sorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesine girerek Azerbaycan'dan Avrupa'ya eğitim almaya giden ilk Azerbaycanlı olur...

Okulunu bitirip ülkesine döner ve “Neşr-i Maarif” adında bir cemiyet kurdu, Azerbaycanlılar arasındaki var olan mezhep ayrılıklarının oluşturduğu olumsuzlukları dağıtmak için uğraştı, din insanlarının yozlaşmaları karşında, kadın haklarıyla ilgili kitaplar yazdı.

1905'te Kafkasya'da başlayan Ermeni-Türk çatışması patlak verince Türk toplumunun silahlı düşmana karşı savunmasını üstlenen “Difai Partisini” adında bir parti kurdu.

Ancak Rus Çarı, Türk aydınlarına baskı ve takipleri ve baskıları artırınca Bakü'den 1909'da ayrılarak İstanbul'a geldi. İstanbul'da önce maarif müfettişliği görevine getirildi, daha sonra ise Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğüne atandı.

Aynı zamanda Ağaoğlu, İstanbul Darülfünununda Rusça ve Türk-Moğol tarihi dersleri verdi, 1911'de ise “Türk Yurdu” ve 1912'de “Türk Ocağı” cemiyetlerinin kurucuları arasında yer aldı.

Siyaset yapmayı sürdürmek için memuriyetten istifa ederek “İttihat ve Terakki” kuruluşuna katıldı ve 12 kişilik yönetim kurulu arasında bulundu. 1914'te gelindiğinde ise, Afyonkarahisar'dan milletvekili olarak seçildi.

1918'de Azerbaycan bağımsızlığını ilan edince Bakü'yü Ermeni ve Bolşevik çetelerden kurtarmak için Anadolu'dan yola çıkan “Kafkas İslam Ordusu” komutanı Nuri Paşa'nın yanında siyasi müşaviri olarak ülkesi Azerbaycan’a döndü, yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti Meclisine seçildi. 1918 sonbaharında gelindiğinde İstanbul'a geri döndüğünde İngilizler tarafından tutuklandı ve ittihatçılarla birlikte Malta'ya sürgüne gönderildi.

1921 yılına gelindiğinde, Malta sürgününden serbest bırakılınca Anadolu'ya geçen Ağaoğlu, Millî Mücadele'ye katıldı ve Atatürk'ün başkanlığındaki Ankara hükümeti tarafından Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğüne atandı. Ayrıca Anadolu Ajansı (AA) ilk yönetim kurulu başkanlık görevini aldı. Anadolu Ajansını şirket durumuna getirilmesinin ardından 21 Mayıs 1925'te yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında Anadolu Ajansın Yönetim Kurulu Başkanı seçildi...

Ahmet Ağaoğlu, “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde başyazar olarak yazılar yazmaya başladı. TBMM’ne Kars'tan ikinci ve üçüncü dönem milletvekili olarak seçildi. Bu arada, siyasetinin yanında eğitimciliği de sürdürdü, Ankara Hukuk Mektebinde anayasa dersleri verdi.

1930'a gelindiğinde, Atatürk'ün isteği üzerine “Serbest Cumhuriyet Fırkası” adıyla parti kuruluşuna katıldı, daha sonra bu parti kapatılınca siyasetten uzaklaşarak, İstanbul'a taşınarak Darülfünun denen okulda hukuk tarihi profesörü olarak görevini sürdürdü.

Emekli olduktan sonra boş durmadı, değişik gazetelerde yazılar yazmasını sürdürdü ta ki 19 Mayıs 1939'da İstanbul'da ölümüne kadar.

Ancak ölmeden önce çocuklarına vasiyeti, "Boynunuz bükülmesin; insan boynu yaş ağaç gibidir. Bir kez bükülürse bir daha kalkmaz. Yalnız maddi zevkler için boyun eğerek yaşayıp ölmek sefil bir gerçektir. Fakat haksızlığa boyun eğmeden, birine yaranmadan yaşayıp ölmek maddi zevk vermese de ihtişamlıdır.” Diyen nasihati olur.

Babalarının nasihati yolundan giden çocuklarından oğlu Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti döneminde çalışma, ticaret bakanlıkları ve başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Kızı Süreyya Ağaoğlu ise 1928'de serbest avukatlık ruhsatı alarak, "Türkiye'nin ilk kadın avukatı" unvanı aldı. Diğer kızı, Tezer Ağaoğlu (Taşkıran) bir erkek okuluna atanan ilk kadın öğretmen oldu. Babası ve ağabeyi gibi Tezer Ağaoğlu, TBMM'de yedinci dönemde Kastamonu, sekizinci ve dokuzuncu dönemlerde Kars milletvekilliği görevlerinde bulundu... Yararlanılan Kaynak AA (Anadolu Ajansı)

Selman Zebil

24 Eylül 2022 Cumartesi

DÜNYA ÜZERİNDE DEVLET YÖNETİM BİÇİMLERİ

Devlet Biçimleri ve Hükümet Sistemleri

Devlet Kavramı: Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal açıdan örgütlenmiş çoğunlukla devleti oluşturan unsurlar, tüzel ulus devletin bütünlüğünü oluşturanlardır.

Bu unsurlar ulus olma bilinciyle, özgürce yaşayabilecekleri, egemenliklerini kendi kendilerine sürdürebilecekleri soyut bir kavramdır devlet.

Ulus denince de; sınırları belirlenmiş bir bölgede birbirlerine çeşitli ortak bağlarla bağlı olarak birlikte yaşayan iradesini gösteren topluğun adıdır. Bu topluluğun bir devlet egemenliği altında ve yetki alan ve sınırlarını çizen torak parçasına ise ülke denir.

Bir Ulusun Egemenliği: Sınırları belirlenmiş, yeryüzü parçası üzerinde yaşayan insan toplulukları bu sınırları belirlenmiş topraklar üzerinde kurdukları, devredilemez sınırsız egemenlikleri, bölünmez mutlak bir güç olan bütünlükleri ile üstün bir irade çerçevesi içerinde örgütlü olarak yaşamalarına da egemenlik adı verilir.

Ulusların Birlikçi, Birleştirici (Üniter) Yapıları
Tek bir ülke üzerinde, tek bir milletin, tek bir egemenliğe tabi olmasıdır. Birlikçi devlette siyasi otorite tek bir merkeziyetçi otorite ile sağlanır. Yasama organının yaptığı kanunlar ülkenin bütününde geçerlidir. Şu anda bütün Avrupa ülkelerinde bu birlikçi, birleştirici yapı geçerli ve uygulanır durumdadır.

Bölgeli Devlet: Bölgeli devletler üniter devletler gibi tekçi devlet yapısına sahip olmakla birlikte millet anlayışında çok ciddi bir farklılık göstermektedir. Üniter devlette tek bir millet anlayışı esas alınırken, bölgeli devlette ülke çeşitli bölgelere ayrılmıştır ve her bir bölge farklı millet anlayışına sahiptir. (Örnek: İspanya, İsviçre)

Federasyon: Eyalet, kanton ve benzeri küçük devletçiklerin birleşerek oluşturdukları devlet modelidir. Her bir küçük devletçik kendi yasama, yürütme ve yargı organlarına sahiptir. İç yapılarında özerk, dış yapılarında ise federasyona bağlıdırlar. Federasyona bağlı devletçiklerin bağımsızlıklarını ilan etme hakları yoktur.

Cumhuriyet: Devlet biçimi olarak cumhuriyet egemenliğin toplumun tümüne ait olduğu devlettir. Geniş anlamda cumhuriyet hükümet biçimi olarak cumhuriyet. Dar anlamda cumhuriyet, devletin temel organlarının seçim ilkesine göre kurulduğu hükümet sistemidir.

Hükümet sistemleri temel olarak kuvvet birliği ve kuvvetler ayrılığı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kuvvetler birliği, yasama ve yürütme erklerinin tek bir organda birleştiği hükümet sistemidir. Bu erkler yasamada ya da yürütmede birleşebilirler.

Egemenliğin Tek Kişide Toplanması
Bu durum, monarşi devletlerde olur. Monarşilerde egemenliğin halkın elinde olmaz, tek kişiye ait olduğu devletlerde olur. Monarşik devletlerde hükümdar aynı zamanda devlet başkanıdır ve bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurur.

Birde teokratik (din üzerine kurulu devlet anlayışı) devletler vardır ki, egemenliğin kaynağının dine dayandığı devlet anlayışıdır. Teokratik devletlerde din adamları yetkiyi Tanrı’dan aldıkları ve sözlerinin geçerli olmasıdır. Böylece, dini otorite organları devlet idaresini elinde tutar.

Oligarşi Devlet: Egemenliğin belli bir sınıf veya gruba ait olduğu devlet biçimidir. Oligarşi devletlerde genellikle yönetimdeki grup, askeri siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisidir. 
Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için "oligark" terimi kullanılır.

Mutlak Monarşi: Monarkın yanında devlet iktidarını paylaşan bir makamın olmadığı, bütün devlet yetkilerinin monarkta toplandığı monarşi biçimidir. Hükümdarın yetkileri sınırsızdır.

Diktatörlük: Yasama ve yürütme erklerinin tek bir kişi ya da grubun elinde toplandığı hükümet modelidir.

Diktatör, Zorba, buyurgan, elinde mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticilere verilen tanımdır. Bir diktatör tarafından yönetilen ülkelere ise diktatörlük denilmektedir.

Totalitarizm, bütün yetkilerin merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlük vari yönetim. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları devlet kontrolüne bırakılır.

Totaliter Diktatörlük: Kişisel ve siyasal özgürlükleri devletin güvenliği için sınırlandırabilen, bireye oldukça sınırlı bir yaşam sahası tanıyan diktatörlüklerdir. Devlet resmi bir ideoloji çerçevesinde şekillendirir ve muhalif fikirlere imkan tanımaz.

Otoriter Diktatörlük: Devletin kişiler ve gruplar üzerinde sıkı bir denetim sağladığı ve muhalif fikirlere sınırlı olarak yer verdiği diktatörlüklerdir.

Kuvvetlerin Yasama Organında Birleşmesi
Yasama ve yürütme yetkilerinin yasama organında birleştiği hükümet sistemine, meclis hükümeti sistemi adı verilir.

Kuvvetler Ayrılığı Sistemleri
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği bir ilkedir. Bu şekilde, iktidarın sınırlanması, temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması, devlet organları arasında denge ve kontrolün sağlanması amaçlanmıştır. Kuvvetler ayrılığı kendi içinde ikiye ayrılmaktadır.

Parlamenter Sistem
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yumuşak biçimde uygulandığı, yasama ve yürütme kuvvetleri arasında bir etkileşimin bulunduğu ve yürütmenin yasama organının içinden çıktığı hükümet sistemidir. Yürütme yasamaya karşı sorumludur.

Yasama organı genelde bir meclis biçiminde oluşturulur; ancak bu meclisin tek ya da iki heyetten oluşması parlamenter sistem için önem taşımaz.

Yürütme organı düalisttir. Yürütme yetki veya görevi, sorumsuz ve tarafsız bir kişi ile işlerin sorumluluğunu üstlenen bir kurul arasında paylaştırılmıştır.

Hükümet, devlet başkanının mutlaka meclis içinden atayacağı bir başbakanın meclis içinden veya dışından seçeceği bakanlardan oluşan listesinin devlet başkanı tarafından onaylanması ile kurulmuş olur.

Hükümet yürütme yetkisi çerçevesinde yapılan bütün işlemlerden meclise karşı siyasal olarak sorumludur.

Yürütme organının da belli şartlar altında yasama organının görevine son vermesi mümkündür. Bu şartlar ülkelere ve anayasalara göre değişir.

Başkanlık Sistemi
Yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden sert bir şekilde ayrıldığı hükümet sistemidir.

Bu sistemde yürütme gücü, halk tarafından seçilen bir başkan tarafından, tek başına kullanılır. Yine halk oyu ile seçilen yasama erki başkanı düşüremediği gibi, başkanın da yasama erkini feshetme yetkisi yoktur. Başkanın Meclise karşı siyasi sorumluluğu söz konusu değildir.

Yürütme organı tek kişiliktir...
Başkan halk tarafından seçilir.
Başkan yasamanın güvenine dayanmaz.
Başkan yasama organını feshedemez.
Aynı kişi hem yürütmede, hem yasamada görev alamaz.
Başkan yasama organının çalışmasına katılamaz.

Yarı Başkanlık Sistemi
Devlet başkanının halk tarafından seçildiği ve önemli siyasal yetkilerle donatıldığı parlamenter rejime yarı başkanlık sistemi denir.

Yürütme organı iki başlıdır.
Başkan doğrudan halk oylamasıyla seçilir ve önemli siyasal yetkilere sahiptir.
Başbakan ve Bakanlar Kurulu, yasama erkine karşı sorumludur.

Paramiliter güç, işlev ve örgütlenme olarak askerî ancak düzensiz gönüllülerden oluşan devletçe desteklenen bir tür yapı. Terim Yunanca harici anlamına gelen para ve asker anlamına gelen militar sözcüklerinden türemiştir.

Selman Zebil 2022

Yaralanılan Kaynaklar
Ahmet Taner Kışlalı, "Siyasal Sistemler" İmge Kitabevi Yayınları / Siyaset Dizisi, Ankara, 2006
Ayferi Göze: "Siyasal Düşünceler ve Yönetimiler" Beta Yayınları, 1987 İstanbul.
Thomas Bernauer, Detlef Jahn, Patrick Kuhn, Stefanie Walter: Einführung in die 

12 Eylül 2022 Pazartesi

YAKIN GEÇMİŞTE ERDOĞAN BAHÇELİ'YE; BAHÇELİ ERDOĞAN'A AĞIR SÖZLER!

Recep Erdoğan Bahçeli İçin Neler Demişti Bakın! Yıl 09 Nisan 2016
Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’yi çok sert tavırla yüklendi. Çözüm süreci için oluşturulmuş Akil Adamlar’ı, MHP Lideri Devlet Bahçeli, çok sert biçimde eleştiriyordu. O dönemde

Başbakan olan Erdoğan’da, grup toplantısında, Bahçeli’nin eleştirilerine yüklenerek, benzer üslupla yanıtlar veriyordu, şöyle:

“Son süreçte MHP Genel Başkanı kabalığıyla öne geçti. Bugünkü kabalığında bir adım öne geçti. Bu kabalık ülkemizin siyasetinde yakışmıyor. MHP’li kardeşlerim başlarında böyle bir Genel Başkanı olmasından rahatsız. MHP kaba muhalefet, CHP de muavin muhalefet konumuna terfi ettiler. Bu kafayla gittikleri müddetçe her ikisi de müzmin müebbet muhalefet etiketinden kurtulamayacaklar. Sayın Bahçeli son derece gergin son derece mutsuz. Allah korusun bu hararetle kayışın kopması contanın kırılması motorun su kaynatmasına ciddi şekilde üzülürüz. Daha fazla hararet yapmadan emekliliğe ayrılmasını tavsiye ediyorum.” Diyordu.

Çözüm süreci için, 63 kişiden oluşan “Akil Adamlar” ile Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı toplantı hakkında da bilgi veren Erdoğan, şunları söylüyordu: “63 ismin bir araya toplanmış olması tek başına bile son derece olumlu umut verici aynı zamanda birleştirici hadisedir. Ne Bahçeli’nin ne de muavini Kılıçdaroğlu’nun onları sorgulayacak kalibresi yoktur. Tam tersine 63 kişide olan yürek ne Bahçeli’de ne de Kılıçdaroğlu’nda mevcut değildir” diyordu.

Aynı grup toplantısı devamında Erdoğan, çözüm sürecine yönelik övgülü sözleri: “Bahçeli ve Kılıçdaroğlu koltuğunu koruyacak diye akan kana müsaade etmeyiz. Terör bittiğinde bu ülke huzura kavuştuğunda tarih bu iki genel başkanı kara bir leke olarak kaydedecek. Türkiye tek yürek halinde umudunu çoğaltırken iki genel başkan büyük bir talihsizlikle anacak. Biz bu genel başkanların tahriklerine hakaretlere asla prim vermeyeceğiz. Şehitler gelsin gençler ölsün diye beddua ede genel başkanlara inat yaşatmanın mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz...” diyordu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 7 yıllık Hizmeti Dolunca Cumhurbaşkanı seçimi İlk Kez Halk Tarafından Seçilmesi Başlar, Devlet Bahçeli Konuşur:

Devlet Bahçeli’nin Recep Erdoğan İçin Dilinden Dökülenler
Bahçeli'nin Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına: “Türklüğü reddeden, TC'yi silen, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir inkarcıdan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır. Kısacası iki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan’dan da Cumhurbaşkanı olmaz!” sözleriyle meydanlara sesleniyordu. 4 Ağustos 2014

MHP Genel Devlet Bahçeli ayrıca: “Recep Tayyip Erdoğan 17 Aralık, 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet olayından aklanmadan, paklanmadan, ailesinin hesabını vermeden, 4 bakanını Meclis'te Yüce Divan'a göndermeden cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır” diyen kişiydi.

Bahçeli, Partisinin Karamanlı İlçe Başkanlığını, ardından Tefenni Belediye Başkanı Ümit Alagöz'ü ziyareti sırasında halka konuşmalarıydı...

Bir Zamanlar TRT’nin Yanlı Yayınından Yakınan Devlet Bahçeli!
Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı seçiminde devletin bütün olanaklarını kendi amacında kullanan, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun yanlı adaletsiz tutumu ile adaletsizlik içinde girildiğini dillendiren Bahçeli, “Bir gün gelecek başta bu yanlışlıkları yapanlar olmak üzere, yanında Türkiye Televizyon Kurumu'nun bugünkü yöneticileri olmak üzere, bu adaletsizliğin, bu kısıtlamanın, bu yanlışın ısrarlı bir şekilde sürdürülmesiyle cumhurbaşkanı seçiminin meşrutiyetini tartışır hale getirenler inşallah hukuk önünde kendilerinin tartışılacağına da şahit olacaklardır. Bu devir böyle gitmez, devir değişir, gündem değişir, bir gün gelir şimdiki televizyon kurumunun başı olmak üzere haberler müdüründen tutun, programcısına kadar hesap sormazsam namerdim” dediği zamanları da unutmamak gerekir.

Bahçeli, “Türkiye Recep Erdoğan’dan Kurtulacak” Demişti
Seçimlere 6 gün kala Devlet Bahçeli: “10 Ağustos, Türkiye'de artık 12 yıllık iktidara son veren, Recep Tayyip Erdoğan'ın hülyalarını, rüyalarını, hayallerini yıkan birgün olacak. Türkiye Recep Tayyip Erdoğan'dan kurtulacak, yolsuzluk ve rüşvetin hesabını soracak bir güne gelecektir” diye konuştu.

Bahçeli, şöyle devam etti: “Eğer cumhurbaşkanı seçimini bir partinin meselesi haline getirir, onun organik bağı içerisinde bir adayı ısrarla, 'ben cumhurbaşkanı yapacağım' diyorsanız o zaman ortaya çıkabilecek sıkıntıların vebalini de üstlenmiş olursunuz. Parti faaliyetleri başka, cumhurbaşkanlığı başka şeydir.” Diyen de kendisiydi.

Bahçeli, “Cumhurbaşkanlığı, Anayasal Çerçevede Kalmalıdır” Demişti!
Bahçeli, şöyle konuşmuştu: “Cumhurbaşkanlığı milletin başı olarak, devletin başı olarak bu ülkede yaşayan doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi, hangi etnik unsurdan olursa olsun, hangi mezhepten olursa olsun hepsini kucaklayacak, hepsine sevgi bağıyla bağlanacak. Onlara adil, tarafsız davranarak hizmetin yanlışlıklarını giderecek doğruyu gösterecek bir anlayışla olmalıdır ama kalkar böyle bir durumu kabullenmez “Ben başbakanımı cumhurbaşkanı yapacağım” diyerek kuru bir inatla yolunuza devam ederseniz...

Bahçeli, İlle de Recep Tayyip Erdoğan Diyorsanız, Ülkede Felaketler Başlar” diyen Kendisi: “Aziz AKP'liler, sizi kırmak için söylemiyorum, inandığım bir gerçeği dillendiriyorum. Kabul edersiniz etmezsiniz, bu sizin bileceğiniz iştir. İlle de Recep Tayyip Erdoğan diyorsanız, diyebilirsiniz fakat sonunda bu ülkede sosyal hareketler başlar, felaketler üstüne felaketler gelirse sorumlusu sadece Recep Tayyip Erdoğan olmaz, ona bu desteği verenler de sorumlu olur. Bunu dikkate almanız lazım. Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olmaz, olmamalıdır...” diyordu.

Bahçeli Fırdöndü Yaptığı Eylül 2022 Sivas Konuşması
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru Eylül 2022’deki Sivas’ta konuşması: “Bizim adayımız belli, kararımız nettir. Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Hedefimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın açık ara farkla tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi” diyordu

Bahçeli konuşmasını: “Zillet ittifakı çürüktür, çarıktır, çarpıklığın daniskasıdır. Samimiyetleri sahte, sevgileri sanal, sadakatleri samandır. CHP'nin başındaki zat Türkiye'nin karşına geçen mihrak olup çıkmıştır. İnsanlarımızı birbirine düşürmenin temelini kazmakla meşgul bir fırsatçıdır. Gözünü hırs bürümüş, kalbi taşlaşmıştır” diyordu.

Devlet Bahçeli “Kaçacak ya Yargılanacak” Demişti
İzmir’de partisinin Belediye başkan adaylarını tanıttı. Konuşmasında; Recep Erdoğan’ı rüşvet operasyonunu engellemeye çalışmakla suçlayarak şöyle söyledi: “Erdoğan’ının önünde iki yol var. Ya Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin gibi ülkeden kaçacak ya da yüce divanda yargılanacak” Diyordu.

Devlet Bahçeli Yine Bir Başka Konuşması
Şöyle diyordu: “Ülkücüler içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sinsi oyun ve tuzaklarına kanacak tek bir aptal yoktur. Kanan varsa da ülkücü olmamış demektir...”

Yani...
İki karakter taşıyan bir MHP Lideri Devlet Bahçeli var. Birgün önce söylediği ile bir gün sonra söylediği sözler tutarsızlığına tanık oluruz.


1 Eylül 2022 Perşembe

TÜRKİYE'NİN BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇMESİNİ AMERİKA İSTEMİŞ

Türkiye’nin Başkanlık Sistemine Geçmesini ABD İstemiş
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, ABD'nin Atatürk'e niçin karşı olduğunu incelikle araştırmış: "Önceki yazımda bazı somut bilgiler vardı. ABD’li bazı “servislerin, Türkiye’ye yönelik çabaları ile ilgili bilgilerdi bunlar. Atatürk’ü ve Kemalizm’i yıkmak için gösterilen çabalar yan yana geldiğinde, ortaya yadsınamayacak bir tablo çıkıyordu. Ama bu tabloya eklenecek, birkaç fırça darbesi daha kalmıştı.

Varan bir: CIA İstasyon Şefi Paul Henze, 1993 yılında bir rapor hazırlıyor; ama “yeni dünya düzeni” ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır. Klasik Atatürkçülük” ölmüştür. Aydınların imam hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir…" diye yazar.

Atatürk’e “deccal” diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir…
Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilirler…

İki: Samuel Huntington gibi “bazı” ABD’li yazarlar, Kemalizm’e karşı “ılımlı İslam’a” sahip çıkıyorlar. Türkiye’nin batı ile bütünleşmesini istemiyorlar. Türkiye’nin “Yeni Dünya Düzeni” içindeki yerinin “Ilımlı İslam” olması gerektiğini düşünüyorlar. Batının çıkarının bunu gerektirdiğini savunuyorlar…

Üç: CIA Türkiye ve Ortadoğu masa şeflerinden Graham Fuller de üç yıl önce bir Türkiye raporu hazırlıyor. Ve özellikle “Kürt sorununa el atıyor: Irak’ın üniter yapısını koruması ABD çıkarlarına uygun değildir. Türkiye Kürtlere özerklik verirse, Kuzey Irak’taki Kürtlerle bir bütünleşme gerçekleşebilir. En kötü şey, Türkiye’nin Irak’a yakınlaşmasıdır. Şimdi gelelim sorunun yanıtına: ABD servisleri Atatürk’e niçin düşman? Bunun dört temel nedeni var. Birincisi, Laik-demokratik Kemalist model, ihraç etmeye elverişli değildir. Türkiye’nin toplumsal kültürel altyapısına sahip bulunmayan İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar. “Ilımlı İslam” ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur!

Üstelik, petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin varlığını koruması açısından, Kemalist model tehlikeli bir örnektir. Bu rejimlerin varlığı, Amerikan çıkarlarının güvencesindedir! İkincisi… Kemalizm’in temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ise, ABD’nin ve genel olarak batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir.
Türkiye Ortadoğu’da büyük bir güç olmamalıdır!

Üçüncüsü…
Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir. Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, “bağımsız bir Kürt devletinin” oluşturulmasıdır. Her zaman ABD’ye muhtaç böyle bir devlet. Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür ama bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye’de Atatürk’ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır!

Dördüncüsü…
Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel “ulusal devlettir. Türkiye’de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir! 1994 Aralığında, Yeni Demokrasi Hareketi kurulurken çıkan bir yazım şöyle noktalanıyordu: “Özal-12 Eylül sayesinde-boşaltılmış bir meydanda işe başlamıştı. ‘Dört eğilimi’ birleştirip, ABD’nin çizdiği yolda kararlılıkla yürüdü. Ama bugün artık ne dünya o günün dünyası ne de Türkiye o günün Türkiye’si."

CIA'nın Türkiye Şefi Paul Bernard Henze'nin Türkiye’de Başkanlık Sistemine Geçilmesi Hakkında 2006'da ABD'ye Veridiğ  Raporu!

Nisan referandumu ardından 24 Haziran seçimleri ile birlikte parlamenter rejime son verildi, böylece tek adama dayanan başkanlık sistemine geçilmesi sağlanmış oldu. Biz bununla birlikte CIA Raporunun amacına doğru adım atıldığını anımsadık. Bu açık biçimde bugününe gelinen durumu anlatıyor adeta.

CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze'nin Türkiye politikalarına yön verememe sıkıntısını anlattığı raporda şu ifadelere yer veriliyor ve bugün hayata geçirdiğimiz AKP'nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi dediği ama aslında tek adam yönetimini içeren düzenin aslında bir ABD projesi olduğu net bir şekilde ortaya konuyor.

CIA'nın Atatürk Türkiye’sinden rahatsızlığı,  rahatsızlığıyla örtüşüyordu...

Türkiye’de de böyle olmuştur. Eski CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze’nin 2006’da Türkiye konusunda Beyaz Saraya verdiği raporda “Bu Cumhuriyet’te biz Amerika’nın çıkarlarını harekete geçirmekte zorlanıyoruz. Onun için tek adam rejimine Türkiye gitmelidir” diye yazmış ve bu uygulamaya konulmuştur.


Şöyle diyordu Raporunda: “Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğinizde, meclis, meclisi ikna ettiğinizde ordu, orduyu ikna ettiğinizde yargı karşınıza geçebilir. Eğer Amerikan çıkarı, Türkiye’de bir feodalizm yani federal devlet kurulması ise, ana planımızda bu federasyonun adı bile konulmuşsa (İstanbul başkentli Yakın Doğu Federasyonu) mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine Türkiye’de geçilmeli. Bir kişiyi ikna etmek, birini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacak.” Der. Yine aynı raporda Paul Bernard Henze: “Eğer bir kişi Amerikan çıkarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse Libya ve Irak örneği vererek raporunu; bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz” diye sonlandırır.

ABD siyasetinin engel görmeden uygulanabilmesi için acilen Türkiye’de Başkanlık Sistemine geçilmesini öngören raporu şunları içermektedir. Bu rapordan amaç, anlaşıldığı kadarı ile açık biçimde Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme, parçalamak isteniliyor. ABD, Türkiye’yi kolay, sorunsuz kendilerine bağlı başında bulunduğu toplumun denetleyemediği tek kişi iktidarı olması ancak emri altında, kendisinin yönetebileceği liderlerin başta olmalarını istemektedir.

Başlangıç, demokrasinin temeli olan parlamenter sistemin tamamen kaldırılarak etkisiz duruma getirildi; muhalefetin sesi kısıtlandı, yeni “başkanlık sistemi” ile tek adam nerdeyse Meclisi istediği anda fesih yetkisini eline geçiren, bir gece kararı ile istediğini “beğenmedim” deyip değiştirebilen yeni sitem ülkenin geleceğini körelten günlere gidilmesinin yoludur.

ABD Eski CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze’nin 2006’da Türkiye konusunda Beyaz Saraya verdiği raporda da istenilen budur. Bir kişiyi ikna etmek çok kolay olacağını boşuna dememiştir raporunda. Parlamenter sisteminde birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten daha çok daha kolay olacaktır. Eğer ancak tek adam Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda kuşkuya kapılırsa, işte o zaman o tek adam üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olamaz!

Rapordan da anlaşılacağı gibi Başkanlık
Aynı zamanda anılan rejimin Türkiye’den Recep Erdoğan BOP Projesi’nin eşbaşkanı yapılmasının altında yatan niyet su yüzüne çıkmıştır.

Laiklik, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri demokrasinin olmazsa olmazıdır!

Güçlü laik, demokratik bir ülkede tek adam rejimini kurmak olası değildir. Bunu bilen AKP iktidarı 20 yıllık iktidarında önce laiklik törpülendi durdu, etkisizleştirdi. İlk dönemlerinde arkasından da tek adam rejiminin yollarına taş döşemek için liboş-liberal ne kadar zevat varsa AKP ve Erdoğan’ın açık ve gizli amacına Anayasa değişikliğine “yetmez ama evet” diyenler katkı sağladılar. Yüksek Seçim Kurulu’nun da seçim hileleri ile önünü açılan AKP ve Recep Erdoğan’ın kanunsuz kararlarıyla önü açıldı

Artık tek adam rejimini kurmak isteyen Erdoğan, demokratik yöntemlerle de iktidara geldi ve geldiği sistemi, tek adam rejimi yaratarak, yasama yürütme, en önemlisi yargıyı kendi emrine bağladı. İşte buna biz tek adam rejiminde “Tek Adam” her şeyi yapma yetkisi tekelindedir, kendisini bir yere bir karala atar, yine kendisinin bir kararıyla atamayı onaylar. İşte demokrasiden neden kaçtıklarının altındaki kötü niyetler anlaşıldığı zaman iş işten geçmeden dur denebilecek demokratik güç gerekir.

Değilse tek adam rejimlerinin egemen olduğu Ortadoğu ülkelerde olduğu gibi insan haklarından ve çoğulculuktan söz edilemez...

Tek Adam, AKP ve liderinin arzuladığı rejimdir...
Var olan yasalara göre, toplantı ve gösteri hakkı tam bir ifade özgürlüğüdür. Yasa tanımaz tek adam yönetimi, ülkede insanlar düşüncelerinden dolayı veya haklarını aradıkları için cop, gaz ve ters kelepçe ile doğru götürüleceği yer hapis oluyor.

Recep Erdoğan’ın arzuladığı ve benimsediği güzergâh, demokratikleşme değildir. Görüldüğü kadarı ile otoriterleşme rotasıdır. Otoriter rejimler ise “otokratik” ve “totaliter” birçok türevleri içinde taşıyan rejimlere götürür. Bu otoriter, otokratik rejimlerin başında bulunan kişilerin unvanı ister cumhurbaşkanı olsun, başkan, başbakan ya da sultan, padişah hatta imparator olsun, demokratik bir sistem yönetim altında olmayanların sıfatları değişmez. Tek adamın tek amacı yargıyı devre dışı bırakan, yürütmeyi, yasamayı kendi tekelinde olmasını sağlayan, kuvvetler ayrılığı ilkesinin dışladığı bir sistemdir...

İşte Recep Erdoğan’ın hoşlanmadığı, kuvvetler ayrılığının üç ayağından biri olan yargının denetimini istemiyor, tek kendisinin denetimi altında olsun istiyor. Yanında çalışan kişilerin de kendi adamları kendisi belirliyor, kendisine “evet efendim” diyenler olsun istiyor. İstifa denen onurlu bir isteği kabul etmiyor, benim istediğim, koltuğa oturttuğum, istemediğimde benim kovduğum “affımı isterim” diyen olsun istiyor.

Laiklik, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Talihsiz bir söz vardır “Bulunduğu coğrafya ülkelerin kaderidir” derler ama o Ortadoğu ülkelerinde kaderi değiştirmek varken kimse değiştirmeye adım atmaz. Ortadoğu ülkeleri petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip yeraltı zengini ülkeler için söylenmiş olsa da bu sözün Türkiye için uyarlamaya çalışılmakta; ülkeyi Ortadoğu ülkesi çizgisine çekilmek istenilmektedir. Bu insan hakları olmayan, demokrasiden uzak, tek adam yönetimlerine alışık Ortadoğu coğrafyasındaki ülkelerin rejimlerine Amerika’nın diktatörlük esaslı rejimler olduğun ilgisi değil, ilgilendiği kendisine oradaki rejimleri elinde tutanların kendisine hizmet edip etmedikleri önemlidir. Gerisiyle pek ilgilenmez Amerika...

Yok, eğer o ülkelerden birinin yönetimi Amerika’nın çıkarlarına itaat etmeyip çomak sokuyorsa, (Saddam, Kaddafi, Mursi gibi) onun demokratik veya antidemokratik olup olmadıklarına bakılmaz, gereken darbeler hazırlanır.

Şimdi bakalım bir, Amerika’nın iyi ilişkiler içinde olduğu Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri demokratik ülkeler midir? Amerika neden bu devletlerde “demokrasi, insan hakları yoktur” rahatsızlığını belli edip sesini hiç çıkartmaz? Bu adı geçen Ortadoğu ülkelerin rejimleri demokratik midir, değil midir, Amerika’nın hiç umurunda değil ve ilgilendirmez. Ancak Amerika’yı rahatsız eden daha çok demokrasi isteyen partilerin eylemleridir...

Selman Zebil 1 Eylül 2022

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...