23 Aralık 2024 Pazartesi

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)




ETHEM NEJAT (1887-1921)
Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyetinin kurucularındandır. Lise eğitimini Üsküdar İdadisinde aldıktan sonra yüksek öğrenimini Ticaret Mektep-i Ali’sinde gördü.

Gazeteci, yazar, eğitimci, siyaset insanı, Türkiye Komünist Partisi kurucularından olup Türkiye Komünist Partisi'nin ilk genel sekreteridir. TKP'nin ilk Merkez Komitesi Başkanı, Türk eğitimci ve komünist siyasetçidir. Yaşadığı dönemde eğitimin çağdaşlaştırılması çalışmalarına büyük katkıda bulunmuştur. Mustafa Suphi, 13 diğer TKP üyesi ile arkadaşları ile birlikte Karadeniz’in Sürmene açıklarında 1921 yılı ocak ayında öldürülmüştür.

Nejat Bey, 2. Abdülhamid Dönemi’nde gazetecilik yapmıştır. Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde düzenli yazıları yayınlanan Nejat Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bağlantı kurduğu için 2. Meşrutiyet öncesinde zorunlu olarak yurt dışına kaçmıştır. Yazılarında hangi tarihlerde hangi ülkelerde bulunduğunu tam olarak belirtmese de yazdıklarının satır aralarından bazı ipuçlarına ulaşılmaktadır. Kesin olmamakla birlikte yurt dışına ilk çıkışında Amerika’ya, New York’a gittiğini düşünülmektedir. Çünkü 1909 yılında Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde yazdığı bir makalede iki sene önce Amerika’da olduğunu ifade etmektedir.

2. Meşrutiyet öncesi bir süre ABD ve Fransa'da bulundu...
Ethem Nejat, 10 Temmuz 1908 tarihinde 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Fransa'daydı. Meşrutiyet ilanı sonrası yurda döndü ve bir süre İstanbul’da kaldı. Bu dönemde Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi'nde yazılar da yazıyordu. Öğretmenlik görevine başlayarak Alasonya Hususi İdadisine müdür olarak atanandı 1909-1910 yıllarında Alasonya’da kalan Ethem, Ferid Bey ile birlikte Manastır “Daru’l Muallim” okuluna tayin edilmiştir. Orada okulun müdürlüğünü yapan Nejat Bey bu okulda tarım ve ticaret eğitimi üzerinde durmuş ve tarım dersi öğretmenliğine atanan Ferid Bey ile birlikte “Terbiyevî Yeni Fikir” isminde bir dergi yayınlamıştır. Kısa süre sonra Balkan savaşında Osmanlı yenilerek Sırpların Manastır’ı ele geçirmesiyle görev yaptığı okul Sırpların eline geçer ve Ethem Bey’de bir süre Sırplara tutsak kalarak yaşamış, bu tutsaklık sonrasında İstanbul’a gelmiş.

1913 yılında Bursa Darülmuallimin Müdürlüğü’ne atandı, Manastır Daru’l Muallimini okulundaki eğitim faaliyetlerinı olduğu gibi Bursa’ya taşımıştır. Kısa süre sonra da Bursa’dan İzmir'de Daru’l Muallimliği müdürlüğüne atandı. 1. Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde Eskişehir'de Maarif Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Bir süre gönüllü olarak askerlik de yaptı. Savaş sırasında Adana ve İzmir'de de Maarif Müdürlüğü görevlerini yürüten Ethem Nejat, 1918'de savaş bittiğinde İstanbul’da Maarif Nezareti'nde görevliydi.

Ethem Nejat 1. Dünya Savaşı öncesi Türkçü dilin önemini benimser…
2. Meşrutiyet sonrası dönemde Türkçü çevreleriyle ilişkiler içindeydi.12 Mart 1912’de Ahmet Ferit'in başkanlığı ve Yusuf Akçura'nın 2. başkanlığında kurulan Türk Ocağı'na ilk üyelerden olur. Diğer önemli üyeler ise şunlardı: Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Celal Sahir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yusuf Ziya Ortaç, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar ve Mustafa Suphi olur.

Ethem Nejat, ayrıca Türk Ocağı'nın yayın organı Türk Yurdu dergisinde “Manastır'da Hayat-ı Aile” başlıklı bir makalesi yayınlandı. 21 Mart 1912’de Türk Ocağı'nın yan kuruluşu olan Türk Gücü derneğinin 1913 yılındaki kuruluş çalışmalarına katıldı.

Öğrencileri spor dalları ile tanıştırmak…
Etem Nejat’ın okulunda öğrencilere doğada eğitim, yaparak ve yaşayarak eğitim vermeye büyük bir önem veriyor, futbol, eskrim, jimnastik gibi spor dallarının öğrencilere tanıtmada büyük çaba kullanmıştır. Hatta Ethem Nejat 1910’da Bursa Öğretmen Okulu'nda (Daru’l Muallimin) kurduğu futbol takımının oyuncusu olan öğrencileriyle birlikte oynuyordu.

Köy Enstitülerinin ışığı olmuş Ethem Nejat!..
Sahibi olduğu Yeni Fikir ve Toprak Mecmualarında, Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli eğitim kurumlarından birisi olan Köy Enstitülerinin fikri öncülüğünü yapmış olan Nejat Bey, bir ziraat memleketi olan Osmanlı Devleti’nde çiftçilerin modern tarım usullerini bilmediklerini ve ilkel yöntemlerle tarım yaptıklarını dile getirerek kalkınmanın sağlanmasının modern usullerle ziraat yapılmaktan geçtiğini belirtir. Bu kadar çiftçiye modern usullerle ziraatın nasıl yapılacağını öğretmenin mümkün olmadığını ifade eden Nejat Bey, pratik bir çözüm olarak sonuçta her köye bir öğretmen gönderildiğini, bu öğretmenlerin daha darülmualliminlerde okurken bir köylünün ihtiyaç duyacağı bütün bilgilerle donatılmasını önerir. Bu sayede öğretmenlerin köye gittiklerinde öğrendikleri bilgileri köylülere aktarabileceklerini belirtir ve müdürlük yaptığı darülmualliminlerde ziraat ve ticaret derslerine ağırlık verir.

Ethem Nejat’ın kafasında tasarladığı model, Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan göçmenler için “Mesut Köy” model projesi olup, çağdaş köy yaşantısını yaratmaktı. Bu tasarladığı planı konusunda, doğanın eğitimde çok büyük rol oynadığının farkında olduğu için görev yaptığı okullarda meteorolojik ölçümler yapmış, ağaç bayramları düzenlemiş, zararlı böceklerle mücadele konusunda faaliyetlerde bulunmuş, bütün okul çocuklarını katıldığı okul bayramları düzenlemiştir.

Ethem Nejat’ın, 2. Meşrutiyet’in en önemli eğitimci, fikir ve düşünce insanlarından birisi olarak rol oynadığı, o dönemlerde öncülük ettiği ve öne sürdüğü birçok olumlu fikirleri Cumhuriyet Dönemi’nde uygulamaya geçirilmiştir.

Ethem Nejat’ın yapıtları: “Mektepçilik”, “Yiğit Türkler”, “Çocuklarımızı Nasıl Büyütmeliyiz”, “Çiftlik Müdürü” ve “Terbiye-i İptidaiye Islahatı” adlı yapıtlarıdır.

Meşrutiyet öncesinde, 2. Abdülhamid döneminde Jön Türkler ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya uğrayınca Fransa'ya kaçtı, oradan ABD'ye geçti. Meşrutiyet'ten sonra İstanbul'a dönerek öğretmenliğe başladı. Manastır, Bursa ve İzmir öğretmen okulların­da müdürlük, Maarif müdürlüğü yaptı.

İttihat ve Terakki” partisinin yarı askeri gençlik örgütü olan “Türk Gücü Cemiyeti” kuruluşunda kurucu ve yönetim kurulu üyesi oldu.

Birinci Dünya savaşı sırasında Eskişehir Maarif müdürlüğü yaptı; gönüllü olarak savaşa katıldı Maarif nezaretince 1918’de Almanya'ya gönderildi. Orada sol eğilimli Türk öğrencilerle Kurtuluş dergisi kadrosuna katıldı. İstanbul'a dönünce 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer aldı.

Bakü'de 1920’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı'na ve Türkiye Komünist Fırkası birinci kongresine katıldı. Fırkanın merkez heyeti sekreteri seçildi. Mustafa Suphi grubuyla birlikte yurda döndü. Bazı kaynaklarda yer alan iddialara göre 1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi, ilk ünlü Türk komünistleri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşlarıyla birlikte, Trabzon'dan Sovyetlere geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya tarafından öldürüldüler.

Başka kaynaklara göre ise; Mustafa Suphi Enver Paşa'nın Moskova'daki siyasi aktivitelerinden haberdardı ve Enver Paşa'nın Türk Ulusal Hareketi'nin yenilgiye uğramasından sonra Bolşevikleri kullanarak Türkiye'deki otoriteyi ele geçirme planını biliyordu. Mustafa Suphi'nin bu gizli planını ifşa etmesinden endişe edildiği için onun taraftarları tarafından öldürüldüğü de iddia edilmiştir.

1912 yılında kurulan Türk Ocağı ve 1913 yılında vücuda getirilen Türk Gücü Derneğinin çalışmalarına aktif olarak katılan Nejat Bey, bu yıllarda koyu bir Türk milliyetçisidir. Ethem Nejat, 1918 yılında uzun zamandır faaliyetlerine katıldığı Türk Ocaklarının yardımı ile Maarif Nezaretince Almanya’ya gönderilmiştir. Avrupa ve özellikle Almanya’da o yıllarda oldukça etkili olan Spartakistlerin her yeri saran gösterileri ve grevleri, çalışmak veya eğitim almak amacıyla Almanya’da bulunan Osmanlı gençlerini derinden etkilemiştir. Bir müddet sonra Nejat Bey bu hareketin etkisinde kalarak sol düşünceye kaymış ve burada bulunan Osmanlı aydınlarıyla birlikte hareket etmeye başlamıştır. Kurtuluş isimli bir dergi çıkarmaya başlayan gençler siyasi olarak seslerini duyurabilmek amacıyla da “Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası” isminde bir fırka kurmuşlardır.

Ethem Nejat bir yıl sonra yurda dönmüş ve “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” içerisinde siyaset yapmaya başlamıştır. O sıralarda Rusya’da bulunan Mustafa Suphi’nin grubuna dâhil olan Nejat Bey, önce 1-7 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan “Birinci Doğu Halkları Kurultayı”, 1921’de yine Bakü’de toplanan “Türkiye İştirakiyyun Fırkası Kongresi” toplantısına Anadolu ve Eskişehir temsilcisi olarak katılmıştır.

Ethem Nejat’ın Sosyalist dönemi…
1918'in eylülde, Maarif Nezareti tarafından Berlin'e gönderilen Ethem Nejat, burada Spartakist hareketlere katılarak sosyalist düşünceyle tanıştı. Berlin'de kurulan Türk Spartakistleri denen çevre, “Türkiye İşçi Köylü Partisi” ve onun siyasi hattında çıkan Kurtuluş dergisini çıkaran ekipte yer aldı. Mayıs 1919'da İstanbul'a döndüğünde bu Kurtuluş dergisini yayınlamayı sürdürdü ve 22 Eylül 1919'da kurulan “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” (TİÇSF) adlı partiye katıldı. 4. Meclis-i Mebusan için yapılan 18 Aralık 1919 seçimlerinde TİÇSF'nin de desteklediği Eskişehir adayı oldu, ancak seçilemedi.

İşkal altında olan İstanbul’da İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Kurtuluş dergisi kapatıldı. TİÇSF (Türkiye İşçi Köylü) harekâtı de işgal güçleri tarafından yasaklanarak getirilerek kapatıldı. Ethem Nejat, Komitenin 2. Kongresine katılmak üzere Bolşevik Rusya'ya gitti. Bakü'de Mustafa Suphi'nin kurduğu Türkiye İştirakiyun Teşkilatı'na üye oldu. Doğu Halkları Kurultayı'na ve ardından Mustafa Suphi başkanlığında toplanan Türkiye Komünist Partisi kuruluş kongresine (10-16 Eylül 1920) katıldı. Kongrede Mustafa Suphi TKP Merkez Komitesi Başkanı, Ethem Nejat ise genel sekreter seçildi.

Mustafa Suphi’nin TKF (Türkiye Komünist Fırkası) reisliğindeki merkez heyetine seçilen Ethem Nejat, fırkanın Genel Sekreterlik görevinde bulunmuştur. Mustafa Suphi ile birlikte fırkanın Anadolu’ya taşınması için çalışmalara katılmış ve fırka üyeleriyle birlikte Kars’a gelmişlerdir.

Mustafa Suphi ve ekibinin Anadolu’ya gelişlerinin bir diğer nedeni de Trabzon’dan gemi ile Samsun’a, oradan da karadan Ankara’ya geçmek ve Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ile görüşmektir. Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve ekibinin faaliyetlerine çok sıcak bakmayan Atatürk, meclis kürsüsünden şöyle seslenir: “İşte bu serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak zahiren memleketimize ve milletimize nafiz olmak için Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar doğrudan doğruya bir hissi vatanperverane ile ve hissi hakikiyi millî ile değil, benim kanaatimce belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için bir takım teşebbüs at-ı serseriyanede bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları Rus Bolşevizm’ini muhtelif kanatlardan memleket dâhiline sokmak olmuştur. Bu suretle memleketimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır” diyordu.

Ayrıca, o günlerde Doğu Bölgesinin oldukça karışık olduğu bir dönemde Kars’a gelen bu heyetin faaliyetlerinden rahatsız olan bir diğer kişide Kazım Karabekir olur. Kars’tan Erzurum’a gelen ekip Erzurum’da halkın yoğun protestoları ile karşılaşmış ve canlarını kurtarmak için kendilerine acilen Trabzon’a gitmeleri yönünde baskı yapılmıştır. Trabzon’dan Batum’a oradan da Bakü’ye gitmek için bir taka ile limandan ayrılan kafileden içerisinde Ethem Nejat’ın da bulunduğu 15 kişi 28 Ocak 1921’de Karadeniz açıklarında Yahya Kaptan ve adamları tarafından öldürülmüşlerdir. Bu cinayetin kim ya da kimler tarafından planlandığı noktası hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştır.

Yapıtları: Ethem Nejat, 1911-1914 yılları arasında Yeni Fikir adlı eğitim dergisini çıkardı. Aynı dönem, Terbiye ve Muallim gibi başka eğitim dergilerinde ve Toprak isimli bir ziraat dergisinde de yazılar yazdı. Dönemin önde gelen pek çok gazete ve dergisinde makaleleri yayınlandı: Tanin, Tasvir-i Efkâr, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad, Siper-i Saika, Ulum-u İctimaiye, Sa’y-u Amel, Çocuk Dünyası, Talebe Defteri, Türk Kadını, İfham, Yeni Dünya.

Yararlanılan Kaynakçalar:
Mehmet Salih Erkek, “Bir Meşrutiyet Aydını Ethem Nejat (1887-1921)”, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012.
Mehmet Ö Alkan, “II. Meşrutiyet Aydını Olarak Ethem Nejat”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C. 6, İletişim Yayınları, İstanbul.
Hamza Altın, “Ethem Nejat ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri" (PDF).
Mete Tunçay, (1989). "Ethem Nejat Bey Eskişehir'de Ne Yaptı?". Tarih ve Toplum, 61. s. 40-41.
Mete Tunçay, (2011). "Edhem Nejad'ın Seçim Beyannamesi". Toplumsal Tarih, 209. s. 64-66.
İsmail Hakkı Tonguç, (1998). “Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy.” Ankara: KEÇEV. s. 262.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları İstanbul 1999.
İsmail Hakkı Tonguç, “Canlandırılacak Köy”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1947.
Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar-I (1908-1925)”, BDS Yayınları, İstanbul, 2000.
Yunus Yılmaz, “Turancı Sosyalist Ethem Nejat”, İleri Yayınları, İstanbul 2012.
Yahya Akyüz, “Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1982’ye)”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982.
Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 5. cilt 1986,
Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925)
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi - Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilatlanması 1918-1921 (1997), TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1- 2, (Çev: Yücel Demirel, 2004).
Turancı sosyalist Ethem Nejat". türksolu.com.tr. 12 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Ocak 2015.
George S. Harris, (1977). “Türkiye'de Komünizmin Kaynakları.” İstanbul: Boğaziçi Yayınları. s. 54.
Yunus Yılmaz, (2014). “Turancı Sosyalist Ethem Nejat.” İstanbul: İleri Yayınları. s. 292-324.
Ethem Nejat (21 Mart 1912). "Manastır'da Hayat-ı Aile". Türk Yurdu, 9.
Zafer Toprak, (1985). “2. Meşrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri". Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 536.
SELMAN ZEBİL ARALIK 2024




20 Aralık 2024 Cuma

SURİYE'DE ESAD'IN DEVRİLMESİ ARDINDAN HESAPLAR!

 

Ronald Trump, Erdoğan’a Dolaylı Olarak Nalına Mıhına Vurarak Övgüler Yağdıran sözleri ile İlginç Açıklamalar Yapıyor. Bu Açıklamaları Sinsice Boşuna Değil Gibi!

Suriye’de "Esad’ın devrilmesinin arkasında Türkiye var” diyor…
Suriye’deki gelişmeler hakkında Türkiye’nin yaklaşımını değerlendiren Ronald Trump konuşmasında: “Türkiye çok akıllı, Erdoğan çok akıllı bir adam ve çok güçlü. İyi anlaştığım biri. Çok güçlü bir ordu kurdu. Kimse kazananın kim olduğunu bilmiyor ama bence Türkiye kazandı” demesi bir tuzak olması düşündürüyor insanı. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla, düşmanın veya rakibin seni övüyorsa mutlak altında bir neden aramak gerekir. İşin içinde bir bela gizlidir. Bunu Irak’ta gördük. Ronald Trump’ın Erdoğan’ı Övmesi mi Yermesi mi Sözleri sonra anlaşılacaktır iyi veya kötü…



Bilincinde misiniz? Suriye’deki gelişmeler için ulusal, uluslararası mutfakta birileri bir şeyler kaynatıyorlar, kaynayan şeylerin içine Türkiye de var. Türkiye Kaynatanlardan olmayıp maalesef kanatılanlardandır.

Ronald Trump’ın 16 Aralık 2024’teki konuşmasında zımni olarak Suriye konusunda Erdoğan’ın İsrail ile ortak çalışıyor mu demek istedi tam net değil ancak kimse kimseyi kandırmasın, Suriye’de kazanan ABD-İsrail ve biraz da Rusya olurken, kaybedenler İran ve Türkiye olurken, yok olan ülkede Suriye oldu. Çünkü doğu Suriye’deki topraklarda ABD petrolleri kaparken, İsrail Golan tepelerini olduğu gibi kendi sınırları içerine alırken, Türkiye ise Emevî Caminde namaz kılma ile işi Allah’a kaldı.

Ronald Trump’ın son konuşmalarına bakınca, “Erdoğan çok zeki biri” acaba Erdoğan’ı övüyor mu, yoksa alaya mı alıyor derseniz, Erdoğan’a tuzak kuruyor gibi. Bir bakıma Trump, Erdoğan’ı gaza getirip, karma karışık Suriye’nin içinde yanan ateşin atıyor. Bunu yaparken de Trump, Erdoğan’ı pohpohlayarak Erdoğan’ı gaza getirip kurt kapanına sokmak istiyor gibi. Doğrusu ABD olsun Avrupa olsun, Türkiye Suriye’de öne sürerek rol verelim başrolü ise biz oynayalım.

Erdoğan, güvenip Trump’a gaza gelip, yeniden büyük Osmanlı hayallerine kapılıp, İslam dünyasına halife olacağım sevdalarına kapılır mı acaba? Bir bakıma dillendirdiği buna bir gösterge olan, “Biz sınırlarımıza sıkışamayız” diyerek, sınır ötesine ülkeyi aşırıp büyük bir felaketin kapısını naçar mı acaba?

Trump’ın kafa karıştırıcı açıklamasının ardında Erdoğan’ın kafa karıştırıcı sözleri…
Erdoğan ise kendisinde bir güç var olduğu edasıyla Trump’dan sonra şöyle bir demeç veriyor: “Türkiye, Türkiye’den daha büyük. Türkiye mukadderatından kaçamaz. Ufkumuz 182 bin kilometrekare ile sınırlandıramayız. Millet olarak tarihin bize yüklediği misyonu kabul etmeliyiz. Bu kutlu yolculukta sorumluluklar yerine getirilmeli.” Diyordu.

Erdoğan kendisi için Trump’ın dediklerine “tespiti yerinde” diyordu…
Daha sonra Erdoğan Trump için: “Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak, ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor. Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Devri-teslimden sonra bizde ilk tebriğimizi yapar, gündemimizde bulunan konuları samimiyetle ele almaya başlarız” diyordu.

Yani artık o kadar ivedi gelişmeler oluyor ki, İsrail eze eze kazanıyor, Suriye topraklarına yerleşiyor. Akdeniz kıyılarındaki Tansus, Laskiye gibi kentleri bombalayarak yerle bir ediyor. Fiili olarak üç Suriye sınır köylerini daha eline geçiriyor tık yok. ABD taşeronluk yapıyor, BOP Eş Başkalığı görevi verilen, görevini yapıyor, Suriye ise parçalanıyor!

Suriye Çok Riskli ve Kırılgandır, Bölgede Haşere Üreten Ülke Olma Yolunda
Emevî caminde namaz kılmakla devlet ciddiyeti yok edilmiştir. Bu iktidar gerçekler üzerinden değil, sembolik söylem ve eylemler üzerinden tolumu kandırarak yön vermektedir.

Öyle şarlatan Ronald Trump’ın konuşmaları gösteriyor ki, bütün Suriye’de olup bitenlerin faturalarını Türkiye’ye kesip hesabı ödetecekler gibi! Haşereler bölgeye yayılacak, bu en çokta Türkiye’ye zarar verecektir.

Trump boşuna şarlatanca konuşmadı…
Ülkede ne kadar yetişmiş nitelikli insan gücü varsa ülkeden yurtdışına gidiyorlar, ülkeye ise ne kadar tersi niteliksiz, beceriksiz, okumamış, Ortadoğulu, Uzakdoğulu, Afrikalı salt gösterileni yapan “evet efendimci” demokrasi kültüründen bihaber, evrensel kültüre uzak, hak, hukuk nedir bilmeyen, sorgulayamayan, sormayan emir kulları ile ülkeyi doldurup, ülkede kalıcı olarak kendi keyfine göre yönetmek isteyen bir otokratik sistem oluşturulmaktadır.

Von Der Leyen alelacele Türkiye’ye geldi Erdoğan ile görüştü. Suriyeli göçmenleri ülkesinde tutması için 1 milyar avro vereceklerini söyledi. Bu demek oluyor ki, “sana 1 milyar Avro veririm, Suriyelileri de tuttururum” demektir Bundan insan utanır

Suriyelilerin Suriye’de doğurganlık ve üreme oranı %3.4 iken Türkiye’deki Suriyelilerin doğurganlık oranı ise %5.3 olarak tespit edilmiştir. Bu demek oluyor ki, Suriyeliler Türkiye’yi sevişme ve çocuk üretme merkezi yapmışlar.

Suriye’de demokrasi gelip özgür kadın, özgür halk ile ileri gider…
Öyle HTŞ sözcüsünün tepki çeken, “Adalet ve savunma bakanlığı kadınların doğasına uygun değildir” sözleri bir kişinin kendi görüşleri olarak kalmayıp genel yöneticilerin sözü olarak sürerse işler vahim demektir. 
21 Aralık 2924

12 Aralık 2024 Perşembe

DİKTA YÖNETİMLER ve DİKTATÖRLÜKLER SONSUZ DEĞİLDİR



DİKTATÖRLERİN GÖRKEMLİ GÜNLERİNDEN ÇÖKÜŞE GİDEN YOLLARI 
Hiçbir diktatör saltanatı üzerinde ebedi oturamaz, mutlak bir gün tahtı yıkılır, yönettiği halk linç ederek ya öldürür veya ülkesinden kaçarak kurtulur.

25 Aralık 1989, Romanya başkanı Nikolay Çavuşesku ve karısı kurşuna dizilirler

Yakın tarihimizde, Romanya’da İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Nikolay Çavuşesku halk tarafından eşi birlikte linç edilerek kurşuna dizilerek öldürüldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir kuyudan saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Dünya diktatörlere eninde sonunda felaketler yaşadılar, dünya onlara da kalmadı:

Yakın tarihimizde, İspanya’yı demir yumrukla yöneten General Francisco Franco devrildi, Potekiz’de Oliveira Salazar devrildi, İtalya’da Benito Mussolini devrildi,

Almanya’da Adolf Hitler devrildi. 25 Aralık 1989’da Romanya’da Nikolay Çavuşesku eşi birlikte halk tarafından linç edilip kurşuna dizilerek öldürüldü. İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Mısır’da Hüsnü Mübarek devrildi, Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir lağım çukurunda saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Franco İspanya’da 36 yıl başta kalmıştı.
Salazar Portekiz’de 36 yıl,
Mussolini İtalya’da 33 yıl,
Romanya’da Çavuşesku 24 yıl,
Almanya’da Hitler 12 yıl,
Libya’da Kaddafi 42 yıl,
Irak’ta Saddam 24 yıl,
Mısır’da Mübarek 30 yıl,
Suriye’de Hafız Esad 29 yıl, oğlu Beşar Esad ise 24 yıl Suriye’yi yönettiler.

Bu diktatörleri önce emperyalistler destekleyip ülkelerinde “tek adam” yaparak daha da güçlü duruma getiriyorlar, onlarda güçlendikçe ve arkalarında emperyal devletlerin her daim olacağına inanarak halklarına acılar, ıstıraplar yaşatıyorlar.

Birgün geliyor o emperyalist güçler desteklerini çekiyor ve o tek adama muhtaç ettirdikleri halkların yanında gibi görünüp diktatör liderlerine kışkırtarak saldırtıyorlar ve sonunda o tek adam devriliyor. Ülkeleri ise karma karışık olup bir daha doğrulup ayağa uzun süre kalkamıyorlar. Şimdi de Suriye'de yeni bir figür lider yaratıyorlar... 

Recep Erdoğan Suriye’de 12 yıl önce iç çatışmaların başladı günlerde: “İnşallah Selahattin Eyyubi kabri başında Fatiha okuyacağız, Emevî Caminde de namazımı kılacağız” demişti. Bu dilek kendisine nasip olmadı ama İbrahim Kalın'a nasip oldu, Şam Emevi caminde iki rekat "şükür" Namazını kıldı... 

Yandaş Yiğit Bulut şöyle bir yersiz mesaj atıyor: “Sevgili dostlar, sayın Cumhurbaşkanımızın öngörüleri ve talimatları doğrultusunda, büyük Türk milletimizin Milli İstihbarat teşkilatının başkanı İbrahim Kalın’ın, Şam’da Emevî Caminde namaz kılması, büyük Türk milleti adına verilmiş çok çok önemli bir mesajdır. Anlayın” diyor.


İslam tarihinde şimdiye kadar görüldü mü bilmeyiz ama, talimatla namaz kılınmasını ilk kez yandaş Yiğit Bulut’un sosyal medya paylaşımında 13 yıllık gecikme ile yerine getirildiğini gördük. Ancak hiç kimse ona sen Emevî Caminde namaz kılamazsın demedi, kendisi MİT Başkanı olarak kamaralar önünde göstere göstere, şov yaparak görgüsüzce, devlet kuralarına ters namaz kılmasından dolayı eleştirilmektedir. 

Not: Suriye Şam kentinde bulunan Emevî Cami, 1390 yıllık kiliseden camiye döndürme bir tür ibadet mekanıdır.
Selman Zebil 13 Aralık 2024

20 Kasım 2024 Çarşamba

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLER SUÇU MU İŞLEDİLER?

 

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLERİN ANT İÇMELERİ

Mezuniyet yeminini dönemin birincisi Ebru Eroğlu ettirdi. Eroğlu önderliğinde öğrencilerin ettiği yemin şöyle: Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacaklar ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk şerefimizle yaşayacağız şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Genç teğmenlerin yukardaki bu sözlerinden dolayı, “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) itibarını zedelediği” ihraç edilmeleri için Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ettiklerini günler yaşanıyor.



En basitinden, itibar, 2024 yazında Datça’ya kadar gelen Yunan askeri botları gelip Yunan askerimin ayak bastığına sesi çıkmayanların itibarı sürünüyor hala!..

Beteri: Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirerek sorguya götüren Amerikalı asker tarafından ağır biçimde TSK zedelenmişti de Erdoğan’a, “nota verelim” diyenlere Erdoğan, “müzik notası mı bu” deyip terlemişti…

Barış Terkoğlu ortaya çıkarttığı, Teğmen Ebru Eroğlu’na hakaret olayı…
Fotoğrafının altına yazı, Teğmen Ebru Eroğlu’na “Yeter artık” dedirtti: “Bunu insan sikmez bile, o kadar çirkin bir Kemalist kaşar ama Kemalist olduğu için tecavüz edebilirim buna.” Diyen kişi soruşturmaya gerek yok denerek dosyası kapanır.

Ebru teğmen kendisine hakaret içeren bu paylaşılan sözler hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığı suç duyurunda bulunur. Ancak savcılık bunu suç olarak görmez ve 21 Ekim’de bu küfrün, “Ebru’nun adını yazmamış sonuçta” diyerek ifade özgürlüğü sayıp, “kovuşturmaya yer yok” kararı verilmiş. Bu nasıl, “ifade hürriyeti kapsamında” sayılmış anlaşılır gibi değil!

TSK’dan Ayrılma Gerektiren Disiplinsizlikler Cezası Verilmesi
Madde 20: C- Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.

Mustafa Kemal'in askerleriyiz…
Mustafa Kemal'in askerleriyiz, 2010'lu yıllarda yaygınlaşan bir slogandır. İddialara göre, ilk kez kullanan Turgut Özakman'dır. Bir başka, 2013'te Gökçe Fırat, aynı ad ile bir kitap çıkarmıştır. 2019'da Ege, Mustafa Kemal'in Askerleriyiz (Bornova Marşı) adlı bir şarkı yayınlamıştır.

Halk, Atatürk'e bağlılık yemini eden teğmenlerin TSK'dan ihraç edilecekleri iddiaları gündeme geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ihracı istendiği iddia edilen ve ilk olarak kılıçlarını kullanarak ettikleri “Subay Yemini” ile gündeme gelen teğmenlere desteklerini açıkladı.

Birçok haber organında teğmenlerin 
TSK'dan ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edildiği iddia edilmişti.

Teğmen Ebru Eroğlu ve Alay Kıdemlisi Teğmen İzzet Talip Akarsu'nun sevk edildiği ve bu iki kişiler dışında isim diğer teğmenlerin de sevk edileceği belirtilmişti.

Bu ülkede, Atatürk’e bağlılık sunmak ne zamandan beri suç oldu da haberimiz mi yok? Bu ülkede Atatürk’e bağlılık bir suç değildir, asla da olamaz, olursa bu işte bir durum var demektir. O durum ise Atatürk ve ilkelerinin ortadan kaldırılma planlarıdır. Elbette bu ülkede, Cumhuriyetin kurucusu ve cumhuriyetin koruyucusu askerler her zaman, her yerde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyeceklerdir. Bundan gocunan, korkanlar düşünsün.

Elbette Mustafa Kemal'in askerleri olacaklar, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusu'na karşı savaşan Trikupis’in askeri olacaklar değil ya. Yoksa “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli Kadir’in yolundan gidenlerden misiniz?

Teğmenlere iktidar kanadından çeşitli tepkiler gelmişti...
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, bir basın toplantısında Harp Okulu mezunu teğmenlerin kılıçlı yeminine, “Bunlar milletin evlatlarıdır” derken, birdenbire ortaya “Yerli-Milli” olduğunu her fırsatta dillendiren MHP lideri Başkanı Devlet Bahçeli “İlkin yemin neticesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur” diyerek uyarmasıyla ittifak ortağı AKP düşüncelerini tetikleyerek, teğmenlerin başına bu belayı açan kişi Bahçeli olmuştur.

Bahçeli’nin ardından gündem değiştiren Recep Erdoğan, düzenlenen 21. İmam Hatipliler Kurultayı'nda teğmenleri hedefine alıverdi: “Malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Siz bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da evvel Allah temizlenecek biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz” diye açıklama yaptı ve bu günlere gelindi
Selman Zebil 20 Ekim 2024

4 Kasım 2024 Pazartesi

HUKUKSUZLUĞUN HUKUKU İŞLİYOR



Hukuksuzluğun Hukuku İşletiliyor

Recep Erdoğan: “Şimdiden hepimize düşen, milletin kararına saygı göstermektir. Tüm yaşam tarzlarına saygı duyulmalıdır” demişti AKP’nin ilk yıllarında. Nerden Nereye!..

Neden ille Can Aksoy? Bu kişi neden bir gecede 2 kez terfi ettirilerek seçilmiş olan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in adil olmayan tutuklanması ile yerine en kısa sürede Esenyurt Belediyesine hukuksuz bir biçimde, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer terör soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderilişiyle, hukuksuzluğun hukuku işletiliyor... 

Beyoğlu Kaymakamı olan Can Aksoy'un bir gecede vali yardımcısı yapılarak, yine aynı gecede birdenbire İçişleri Bakanlığı tarafından İstanbul Vali Yardımcısı olarak görevlendirildikten sonra aynı gece kayyum olarak atandı. İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy adlı birisi 31.10.2024 günü Esenyurt Belediyesine kayyum atandı.

Eğer Can Aksoy denen bu kişide onur olsaydı bu kayyum işini kabul etmezdi. Ama o hevesle hemen gelip belediye başkanlık koltuğuna yerleşiverdi. İlk işi olarak ta makamındaki Ahmet Özer’in fotoğrafları emir vererek anında indirtmiştir. Ve belediyenin billboardlarda bulunan resimleri de kaldırılması emrini vermiştir.

Erdoğan aklını siyasete oyun kuruculuk yaparak, yargıyı kullanarak, siyasetin şov yaparak sürdürmesi artık kendi partisi içinde bile inandırıcı olmuyor. Temiz kâğıdı almış, seçime girmiş %49 oy alarak seçimle gelmiş kişiye bir kılıf bulup kolluk güçlerini kullanarak evine makamına baskınlar yaptırmak, kapıları kırdırmak, "güçlü olduğunu” iddia ettiği ülken için hiç yakışık almış mı kendi kedini bir sorgulasa yeter. Tek adam aklı, ekonomiye getirilen yanlış, dünya ekonomik sisteme dışı, tek adam aklı ile “nas var, nas” diyerek ülke ekonomik çöküşe getirdiğini unutturmaya çalışması olsa gerek bu Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e yapılan yasal olmayanlar.

AKP’yi kurduğu ilk yıllarda. Aradan 22 yıl geçmiş, Erdoğan 7 genel seçim, 5 yerel seçim, 3 cumhurbaşkanlığı 3 halk oylaması kazanmıştır. Bencillik, hırs, korku, öfke, kin, nefret, kendinden olanı kucaklayan, kendinden olmayanı düşmanlaştıran hatta terörist olarak suçlayan bir karaktere sahip bir kişilik taşıyan bu kişi, kaybetme korkunun verdiği hamleler ile çeşitli entrika sanatını kullanarak 22 yıl iktidarda kalmasını becerdi. Bu amacını sürdürmek için sürekli halkı ikiye bölerek kendinden kesime kucak açıyor ve biat ettirip yönetiyor. Biat etmeyen, böldüğü, kendisine karşı olan diğer kesime sertlik yaparak düşmanlaştırıyor veya terörist ilan ediyor.

Esenyurt belediyesi ile yetinmeyen iktidar, Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerini kayyum atanması ülkenin karanlığa çekilmesini istiyor ve huzurlu bir ülke istenmiyor olduğunu göstermektedir...

Yani, geçmişten ders çıkartmayan iktidarın inat üstüne inat ederek Mardin'e üç kez kayyum atamış, her seçimde oyları artırarak mağduru daha çok oyla geriye getirmiştir... Kasım 2024

26 Ekim 2024 Cumartesi

DEVLET BAHÇELİ TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN'I MECLİSE DAVVET ETTİ



DEVLET BAHÇELİ ŞAŞIRTTI TERÖRİST BAŞI APO'YA İŞARET VERDİ

Devlet Bahçeli 2007’de Öcalan’ın idamı için Erdoğan'a urgan fırlatarak: “Oğluna gemi alacak kadar paran var Apo'yu asacak kadar mı bulamadın. Al sana ip as da görelim.” Diyerek miting meydanında sert seslenişte bulunmuştu.

22 Ekim 2024’e gelindiğinde ise Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” Dedi.

Recep Erdoğan daha önce: “Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek” diyordu. Edirne’deki Demirtaş, İmralı’daki ise Abdullah Öcalan’dı. Erdoğan nereden biliyordu acaba?

Bahçeli icraatları ile siyasi yelpazedeki durduğu noktayı çok yanlış buluyorum.
Sarsılmaz dediği kale ülkücülermiş, bebek katili, binlerce insana acımasızca kurşun sıkan, kentlerde birçok yerlere bombalar atan katili terörist başı Öcalan’a kucak açarak TBMM’ne sokup konuşturmak mı? Bütün bunların altında neyin hesapları var?

Durup dururken, DEM kapatılsın, bir daha açılmasın, onlara verilen maaşlar şehit ailelerine verilsin diyen Bahçeli ne oldu da birdenbire “U” dönüşü yaptı. Daha 23 Ekim 2024’te Ankara-Kahramankazan’da yeni canlar yakıp kanlar dökerken, sel olmuş gözlerinden yaşlar akan analar ağlarken.

Şaşırttı toplumu Bahçeli, onca hakaretten sonra DEM ile tokalaştı, şakalaştı!
Var bunda bir illet diye düşünürken çark etti, birdenbire beklenmedik bir konuştu, çağrı yaptı Öcalan’a. Hayrete düştü halk, teslim oldu Erdoğan’ın oyununa, çözecek bir başarı oyununun oyunculuk görevini almış bir kere. “Ne Kandil ne de Edirne; ille de İmralı” dedi. Balonu patlattı, “Gel mecliste konuş” çağrısı yaptı. Şaşa kaldı ağızları açık Ülkücüler, güvendikleri dağın karı eridikçe maskeler düştü “tüh vah” emeklerine yazık oldu, göründü paslanmış yüzler, rüya bitti…

Allah ile aldattılar, din, iman, Kur’an, Alla hu Ekber dediler, abdest aldılar namaz kıldılar sakal koydular, başlarına sarık doladılar. Devlet bizim, su bizim aş bizim, yediler içtiler ne gam ne keder servetlerine servet kattılar, düşünürken emekliler elleri çenelerinde parklarda bedava üçlü kanepelerde otururken. Kirlettiler kanla kurulmuş ülkeyi, yara bere içinde her yönden halk, sızla geçim derdinden…

Bahçeli'nin Öcalan’a çağrısı ile yeniden BOP Projesi canlandırılarak, yeni çözülmelerin başlatılması ve sonuca ulaşılması çabalarıdır. Hala günümüzde Irak’ta ve Doğu Suriye’de PKK’nın ta kendisi olan PYD/YPG adı altında ABD güdümlü Türkiye’nin Milli ordusuna ve halkına karşı silahlı terör örgüt yapılanması 23 Ekim 2024’te son olarak Ankara’da görüldü.

Ülkeye “din, iman, Allah, Kur’an” diyerek bir kumpas kuruldu. Bu kumpasın amacı, ulus devleti, üniter yapıyı, laik demokratik cumhuriyeti bilinçli biçimde, siyasi amaç uğruna darbe vurularak ülkenin birlik ve beraberliğine kast ederek yapılmaktadır.

Süleyman Soylu Terörist PKK’lıların: “77 Terörist var, Ayakkabı Numaralarına Kadar Biliyoruz” demişti.

Nerden nereye: Güçlü bir devlet masaya oturup teröristle pazarlık yapmaz, mücadele eder. Değilse, devlet siyasi gücü teröristlere devretmiş olur.

2022’de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Ümraniye'de sanayi esnafıyla buluşmasında, şunu: “77 terörist var. Birileri PKK'ya olan saikleri yüzünden üzülüyor ama bilinmesi lazım ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dağlardaki teröristin ayakkabı numarası dahil her şeyi bilmektedir. 29 Ekim 2023 tarihine kadar ülkemiz sınırlarında bir tane bile terörist kalmayacak.” Demişti.

Feti Yıldız MHP Genel Başkanımız @YildizFeti
Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” dedikten sonra Kahramankazan’daki Susaş Tesislerine terörist PKK’lıların acımasız saldırısında 5 vatandaşımızın ölümüne neden olmuşlardı.

Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de grup toplantımızda yapmış olduğu tarihi çağrı emperyalizmi öyle bir telaşlandırdı, kimyasını öyle bir bozdu ki suçüstü yapılacağını umursamadan Orta Doğudaki kiralık katillerine Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş’nin Kahramankazan yerleşkesine saldırı emri verdi… Şu hususu açıkça ifade etmek istiyorum; bu suçüstü haline rağmen amalı, fakatlı konuşanlar emperyalizmin yerli işbirlikçileridir, sözlerinin hiçbir kıymeti yoktur.” Diyordu.
Selman Zebil Ekim 2024

19 Ekim 2024 Cumartesi

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACILARI!


1920-1950 YILLARDA FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACI DRAMI!

Filistinli Araplara Satılan Kıbrıslı Türk Kızları
Pek kimsenin bilmediği kapanmayan yaralarla dolu acı veren anıları vardır. Bu acı anılardan en kötüsü, yokluktan Filistinli ve diğer Arap zenginlerin kasık ağrılarını gidermeleri için 3. 4. Eş olarak satılan 13-14 yaşlarında Kıbrıslı Türk kızlarıydı.

Bu konuda bilinmeyen Kıbrıs’ın tarihine ışık tutan emekli edebiyat öğretmeni Neriman Cahit, Hiç bilmedikleri ülkelere satılarak gönderilen Kıbrıslı Türk kızlarının öykülerini bulup toplamış, “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı kitapta yazmış ve yayımlamış. Bu gerçek öykünün temelinde, yoksulluk vardır.

Bizim Toplumum Filistin’i nasıl bilir? İsrail altında ezilen! 
Emekli Öğretmen Neriman Cahit'ten dinleyim...
1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu ana-babaları tarafından satılan kızların çok azı geri dönebildi. Geri dönemeyenler ise evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

Neriman Cahit’ten: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinden hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: ‘Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; Biz bu kızları sattık’ dedi.”

Yine Neriman Cahit’ten dinliyoruz: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

Kıbrıslı Türklerin, yoksulluktan kurtulmak için kızlarını zengin Filistinli Araplara satmaların bile bir piyasası oluşmuştur. Kıbrıslı yoksul köylü kızların satılmasına aracılık yapan acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmış, bu insan ticareti yapan simsarlar ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü, albenili kızları bulmaya çalışırlar; satılan aileden hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış. Bu Kıbrıslı Türk köylülerinin ellerinden bir bedel ödenerek alınan kızlar, evlendirilmek üzere Bafa ve Larnaka limanlarından vapurlara bindirilerek Filistin’e doğru 10-15 yaşındaki kızlar götürülüyorlardı.

Bu Kıbrıslı Türk kızları, damat adayları hakkında birçok yalanlarlar uydurularak aldatıldıkları, Filistin’e vardıklarında birer kuma olduklarını anlıyorlar ve daha çok yoksulluklar çekerek yaşamlarını sürdürüyorlar, birçokları çokluk çocuğa da karışınca bir daha geri dönme olanaksızlaşıyordu.

1950’lere Gelindiğinde…
Neriman Cahit’ten dinleyelim: “1950’lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler (Kıbrıslı) Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.” Diye anlatır.

Filistin’e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’e giden tercüman Mustafa Bitirim olmaktadır. Bitirim Kıbrıs’a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar” ve “Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.

Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

Ürdün’e taşınan Kıbrıslı Türk kızları ile tanışma…
Neriman Cahit birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb ile tanışır ve Kıbrıslı kızlarla tanışmaya için Ürdün’e gider. Neriman Cahit Hanım o ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım… Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…” der.

Hatice Tevfik’in öyküsü…
Neriman Cahit, Ürdün’de El Vahdet Kampı’nda sürgünde yaşayan 97 yaşında Hatice Tevfik ile tanışır ve altı oğlu bir de kızı olduğunu öğrenir. Onun anlattıklarına göre satılmadan önce evin dört kardeşten en küçüğüdür. Filistin’e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır yandaki çizgileriyle!..

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskündü. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın, “Beni vurdular, beni vurdular! Ölmeden beni mezara koydular… Unuttunuz beni” diye feryat ediyor.

Necla Ömer’in öyküsü…
Neriman Cahit’in ortaya çıkan öykülerden biriside, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’in yaşam öyküsü. Necla Baf’ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ta doktor olarak tanıtan Necla’nın kocası kavun-karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’yı arar. Necla’yı genelevde Mustafa’nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

Vedia Mustafa’nın öyküsü…
Vedia Mustafa’nın öyküsünü torunu Dr. Ahmet Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile ve beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmet Ali Hamiş: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye” Ahmet, ninesinin vatanını ve ailesini özlediğinden mutsuz olduğunu anlar: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” Ahmet Bey’in arayışı çok uzun yıllar sürse ninesinin Kıbrıs’taki ailesini sonunda bulur ve ninesini Kıbrıs’a götürür ve on havaalanında karşılama anı çok hazin olur. 40 yıldır ailesine hasret olan Vedia nine, sevdiklerine sarılır. Fakat hasretin bittiği an başka bir dram yaşanır. Vedia Hanım’ın dili tutulur ve hayatının sonuna kadar bir daha konuşamaz. Londra’da yaşayan kardeşleri onu yanlarına alır ve tedavi ettirmek için çalmadık kapı bırakmazlar. İki yıl süren tedavilerin sonucunda doktorlar son sözü söyler: “Konuşmaması için, bir neden yok Konuşmak istemiyor!” Sayın İsmet Bayram'dan alıntıdır.

Vacide (Hüseyin Süleyman) Hanimin Öyküsü…
Vacide Hanım, 13 yaşında bir Arap ile evlendirilen halası tarafından Filistin’e götürülür. Ve 15 yaşındaki Vacide 30 yaşındaki Filistinli bir öğretmenle evlendirilir. Vacide için 20 yıl sürecek cehennem hayatı da başlamış olur. Hem kocasından hem de kayınvalidesinden sürekli dayak yer, aşağılanır, horlanır.

Vecide Hanım, dil bilmediği için hayat iyice zorlaşsa da bu evlilikten altı çocuğu olur. Ama kocasından gördüğü zulüm hiç azalmaz; artar. Bir gün isyan eder ve boşanır. Ardından ikinci evliliğini yapar. Birbirlerini severler, iki çocukları olur. 16 yıl sonra kocası bir başkasına âşık olur. Vacide Hanım kocasına büyü yapıldığına inanıyor; “Kocam beni seviyor…” diyor. Kocasının gidişinin ardından Vacide karın doyurmak için giysileri bile satar.

Bu durumlarına acıyan bir imam: “Ben sana para toplayayım, sen kızlarını da al memleketine git, yoksa burada heba olacaksınız…” der. Büyük umutlarla geldiği Kıbrıs’ta onu karşılayan hayal kırıklığı olur. Çünkü ne Kıbrıs’taki iki erkek kardeşi ve yengeleri ne de diğer akrabaları. Selman Zebil Ekim 2024



TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...