8 Nisan 2012 Pazar

HİCİV SANATI


TÜRK HİCİV SANATI
Halklar, kendi dini inanışını ahlak ve terbiye ilkelerine göre yaşarlar. Gelenek, genel kültürün önemli bir parçasıdır. Olayları kuşaktan kuşağa anlatılarak yaşatılması ve günümüze kadar taşınması insanlar için önemlidir. Aksi; gelenek ve görenekler zaman içinde kaybolur gider. Yazılı kültürden gelmeyen toplumlarda duyuş, anlatış, düşünüş toplumsal belekten süzülerek, damıtılarak günümüze yansırlar.

Anlatımda halkın anlayabileceği dil ve şekilleştirilmiş beden hareketleri ile anlatırken güldüren, güldürürken eleştiren, eleştirirken korkuyu yenen akıcı eylem, gündelik hayatın içinde sorunlara, gündelik hayatın sorunlarına göre hazır cevaplılık sözlü kültürün bir tür gerçeği olur. Örneğin: “Abdest alırken ne tarafa dönülür? İşte sosyal anlam yüklü hazır cevap: “Ceketini nereye astınsa o tarafa dönülerek abdest alınır”  derken bir tür ceketin hırsızlardan korunması imalı anlatımı olur.

Bazı söylenceler Tanrı ile didişmeli olur: Köylüler yağmur duasına çıkarlar. Köylülerin yağmur duasına çıktığını gören Bektaşi’de takılır peşlerine. Tam Bektaşi’nin tarlasının kıyısından geçerlerken Bektaşi, elindeki sopayı tarlasını ortasına diker ve boynundan başını yukarıya kaldırarak Tanrı’ya: “Bak bu tarlada benim ha, yağmurunu esirgeme” der yoluna devam eder gider. Yağmur duası biter bitmez bir tipi, bir fırtına yer gök yağmur altında, sel su ortalığı alır götürür. Bektaşi gelir bir bakar ki tarlasındaki mahsulü sel almış götürmüş. Bir tarlaya bakmış, bir tarlaya işaret olsun diye diktiği değneğe bakmış, sonra kaldırmış boynundan başını yukarı: “kabahat sende değil, sana bu tarlayı gösterende” der Tanrıya.

Yine bir yağmur yağdırma biçimi ile Bektaşi, yağmur duasına çıkmaya hazırlanan köylülere: “Yahu durun hele ben size nasıl yağmur yağdırılır göstereyim” der Köylüler ise merakla Bektaşi’nin nasıl yağmur yağdıracağı metoduna bakarlar. Bektaşi çıkartır sırtındaki mintanını iyi bir yıkar ve bir dala asar kurusun diye. Güllük güneşlik havada kara bulutlar belirmeye başlar, ardından şimşekler çakarak ortalık yağmur altında kalır. Buna şaşan köylüler: “Bu işi nasıl yaptın” diye sorarlar Bektaşi’ye. Bektaşi gayet sakin bir biçimde: “Yahu bu günlerde Tanrıyla aram açıkta, bana kızdığından yaş gömleğim kurutmamak için yağmur yağdırdı” olur.

Bazen ne başkaldırma var, ne boyun eğme olur; taktikle zora karşı savar sözler olur. Örneğin acıkan Bektaşi, cebindeki on kuruşun beş kuruşuna ekmek, beş kuruşuna da helva alıp günü geçiştirmek ister. Helvacıya varır on kuruşu tezgâhın üzerine koyarak: “Beş kuruşluk helva ver” der. On kuruşu alıp kasasına koyan helvacı beş kuruşluk helvayı tartar verir Bektaşi’ye. Bektaşi on kuruşun üstü olan beş kuruşu ister. Helvacı iri kıyım bir adam: “Yürü ulan, çık dışarı, bana beş kuruş verdin” der.

Çaresiz; Bektaşi helvacı dükkânından çıkar gider, varır fırıncıya. Fırıncı çelimsiz birisi tam dişine göre: “hey fırıncı ver bakim oradan bir ekmek” der. Fırıncı ekmeği veriri ve beş kuruş parasını ister. Bektaşi kabarır: “Koydum ya tezgâhın üstüne beş kuruş, aldın kasaya attın” der çıkar gider. Bir güzel helva ekmek karnını doyurur ve ellerini havaya kaldırarak: “Yarabbi; benden on kuruş alan iri kıyım helvacıdan on kuruşun beş kuruşuna al, cılız, çelimsiz fırıncıya veriver” der işi Allaha havale eder.

Muziplikle gerçekler bir birine karışır. Sosyal yaşamın içindeki baskı ve sıkıntılar altında kalan, hayatı kolaylaştırmak ve hayatta kalabilmek için gittiği yere kadar sürdürebilmek için gizemli bir dünyalarını “dışa karşı sır saklama” olarak algılayıp mecazi muziplikle gerçeklerin örtünmesidir. 

Üslup gereği; güçlülere karşı saflık tutumuna yatmak, bilmiyormuş gibi davranma, anlamazlıktan gelme, kayıtsız kalmadan değildir. Zorba otoriteye, hiyerarşi buyruk karşısında dolaylı kaçamak ama boyun eğmeden savma yolları zorluklara maruz kalmamak içindir.

Türk halkı, fıkralarda Nasrettin Hoca’yı, şiirlerde Yunus Emre’yi sever.
Tanrı’yı borçlandırmak için ibadet eder gönlünce. Bazen ibadet ettiğine kavgalı hal sergiler; çekişir. Kendi kafasınca idealleri alt üst olunca, yaratanla kavgalaşır; bazen de akıl vermeye kalkar, Tanrının işine karışır: “böyle-şöyle olması gerektiğini”  söyleyerek insanı öne çıkararak insan faktörünün önemini vurgular.

Dinsel kutsallıklarla, din dışı dünyevi ilişkilerde Tanrıyı muhatap alır; insan gibi söylenir ona. Meziyetleri ve kusurlarıyla, doğa karşısındaki beceriksiz çaresizliği karşısında nasıl bir tavır sergiler bakın: “Bektaşi odun yüklü eşeğiyle dağdan köye gelirken, eşeği yarın kenarından yuvarlanıverir: “Ya Allah” der eşeği kaldıramaz:  “Ya Muhammed” der, yine kaldıramaz. Biraz daha gayretle: “Ya Ali” der yine bir çare yok. Son bir kez daha: “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” der üçü bir arada da hiçbir fayda olmaz. Bektaşi kolları sıvar: “Çekilin ayakaltından, bari ezilmeyin” der kendi işini kendi görmeyi dener.

Nasrettin Hoca, şeker isteyen çocuklara: “Size Allah verir gibi mi vereyim, yoksa adam verir gibi mi.” der. Çocuklar: “Allah verir gibi” isterler ama sonuçtan memnun olmayan çocuklara Hoca: “Allah kime vermişse, bende ona veriyorum. Çünkü onunla aramı bozmak istemem” der.

Hicivci; uyanıklığını saflık örtüsü altında güçlüye karşı saklar. Saflık örtüsü altındaki düşündürücü, güldürücü yanıyla kirlenmemiş bir insan türü içerir. Başkalarının işine karışmayan ama kendi işine burnunu olur olmaz sokan lafazanlara yanıtı her zaman hazır cevaplılık silahı olur. 

Hicivci felsefesi, bilge, olgun hazır cevap, pratik zekâyla üretilen bilgiler, başkalarının kurnazlığına çaresiz kalmamak için; aslında ciddi ama işi mecaza dökerek karşısındakini kırmadan derin-derin düşündüren, kimilerine göre deli, kimilerine göre daha olur hicivci.

Son söz olarak, insanda canlı kalan sözler, son derece özlü, pratik sözlerdir. Bir düşünceyi sevmek, benimsemek, özünden bilmek, halk seviyesine inerek insanileşmek, toplumsallaşmak, sıradan halkın anlayacağı yoldur. Sosyal gözlemler, toplumsal hareketler, insanların minikleriyle sessiz anlatımları sezmek ve onları doğal mizahi yapısı “İvedik” filmleriyle anlatılmaktadır. Halk kendine İvedik karakterini yakın buluyor. Kemal Sunal filmlerinden farkı, İvedik, şehirde yetişmiş, olaylara çabuk öfkelenen kaba saba, görgüsüz, kural tanımaz maganda biri. Aynısını Kemal Sunal’da görsek de fark köy-kent ilişkilerindeki kültür farklılıkları yansır. Olaylar tesadüfen gelişir. Örneğin, tam eğilirken kurşun üzerinden geçer, farkına varmadan ölümden döner.




Hiç yorum yok:

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...