TÜRK HİCİV
SANATI
Halklar,
kendi dini inanışını ahlak ve terbiye ilkelerine göre yaşarlar. Gelenek, genel
kültürün önemli bir parçasıdır. Olayları kuşaktan kuşağa anlatılarak
yaşatılması ve günümüze kadar taşınması insanlar için önemlidir. Aksi; gelenek
ve görenekler zaman içinde kaybolur gider. Yazılı kültürden gelmeyen
toplumlarda duyuş, anlatış, düşünüş toplumsal belekten süzülerek, damıtılarak günümüze
yansırlar.
Anlatımda
halkın anlayabileceği dil ve şekilleştirilmiş beden hareketleri ile anlatırken
güldüren, güldürürken eleştiren, eleştirirken korkuyu yenen akıcı eylem,
gündelik hayatın içinde sorunlara, gündelik hayatın sorunlarına göre hazır cevaplılık
sözlü kültürün bir tür gerçeği olur. Örneğin: “Abdest alırken ne tarafa dönülür? İşte sosyal anlam yüklü hazır cevap: “Ceketini nereye astınsa o tarafa dönülerek abdest alınır” derken bir tür ceketin hırsızlardan korunması
imalı anlatımı olur.
Bazı
söylenceler Tanrı ile didişmeli olur: Köylüler yağmur duasına çıkarlar.
Köylülerin yağmur duasına çıktığını gören Bektaşi’de takılır peşlerine. Tam
Bektaşi’nin tarlasının kıyısından geçerlerken Bektaşi, elindeki sopayı
tarlasını ortasına diker ve boynundan başını yukarıya kaldırarak Tanrı’ya: “Bak bu tarlada benim ha, yağmurunu
esirgeme” der yoluna devam eder gider.
Yağmur duası biter bitmez bir tipi, bir fırtına yer gök yağmur altında, sel su
ortalığı alır götürür. Bektaşi gelir bir bakar ki tarlasındaki mahsulü sel
almış götürmüş. Bir tarlaya bakmış, bir tarlaya işaret olsun diye diktiği
değneğe bakmış, sonra kaldırmış boynundan başını yukarı: “kabahat sende değil, sana bu tarlayı
gösterende” der Tanrıya.
Yine
bir yağmur yağdırma biçimi ile Bektaşi, yağmur duasına çıkmaya hazırlanan
köylülere: “Yahu durun hele ben size
nasıl yağmur yağdırılır göstereyim” der Köylüler ise merakla Bektaşi’nin nasıl
yağmur yağdıracağı metoduna bakarlar. Bektaşi çıkartır sırtındaki mintanını iyi
bir yıkar ve bir dala asar kurusun diye. Güllük güneşlik havada kara bulutlar
belirmeye başlar, ardından şimşekler çakarak ortalık yağmur altında kalır. Buna
şaşan köylüler: “Bu işi nasıl
yaptın” diye sorarlar Bektaşi’ye.
Bektaşi gayet sakin bir biçimde: “Yahu
bu günlerde Tanrıyla aram açıkta, bana kızdığından yaş gömleğim kurutmamak için
yağmur yağdırdı” olur.
Bazen
ne başkaldırma var, ne boyun eğme olur; taktikle zora karşı savar sözler olur. Örneğin
acıkan Bektaşi, cebindeki on kuruşun beş kuruşuna ekmek, beş kuruşuna da helva
alıp günü geçiştirmek ister. Helvacıya varır on kuruşu tezgâhın üzerine
koyarak: “Beş kuruşluk helva ver” der. On kuruşu alıp kasasına koyan helvacı
beş kuruşluk helvayı tartar verir Bektaşi’ye. Bektaşi on kuruşun üstü olan beş
kuruşu ister. Helvacı iri kıyım bir adam: “Yürü ulan, çık dışarı, bana beş kuruş verdin” der.
Çaresiz;
Bektaşi helvacı dükkânından çıkar gider, varır fırıncıya. Fırıncı çelimsiz
birisi tam dişine göre: “hey fırıncı ver
bakim oradan bir ekmek” der. Fırıncı ekmeği veriri ve beş kuruş parasını ister.
Bektaşi kabarır: “Koydum ya tezgâhın üstüne beş kuruş, aldın kasaya attın” der çıkar gider. Bir güzel helva ekmek
karnını doyurur ve ellerini havaya kaldırarak: “Yarabbi; benden on kuruş alan iri kıyım helvacıdan on kuruşun beş
kuruşuna al, cılız, çelimsiz fırıncıya veriver” der işi Allaha havale eder.
Muziplikle
gerçekler bir birine karışır. Sosyal yaşamın içindeki baskı ve sıkıntılar
altında kalan, hayatı kolaylaştırmak ve hayatta kalabilmek için gittiği yere
kadar sürdürebilmek için gizemli bir dünyalarını “dışa karşı sır saklama” olarak algılayıp mecazi muziplikle
gerçeklerin örtünmesidir.
Üslup
gereği; güçlülere karşı saflık tutumuna yatmak, bilmiyormuş gibi davranma,
anlamazlıktan gelme, kayıtsız kalmadan değildir. Zorba otoriteye, hiyerarşi
buyruk karşısında dolaylı kaçamak ama boyun eğmeden savma yolları zorluklara
maruz kalmamak içindir.
Türk
halkı, fıkralarda Nasrettin Hoca’yı, şiirlerde Yunus Emre’yi sever.
Tanrı’yı
borçlandırmak için ibadet eder gönlünce. Bazen ibadet ettiğine kavgalı hal
sergiler; çekişir. Kendi kafasınca idealleri alt üst olunca, yaratanla
kavgalaşır; bazen de akıl vermeye kalkar, Tanrının işine karışır: “böyle-şöyle
olması gerektiğini” söyleyerek insanı
öne çıkararak insan faktörünün önemini vurgular.
Dinsel
kutsallıklarla, din dışı dünyevi ilişkilerde Tanrıyı muhatap alır; insan gibi
söylenir ona. Meziyetleri ve kusurlarıyla, doğa karşısındaki beceriksiz
çaresizliği karşısında nasıl bir tavır sergiler bakın: “Bektaşi odun yüklü eşeğiyle dağdan köye
gelirken, eşeği yarın kenarından yuvarlanıverir: “Ya Allah” der eşeği kaldıramaz: “Ya
Muhammed” der, yine kaldıramaz. Biraz
daha gayretle: “Ya Ali” der yine bir çare yok. Son bir kez daha: “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” der üçü bir arada da hiçbir fayda olmaz.
Bektaşi kolları sıvar: “Çekilin ayakaltından, bari ezilmeyin” der kendi işini kendi görmeyi dener.
Nasrettin
Hoca, şeker isteyen çocuklara: “Size Allah verir gibi mi vereyim, yoksa adam
verir gibi mi.” der. Çocuklar: “Allah verir gibi” isterler ama sonuçtan memnun olmayan
çocuklara Hoca: “Allah kime vermişse,
bende ona veriyorum. Çünkü onunla aramı bozmak istemem” der.
Hicivci;
uyanıklığını saflık örtüsü altında güçlüye karşı saklar. Saflık örtüsü
altındaki düşündürücü, güldürücü yanıyla kirlenmemiş bir insan türü içerir.
Başkalarının işine karışmayan ama kendi işine burnunu olur olmaz sokan
lafazanlara yanıtı her zaman hazır cevaplılık silahı olur.
Hicivci
felsefesi, bilge, olgun hazır cevap, pratik zekâyla üretilen bilgiler,
başkalarının kurnazlığına çaresiz kalmamak için; aslında ciddi ama işi mecaza
dökerek karşısındakini kırmadan derin-derin düşündüren, kimilerine göre deli,
kimilerine göre daha olur hicivci.
Son
söz olarak, insanda canlı kalan sözler, son derece özlü, pratik sözlerdir. Bir
düşünceyi sevmek, benimsemek, özünden bilmek, halk seviyesine inerek
insanileşmek, toplumsallaşmak, sıradan halkın anlayacağı yoldur. Sosyal
gözlemler, toplumsal hareketler, insanların minikleriyle sessiz anlatımları
sezmek ve onları doğal mizahi yapısı “İvedik” filmleriyle
anlatılmaktadır. Halk kendine İvedik karakterini yakın buluyor. Kemal Sunal
filmlerinden farkı, İvedik, şehirde yetişmiş, olaylara çabuk öfkelenen kaba
saba, görgüsüz, kural tanımaz maganda biri. Aynısını Kemal Sunal’da görsek de
fark köy-kent ilişkilerindeki kültür farklılıkları yansır. Olaylar tesadüfen
gelişir. Örneğin, tam eğilirken kurşun üzerinden geçer, farkına varmadan
ölümden döner.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder