10 Ocak 2021 Pazar

HİTLERİN TEK ADAM İDEOLOJİSİ TÜRKİYE'DE UYARLANMASI MI?


ALMANYA'DA NAZİLERİN TALİMATI İLE ÇALIŞANLAR 

Hitleri selamla merasimi...

Milyonlarca insanın katili Adolf Hitler'in propaganda afiş ve pankartları; Nazi Almanya’sının diktatörü Adolf Hitler ve onun propaganda teknikleri günümüzde hala konuşuluyor ve Türkiye’de birçok benzerlikler hafif bir değişiklikle, Türkiye’ye göre ayarlanarak söylemler oluşturuluyor. Yazıyı sonuna kadar okunduğunda benzerlikler görülecektir.

Karar alıcıları, Güvenlik, istihbaratının kendine tamamen bağlanması. Yargıçları, savcıları kendi hükmü altına alması; Bakanlara talimatlar vermesi gibi bütün Almanya’yı kendi tahakkümü altına alması ve daha sonra Almanya’nın felakete giden yolda Tek Lider Hitlerin her isteğine “evet efendim” diyen memurlar gün gelip işler tersine dönünce, sorguya çekildiler, “Ekmek parası için emirleri uyguladık" dediler. Hepsine, “keşke şerefinizle aç kalsaydınız” denildi!

Recep Erdoğan, Hitler Benzeri, Kendisi İçin Tasarlanmış Rejimi Kurdu

Almanya’da Hitler, kendisine göre tek adam diktatörlüğünü kurdu. Türkiye’de Recep Erdoğan’ın ne yapmak ondan farksızdır. Recep Erdoğan’ın bu benzerliklerine bakıp Alman liberal Hür Demokratlar Partisi (FDP) lider; “Biz daha önce bu oyunu gördük” diyerek, şöyle sürdürüyordu düşüncelerini:  “Erdoğan ile Hitler arasında benzerlikler görüyorum” diye açıklama yapıyor. Nazi Almanya’sında Hitler’in 1930’lu yıllarda “Görevden alma Nazi Almayasına benzemelerine dikkat çekiyordu.

Bild am Sonntag'a konuşan Christian Lindner, “Reichstag (parlamento) yangını ardından 1933 yılında gördüğümüz gibi tepeden yapılan bir darbe ile karşı karşıyayız. Erdoğan sadece kendisi için tasarlanmış otoriter bir rejim kuruyor. Bireysel hak ve özgürlükleri artık bir rol oynayamadığı için Avrupa için bir ortak olamaz” diyordu.

1933'te Alman parlamentosu (Reichstag) yangını konusunda, yangını çıkartanların komünistlerin sorumlu olduğunu hatırlatan FDP lideri Christian Lindner, Parlamento yangınını gerekçe göstererek ülkede kişisel hak ve özgürlükleri sınırlayan Adolf Hitler ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında benzerlikleri açıklamaktadır.

Örneğin, Fetö darbesini bahane göstererek KHK’ler ile ülkede istediği gibi davranma hakkını eline geçiren Recep Erdoğan ile Hitlerin Alman Parlamentosu yangınından sonra aldığı tavırlar arasındaki benzerlikler bulunmaktadır…

Hitlerin Propaganda Bakanı Goobbels

1930’lar ve 1940’lar yarısına kadar Almanya’da felaket oluşumlar, 2021 günümüz Türkiye’sinde tek adam gelişmeleri o kadar çok benzerlikler vardır ki, Alman propaganda Bakanı Goobbels’in sözleri şöyle: “Size karşı yapılan suçlamaları görmeyecek ve duymayacaksınız. O yalancılar için gerekenler bağımsız Alman yargısı tarafından yapılacak ve cezalarını bulacaklardır. Gerektiğinde sadece bir tek rakibimize odaklanır ve kötü giden her şeyi onun veya onların üzerine yıkmaya çalışın…

Önemli olan halkın aydın kesimini kandırmak değildir. Onları fazla önemsemeyin. Onları kandırmak zordur ve zamanı boşa harcamış olursunuz. Sizin asıl hedefiniz, cahil ve okumamış kitlelerdir. Onları kandırmak çok daha kolaydır…

Eğer belli bir konuda hedefinizde dindar kesimler varsa, onlara Tanrı’dan ve Peygamberden söz edip inançları doğrultusunda kolayca kandırabilirsiniz. Bu amaçla kilise cemaatini kullanmakta yara vardır…”

Yollar yaptık propagandası...

Recep Erdoğan, Kültür Sanat Büyük Ödülleri Töreni'nde yaptığı konuşmada nasıl bir sanatçı beklentisi içinde olduğunu öyle bir tarif etti ki, Erdoğan’a göre: “Sanatçı slogan atmayacak, milleti hor görüp şikayet etmeyecek. Bugün gönlüne yansıyan ilhamları bizlerle cömertçe paylaşan sanatçılarımız için bir aradayız.

…İşte bu çağda ülkemiz geleceğin sanat mevhumlarının payandalarını da temellendirecektir.  Biz o sanatçıyı bekliyoruz. Beklediğimiz o sanatçı önce kendisi olacaktır. Davasını sanatıyla ifade edecektir. Vaktini ve enerjisini dünyanın iyiliği adına ürettiği eserlerle gösterecektir. Beklediğimiz o sanatçı slogan atarak kendini göstermeye çalışmayacak, başarılarıyla dünyanın en muhteşem salonlarında ayakta alkışlanacaktır.

…Beklediğimiz o sanatçı ait olduğu milleti hor görüp sürekli şikayet etmek yerine kendi sanatını sürdürecektir. Beklediğimiz o sanatçı muhalefetini sosyal medya hesabından savurduğu siyasi polemiklerle değil kanatlanıp uçurduğu sanatıyla gösterecektir. Bu sanatçıyı benim kadar aziz milletimin de beklediğine inanıyorum. Gelin Türkiye'nin gücüne birlikte güç katalım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödüle layık gördüğü kişiler; kendisine bağlı kişilerdir. Türkiye de uluslararası alanda birçok ödüller almış sanatçı değildir gözünde. Dünyada hiçbir sanatçı iktidarın yanında, iktidar liderinin sözleriyle hareket ettiği var mıdır bilmem ama işte 2021 Türkiye’sinde iktidar yandaşı sanatçı vardır… 

Herman Joseph Adenauer (1876-1967)

Herman, Almanya’da CDU (Hıristiyan Demokratlar Birliği) partisinde şöyle der: “Bir daha İsa bile gelse bütün yetkiyi bir kişiye ve yanındakilere verecek kadar aptal olmayacaktır Alman halkı.” der.

Almanya 86 yıl önce tarihinde en felaketi olan Adolf Hitler dönemini yaşadı. Denenmiş, halkını felaketten felakete sürüklemiş olan Hitler yaşanmışlığı kopya alarak, Türk halkına uyarlamaya çalışan Recep Erdoğan gerçeği var ortada. Bütün bunları salt kendisi için Almanya’nın denediği, 86 yıl önce geçirdiği travmalı felaketi bu ülkenin kaderi yapmak istiyor. Yani, Türkiye Cumhuriyeti devletinin içini boşaltarak, bir parti devleti, başında tek adam olarak kendi “şahsım” devletine dönüştürüldü.

Alman Herman Joseph Adenauer’in: “Bir daha İsa bile gelse bütün yetkiyi bir kişiye ve yanındakilere verecek kadar aptal olmayacaktır Alman halkı.” Dediği gibi isteriz ki Türk halkı yarın benzer pişmanlığı yaşamadan işler çözüme kavuşturulur...

Hitler arasında kilise, "Allah bizimle" diyor, AKP flaması , caminin şerefesinde, camiler bizim der gibi.

Yükseliş ve Birdenbire Çöküş

Demem şu ki; tek adama dayalı “Başkanlık” sisteminin en korkunç örneğini; Demokrasiden Hitler’in “tek adam diktatörlüğü olan iktidarı, 20. Yüzyılın insanlık tarihinin en zalim, en kanlı dönemlerinden biri olan 2. Dünya Savaşını çıkmasına neden olan baş aktörü Adolf Hitler'in Faşist düşünceleriydi. Recep Erdoğan bu düşünceye benzer yoldan ilerlemektedir. Yani Necip Fazıl’ın Hitler düşüncesinden kopyaladığı “Baş Yücelik” ideolojisinden yola çıkarak gidilen yolun sonu felakettir.

Hitlerin Propaganda Afişleri

Bugünkü AKP lideri Recep Erdoğan'ının "tek devlet, tek millet" propagandasının benzeri...

20. yüzyılın ortalarına doğru, dünyayı kana boğan canilerin başı olan Adolf Hitler, Alman halkını etkin propagandalar ile etki altına alarak kendisine inandırmıştı ve tek başına iktidar olmuştu. Alman halkını, etkin propaganda ile 2. Dünya savaşına sokan Hitler, propaganda afişleri ile ülke kentlerinin caddelerini donatarak Alman halkını daha çok kandırarak, dünyayı bir felakete sürüklemiştir.

Yollar, köprüler yaptım afişleri...

Türkiye’de 19 yıla yakın zamandır, AKP ve lideri Recep Erdoğan, benzer biçimde, ülkenin kentlerindeki billboardlara, duvarlara, üst geçitlere, köprülere, hatta camilere, minarelere varıncaya kadar afişler ile donattı.

Hitlerin afişlerde: “Tek halk”, “Tek devlet”, “Tek lider”, “Büyük Almanya”, “Yeni Almanya’ya sesleniyoruz”, “Tanrı bizimle”, “Sen Almayasın”. “Liderimiz Adolf Hitler sigara ve içki içmez” gibi afişler. 

Hitlerin "tek lider" propaganda afişleri 

Yazar Aldous Huxley, “Tarihten alınabilecek en büyük ders insanlığın tarihten ders almamasıdır.” Demekteydi.

Türkiye’de Recep Erdoğan buna benzer: “Tek devlet”, ”Tek Millet”, “Tek Bayrak”, “Tek ülke” diyerek meydanlarda parmaklarıyla defalarca halka bu propagandayı yapmadı mı?   

Adalf Hitler demokratik yollardan geldi, başa geçti; güçlendikçe geldiği demokratik yolları bir bir tıkayarak, meclis yetkilerini tek eline aldırttı “tek adam” diktatörlüğüne giden yolunu açtı. Güçlendikçe, Almaya sınırlarını aştı, dünya lideri olmaya doğru adım attı. Sonuç, tarihin en vahşi diktatörlerinden biri olarak dünyanın başına kan döken bela oldu...

Bugün Türkiye’de “Başkanlık” sitemi ile “tek adam” Recep Erdoğan aynısını yapmadı mı, yaptı. Meclisi etkisizleştirdi, Türkiye sınırlarını aştı, Suriye’de, Libya’da savaşa gönderilen askerlerimiz var. Hani, “Yurtta barış, dünyada barış” felsefesine ne oldu?

Hitlerin propaganda afişlerinde çocuklar bile kullanılır...  

 Adolf Hitlerin Diktatörlüğe Uzanan Nedenlerin Başında Ekonomik Kriz Vardı

1929’da Almanya’da başlayan çok ağır ekonomik kriz geçiriyordu halkı çok yüksek enflasyonlar altında eziliyordu. Tam bu sırada Hitler 10 yıla yakın zaman içinde bir siyasi adım atamazken, ekonomik kriz Alman halkı tercihini Hitlerden yana yönettir.  

Fetö darbesi ile sistemi kendi lehine göre değiştiren Erdoğan’a ikinci bir fırsat olarak, şimdi şu günlerimizde korona ve ardından ekonomik kriz arttıkça Türk halkını baskı altına alarak ikinci yeni bir son hamle ile tamamen Recep Erdoğan otokritik diktatör hevesleri kabararak “tam tek adam “diktatörlüğünü ilan edebilir…

1920’de Adolf Hitler’in siyasi parti yaşamına Alman İşçi Partisine katılımı ile başlar. Partinin propagandasını ele aldıktan sonra parti adını “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi” (NSDAP) olarak değiştirir. Komünistler ve sosyal demokratlar bu partinin destekçilerine onları küçümseme maksadıyla kısaca “Nazi” diyorlardı.

Hitlerin, yoksullara kömür dağıtma ve yoksullara yiyecek dağıtma propaganda afişleri...

1921’de Hitler, Partide hızla yükselmeye başlar ve kısa sürede parti lideri olmayı başarır. Ancak, 1929 yılına kadar başarısız olsa da dünyada yaşanan ekonomik kriz sonrası oylarını artırır ve 1930 yılında yapılan seçimlerde meclisin ikinci büyük partisi olur.

1932’de Adolf Hitler, Almanya’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine NSDAP’ın adayı olarak katıldı. Karşısında güçlü rakibi Hindenburg vardı. İlk turda kazanan olmadı, ikinci turda ise rakibi kazanırken, Hitler kaybeder...

Almanya’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçileri sonrası yapılan genel seçimde ise Hitler’in partisi mecliste en çok sandalye sayısına sahip olarak girdi. Böyle olduğu halde hükümeti kurmaya yeterli değildi, koalisyon kurmak gerekiyordu. Hitlerin hükümeti kurması için, Cumhurbaşkanı Hindenburg, Hitler’e görev verdi. Ancak Hitler koalisyon kurulmayınca da Alman Ulusal Partisi’nin desteği ile ülkeyi yeniden genel seçimlere sürüklendi...

Almanya’da alınan bu yeniden seçime gidiş kararı, dünyanın da bir felakete sürükleneceği bilinmiyordu. Çünkü alınan seçim kararı ile Hitler’in diktatörlüğe giden önemli yol dönemeçlerden biri oldu. Bu arada Alman parlamentosunun toplandığı anda Reichstag’ta (meclis) çıkan yangının, Hitler’in partisi tarafından çıkartıldığı iddia edilse de soruşturma Nazi Partisi’nin (NSDAP) git gide en güçlü siyasi bir parti olmasından dolayı fazla bir soruşturma açılmaz.

 

İşte Recep Erdoğan'ının tek sesliliği, bir gazete al, 10 gazete okumuş ol; bir yazarı oku 10 yazarı okumuş ol ama hizmet Recep Erdoğan lehine olsun...

Yaralanılan Kaynaklar: Cumhurbaşkanlığı © REUTERS / THİLO SCHMUELGEN

Medyafaresi,Türkiye'nin Özgür Sesi

Yararlanılan Kaynak Sputnik Türkiye sitesi




HİTLER ALMANYASI ve BUGÜNÜN TÜRKİYESİ İLE KIYASLAMA

 

HİTLER İLE ALMANYA’DA SEÇİM HİLELERİ ve BASKILARIN ARMASI

BUGÜNÜN TÜRKİYESİNDEKİ DURUM İLE KIYASLAMA

Resimde görüldüğü gibi Alman meclisinde tek parti işareti kamalı haç asılıdır

Bu arada Adolf Hitler, Cumhurbaşkanı Hindenburg’a imzalattığı bir kararname ile vatandaşların çeşitli kişisel ve siyasi haklarını kısıtladı. Bunu takiben Hitler’in partisi NSDAP ve Alman Ulusal Parti dışında bütün partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durduruldu. Bu yasaklı dönemde gidilen seçimlerin sonucunda Hitler iktidar oldu. Yani olağanüstü yapılan seçim şartları, Hitler’in partisi, seçimde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) %44 oy alarak, tek başına iktidar oldu. Ancak salt çoğunluğu yine elde edemediği için, daha çok yetkiler istedi. Böylece Hitler, sürekli diktatörlüğe giden yolu açıyordu…

Recep Erdoğan Muhalefet için: “Her şey gibi muhalefeti de yerli ve milli inşallah ülkemize kazandırmak bize nasip olacaktır.” Dedi. Benzer yanlardan değil mi?

Hitler’in diktatörlüğe gitmekte her yol mubahtı…

1933 yılında Meclisten “geçici” adı altında geniş yetkiler verilmesini istedi. Adolf Hitler’e ve hükümeti bu “geçici” yetkiyi meclisin salt çoğunluğunun onayına gerek duymadan kanun yapma yetkisiydi. Bu yetkinin yasalaşması içinse de meclisin üçte birinin oyu gerekiyordu. Oylamanın yapılacağı gün parlamento, hükümetin polisi (SA) tarafından kuşatıldı ve bazı sosyal demokrat parlamenterler Meclis’e sokulmadı. Dahi ayrıca 81 komünist vekil de meclis seçimden önce gözaltına alınıyorlar…

Fetö Darbesinden sonra benzer biçimde Recep Erdoğan’a geçici yetkiler verildi; meclisin çoğunluğu anlamsızlaştırıldı, ülkede önemli karalar tek adamın isteği doğrultusunda, salt çoğunluk karaları ile değil tek adam talimatlar ile yapılır oldu.

Almanya’da Referandum İle Başbakanlığın Kaldırılması

Başbakanlığın cumhurbaşkanlığı ile birleştirilerek, başbakanlığın ortadan kaldırılması hakkında yapılacak Referandumda, yoğun bir propaganda yapan Hitlerin Nazi partisi, referandum oylamasında oldukça anti demokratik eylemlerde kullanıldı. STK’ları, kulüpleri Nazi askerleri eşliğinde oy kullanma merkezlerine götürmek ve açık oy vermeye zorlamak da vardı. Bazı yerlerde oy verme kabinleri kaldırılarak bazı yerlerde de kabinler olsa da, kişiler oylarını gizli, istenmeyen oy vermesin diye, oy verilen kabinlerin üzerine, “Buraya giren vatan hainidir.” yazan afişler bulunuyordu. 

Referandum seçiminde "evet" ve "hayır" işareti, evet daha büyük daire hayır çok küçük daire 

Bunda amaçla, Alman halkının açık oy vermesine zorlamaktı. Dahi hatta, buna ek olarak, birçok oy pusulaları üzerinde “evet” damgaları vurulmuş haldeydi. Hatta geçersiz oy pusulaları sıklıkla çıkmasını da “evet” oyları olarak sayıldı. Birçok “hayır” oyu referandum sorusunun lehine kaydedilmiştir. Referandum sonucunda %88 evet oyu çıkmış ve Hitler “Führer” olarak istediği, Almanya’da mutlak tek adam olmayı iyice sağlama almış oldu.

Almanya’da cumhurbaşkanlık sistemi ile başbakanlık birleştirilmesi ile ülkenin tek adam eline geçmesiyle artık önü alınmaz dünyaya tehdit olan; dünyanın gördüğü en kanlı savaşlardan 2. Dünya Savaşı başlatan “tek kişi” olur.

Binlerce insan, kurulan toplama kamplarına milyonlarca Yahudi toplanılarak soykırıma uğratıldı. Siyahiler; çingeneler, zihinsel engelliler, fiziksel arazlar katledildi.  

Bir taraftan, Nazi doktorları bu insanlar üzerinde korkunç deneyler yaptılar. Ayrıca savaş tutsaklarına işkenceler yaptılar, kimyasal silahlar kullandılar ve birçok savaş suçları işlediler.

Hitler’in başlattığı dünya savaşında 7 milyondan fazla Alman vatandaşı yaşamını yitirdi. Savaş sonucu olarak Almanya toprak bütünlüğünü kaybetti ve ülke “Doğu Almaya, Batı Almanya olarak ikiye bölündü. Batı Almanya Amerika, İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne geçti. Doğu Almanya ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kontrolünde kaldı. Almanya, Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya’ya savaş tazminatı ödedi. Alman yaşam standardı 1932’deki ekonomik günlerine döndü.

Alman toplumu, Nazi dönemindeki işlenen insanlar suçları nedeniyle uluslararası alanda ve sosyo-kültürel temsillerde soy kırımın ve savaş suçlarının lekesini hâlâ taşımaya devam ediyor.

Savaşta hayatta kalan Alman halkı büyük açlık ve sefalet yaşadı. Savaş sonrası ABD ve Birleşik Krallık entelektüel savaş tazminatı olarak Almanya’daki tüm patentleri, Almanya’nın tüm teknolojik. Bilimsel bilgi ve birikimini topladı. Bu patent ve bilgi birikiminin değeri günümüz parasıyla 123 milyar dolara tekabül ediyor.

Çok Parti Sisteminden Yetkinin Tek Adam ve Tek Partinin eline Geçişi

Artık Almanya’da bütün yetkileri eline geçiren Hitler, bütün yetkilerini kullanarak, “tek adam” olur; çok partili sistemden tek partili sisteme geçişi kolaylaştırır. 1933’de ise çıkarttığı yasalarla “Nazi partisi” dışında bütün partileri ülkede yasadışı ilan etti. Bütün bu gücü, halka hitabet yeteneği ve oldukça etkili biçimde kullanarak Alman halkını yanına çekmeyi başardı ve kendi Nazi partisinde birleştirdi…

Recep Erdoğan benzer bir hitabet yeteneği ile Türk halkını uzun süredir yanında, partisinde tutmayı başardı.

Hitler’in en etkili propagandası, “Ein Volk, Ein Reich, Ein Fuhrer.” yani ‘Tek halk, Tek İmparatorluk ve Tek Lider” sloganı ile Nazi hareketi, Alman toplumunda çok önemli izler bırakıyordu.

Nerdeyse tamamen benzer propaganda ile Recep Erdoğan, “Tek devlet”, “Tek Millet”, “Tek Bayrak”, “Tek Ülke” demiyor muydu?

Ayrıca Hitlerin propaganda söylemleri ve taktikleri, pankartlar, posterler, parti yayın ve söylemleri, radyolardan nerdeyse kendi lehine yayın yapan %95 televizyonlardan her gün birkaç kez canlı yayın yayında diline gelen ne varsa muhalefete kusan Recep Erdoğan. Meydanlardaki mitinglerde sürekli aynı sloganları tekrar ederek Nazi partisinin (NSDAP) söylemlerini aratmayacak biçimde dillendirmektedir.

Alman Nazi partisinin propaganda bakanı Goebbels gazeteler, dergiler, kitaplar, mitingler; sanat, müzik, film ve radyonun kontrolünü eline alıp Nazi karşıtı bütün görüşleri sansürleyip yasakladı; kimse muhalif ses çıkaramaz duruma getirilmişti. Türkiye’de AKP ile benzer durumu yaşamaktayız. Gazeteciler, siyaset insanları, siyaset yorumcuları Recep Erdoğan’ı eleştirmeleri bile suçlanarak tutuklanıyorlar.  

Bize Hiç Yabancı Gelmeyen Hitlerin Yaptıkları…

Cumhurbaşkanlığı yarışında rakibi olan Alman Cumhurbaşkanı Hindenburg’un yetkilerine pek dokunulmamıştı. Zaten pek bir yetki de elinde kalmamıştı. Onun yetkilerini sürekli çiğnemekteydi. Bundan dolayı hiçbiri mahkeme yargılayacak gücü kalmamıştır, her konuda tek kara verici kendisiydi. Yani her yetki Hitler’in tekelinde; tek adam olduğu açık biçimde zaten hissediliyordu. Ancak 2 Ağustos 1934’te Alman cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölmesi üzerine, Hitler harekete geçerek, ilk iş olarak Formalite bir referandum ile Cumhurbaşkanlığı ile Başkanlığı birleştirerek 1934’te tek adam olmakta önündeki bir engel daha kalkmıştı…

Sonuç, Hitler, Bütün Yetkileri Tekelinde Toplamayı Başarır

Hitler oldukça kısa olan yasa tasarısı ile oldukça güçlü yetkiler elde etmeyi başardı. Salt tasarıda bulunan 5 madde ile meclisin geri kalanını tamamen etkisizleştirdi ve bütün gücü kendi üstünde toplayarak anayasaya aykırı yasalar çıkarma yetkisini tekeline geçirdi.

 5 maddeden 3’ü oldukça çok kritikti…

1. Madde şöyleydi: “Hükümet, Anayasa’da belirtilen kanun çıkartma sürecinden ayrı olarak da kanun çıkartabilir.”,

2. Madde: “Hükümetin çıkarttığı kanunlar, meclis kurumlarını etkilemediği sürece anayasadan sapabilir; devlet başkanının yetkileri bundan etkilenmez.”;

3. Madde ise: “Devletin yabancı milletlerle yapacağı anlaşmalar ve bu anlaşmaların gerektireceği kanunlar için meclis onayı gerekmez. Hükümet bu anlaşmalar için gerekli gördüğü kanunları çıkartır. Bu maddeler hükümetin meclise danışmadan, kanun çıkartmasına, bütçe onaylamasına ve uluslararası anlaşmalar yapmalarına olanak sağlar” diyordu.

Tekrar okuyun, birde Türkiye’de, “tek adam” cumhurbaşkanlığı sitemi dedikleri ile bağlar oluşturun hele; bir değişiklik görmediğinizi anlayacaksınız!

Hitler artık tekeline bütün yetkileri tamamen yetkileri alır ve yasama ve yürütme meclisten Hitler’e geçer. Hatta daha önce cumhurbaşkanlığı yarışında yenik düştüğü Cumhurbaşkanı Hindenburg’u da etkisiz duruma getirilir, bir etki olmaz artık.

Şimdi bu durun Recep Erdoğan’ın “Tek Adam”, “Şahsım” düşüncesiyle, meclisi tamamen etkisizleştiren Hitler düşüncesi ile örtüşmüyor mu?

Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı Sistemi Buradan mı Etkilendi Acaba?

Benzerlikler: Hitler elinde İncil sallıyor, Recep Erdoğan ise elinde Kur'an gösteriyor

Tek Adam olmak için Hitler; Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümünden sadece 7 gün sonra referanduma götürdü ülkeyi. Referandum ile Cumhurbaşkanlığını Başbakanlık ile birleştirilmesi amaçlanıyordu. Bize hiçte yabancı olmayan; başbakanlığın cumhurbaşkanlığı ile birleştirilerek başbakanlığı ortadan kaldırılması gibi…

Referandumda Alman halkına şu soru soruldu: “Cumhurbaşkanlığı makamı, Başbakanlık makamı ile birleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı’nın tüm yetkileri ile Başbakanlığın yetkileri Führer ve Şansölye Adolf Hitler’de toplanmıştır. Vekilini kendisi atayacaktır. Alman erkeği ve Alman kadını, bu yasa ile öngörülen bu düzenlemeyi onaylıyor mu?”  deniyordu…

Yaralandığım kaynak: Medya Faresi, Türkiye'nin Özgün Sesi

 

26 Ekim 2020 Pazartesi

BEYŞEHİR OSMANLI YÖNETİMİNDE BİR TÜR SÜRGÜN YERİ OLARAK KULLANIR

 

 

 

Osmanlılar Elinde Beyşehir.

Osmanlıların eline geçen Beyşehir’i Osmanlılar ne zaman tam olarak ortaya çıktığı bilinmeyen, Eşrefoğlu merkezi, üç tarafını kale ile bir tarafı gölle çevirdiği “ İçerişehir” adı verilen yer ile Beyşehir Çayı adıyla anılan bugünkü Çarşamba Kanalı öteki kıyısında uzanan yere de, yani taş köprüden öte tarafa  “Dışarışehir”  denilmekteydi. Böylece, günümüzde olduğu gibi kent iki taraflı ayrışmış oluşmaktaydı. Konya Vilayeti Salnamesi, 1883: 100 

Dışarı şehir olarak adlandırılan yerin (İçerişehir’in karşı tarafı, ne zaman kurulduğu pek bilinmese de, hayli dışarıdan gelen göçlerle nüfuz artışından kentin kurulmuş olabileceği düşünülmektedir. Ancak, “Dışarışehir”  denilen yerde kendi adıyla anılan bir mahalle ve camii bulunan Hacı Armağan Şah’tan (*) dolayı, “İçerişehir” dışındaki iskân hadisesinin çok daha eskilere dayandığı söylenebilir.

(*) Antalya, Isparta, Konya ve Beyşehir’de pek çok vakıf eseri olan Mübarizüddin Hacı Armağan Şah, Sultan Keyhüsrev’in oğlu İzzeddin Keykavus’un Atabeğidir. 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in cülusunda Üstadüd-dârlık yapan Armağanşah 1248’de Babai İsyanında öldürülmüştür. Bkz. M. Akif Erdoğru , “Beyşehir”, 1992:84

Osmanlı hâkimiyeti sürecine geçmesiyle de devam etmiş gibi söylense de, işin gerçek tarafı, Eşrefolu Beyliği dönemindeki itibarlı canlılığını koruyamadı. Ancak Osmanlı’nın bir sancak kenti olur ve 1842 yılı itibariyle sancak olma özelliğini kaybeder ve Beyşehir kent nüfuzu armasını kaybederek, kentin gelişmesi de durağanlaşır. Başta buna neden, kent nüfuzunun gelişmesine engel sosyal, kültürel ve iktisadi idi.

19. yüzyıla gelindiğinde Beyşehir ve çevresinden büyük kentlere önemli göçler başlar. Eşerefoğlu zamanında cazibe merkezi olan kente ivme kazanan göçler, özellikle 19 ve 20. Yüzyılda tersine, kenti terk eden göçler ivme kazanmıştır.

Beyliğin kurucu Seyfeddin Süleyman’ın Beyşehir’de hala görkemiyle ayakta duran bir sanat eseri olan, bir benzeri olmayan ağaç işi Eşrefoğlu Camii, Anadolu Selçuklu Dönemi sanatının en nadide örneklerindendir. Aynı zamanda, caminin yanında çifte hamam, bedesten, konaklama yeri (han), aş evi(imaret) ve türbe yaptırmıştır. (1)

Eşrefoğlu Süleyman Bey’den sonra da önem verilerek Mübarizüddin Mehmet Bey zamanında bayındırlık çalışmaları sürmüştür. Beyşehir’de Subaşı (vali) sıfatıyla görevde bulunan Şerafeddin Ahmet Bey Selçuklu geleneğine uygun görülen tarzda imar faaliyetlerinde bulunmuş ve 1314 yılında  “Demirli Mescit” olarak bilinen, mescidi inşa ettirmiştir. (2) 

Mevlevilik tarikatının etkin bir üyesi olan Mehmet Bey, Ulu Arif Çelebi’yi Beyşehir’e davet etmiş, onunla yakın ilişki kurmuştur. Mehmet Bey ile Ulu Arif Çelebi arasındaki ilişki Menakibü’l-Arifin (Ariflerin Menkıbeleri) adlı yapıtında Ahmet Eflaki konuyu detaylı bir biçimde anlatılmaktadır. (3)

Mehmet Bey’in aynı zamanda 13. yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’yu yurt edinen Seyyid Harun Veli ile de görüştüğü rivayet edilir. Eşrefoğlu Mehmet Bey’in 1303-1320 yılları arasında Beyliğin başında bulunduğu dönemde gerçekleşen bu buluşma sonrasında Mehmet Bey’in Seyit Harun Veli’yi ziyaret ederek, onun külliyesine gayr-i menkuller bağışlamasını ister. (4)

16. yüzyıl başlarında Beyşehir kenti 12 mahalle iken günümüzde 15 mahalleye çıkmıştır.

Eşrefoğlu, Subaşı Mescidi, Emenler (Halife Hacı İvaz), Asılbeyi, (İhtiyar Fakih, Aykut, Mancınık), Kuyumcu (Zergeran), İbrahim Ağa, Hacı Armağan, (Meydan), Kadı Muhyiddin, Yeltan, Seydi Ali bin Ali Bey, Debbağlar ve Kapu Mescidi adlı mahalleler kentin en eski mahalleleridir. 16. yüzyıl sonunda bu mahallelere Dalyan, Hoca Sinan ve Musalla mahalleleri de dâhil olmuştur. (5) 

18. ve 19. yüzyılına ait hurufat defterlerine göre bu mahallelerle eklenen Beyşehir merkezinde kale dâhilinde Çiftçiler (Hoca Bali), Şeyh Hamza, kale dışında ise Evsat adılı mahallelerin adları eklenir. (6)

Bu durum 16. yüzyıldan sonra da yeni mahallelerin oluştuğunu düşündürmektedir. 1844 tarihli Beyşehir Kazası nüfus defterine Beyşehir kaza merkezinde Cami, Hacı Armağan, Orta ve Dalyan Mahallesi olmak üzere dört mahalle kaydedilmiştir Bunlardan Cami İçerişehir’deki bütün mahalleleri bünyesinde toplamış bulunmaktadır.

20. yüzyıl başlarına kadar Beyşehir kent merkezi, “İçerişehir” ile “Dışarışehir”deki Hacı Armağan (Meydan), Dalyan ve Evsât adlı mahallelerden oluşmaktaydı. (7)

1902 yılında Beyşehir’e iskân edilen Çeçen muhacirlerin yerleştirilmesiyle birlikte meydana gelen yeni mahalleye, padişah 2. Sultan Hamit’in adına izafeten Hamidiye adı verilmiştir.

20. yüzyılın başında kent merkezinde yeni bir mahalle daha oluşturulmuştur Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kaynakları (BOA), İrade-Dâhiliye, 5: 1321, lef 1, 3 Mayıs 1903. Bu tarihten itibaren günümüze kadar yeni mahalleler oluşmasını sürdürmüştür.

Mimari bilim dalında insanlığa bilgi sunan yapılardan Beyşehir, Eşrefoğulları Beyliği’ zamanından bize sanatsal değeri olan, koruması bizlere düşen dünyada benzeri pek az bulunan mimari eserler bırakmıştır…

1) Salim Koca, “Anadolu Türk Beylikleri”, 2002, s.716

(2) Ahmet Çaycı, “Eşrefoğlu Beyliğinin Mimarî Eserleri”  Yüksek Lisans tezi, Konya

(3) Ahmet Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri 1973:282

(4) Ahmet Çaycı 1993 s.13

(5) M. Akif Erdoğru  “Osmanlı Yönetimi’nde Beyşehir Sancağı”, İzmir.1998, s.106

(6) VGMA, Hurufât 1075:7a; 537: 74; 537:75a; 1097: 19a; 1097: 21; 1097:20a; 1141:75b;1140:81a; 542:37a; 1141:74a; 1133:80b; 1133:80b; 1141:75b

(7) BOA, Temettuat Defterleri, (ML. VRD. TMT), Nr. 9820, 9821

Osmanlı Döneminde Sürgün Yeri Beyşehir

Sürgün; insanların bulundukları yerden istekleri dışında başka yerlere göç ettirilerek ikamete zorunlu tabi tutulmalarına sürgün denilmektedir. Osmanlı Devletinin tarihi sürecinde sürgün siyasetini, kendisine tehlikeli gördüğü, farklı düşüncelerinden bazı topluluklara uyguladığı cezalandırma yöntemiydi sürgün.

Dilimizde, insanların bulundukları yerden başka yere zorunlu olarak göç ettirilerek ikamete zorunlu tabi tutulmalarına sürgün denilmektedir. Osmanlı Devletinin tarihi sürecinde, çeşitli nedenlerden dolayı, farklı düşüncelerinden bazı toplulukları sürgün siyaseti uygulanarak cezalandırma yoluna gitmiştir.

Osmanlı devleti, kuruluşundan kısa süre sonra sürgün siyasetine başlamış, toplumu bir yerden başka bir yere, yani en çokta sürgün, yeni fethedilen yerlere Türkmenler, sürümüştür. Bu sürgünlerden en çok pay sahibi Karaman Beyliği’nin Osmanlılar tarafından dağıtılmasıyla olmuştur.

Osmanlı Vilayete bağlı Beyşehir Kazası idarî, coğrafî ve fizikî özelliklerinden dolayı olsa gerek, bir tür sürgün alanı olarak seçilen bölgeler içinde yer alır. Bu nedenle özellikle  “20. yüzyıl başlarında ve savaş dönemlerinde çok sayıda gayrimüslim Beyşehir Kazasına sürgüne gönderilmiştir. Bu çalışmada, başta muhasım devlet tebaasından olanlar olmak üzere Beyşehir Kazasına sürgün edilen gayrimüslimlerin nicelik ve nitelikleri ile sosyal ve ekonomik özellikleri ele alınacaktır.” (*)

Buna gerekçe olarak, kısmi siyasi-idari olsa da, aşağılanan, horlanan, hesaba katılmayan, nerdeyse yok sayılan Türkmenlerin Osmanlı otoritesine arada bir başkaldırmalar yapmalarından dolayı ayaklanıyorlar, padişahların huzurunu kaçırıyorlardır. Türkmenleri sürgün ederek, birlik ve bütünlüklerini bozup dağıtarak, Osmanlı yeni fethedilen, daha çok Balkanların sınır bölgelerine sürüyorlardı.

 Örneğin, Osmanlı’ya uzak kalan Anadolu’nun ortasında sayılabilen Konya bölgesinden, özellikle Karaman Beyliğini ortadan kaldırarak Balkanlara sürülmeleri tarihimizde bir tür yüzkarası olarak kalmaktadır.

(*) Hüseyin Muşmal, Hasret Gümüş, “Exiles To Beysehir Town During The Late Ottoman Empire Periods” (Osmanlı devletinin Son Dönemlerde Beyşahir Kazası’na Yapılan Sürgünler)

 SELMAN ZEBİL

 

BEYŞEHİR'İN 13. YY'DAN 20. YY BAŞLARINA KADARKİ NÜFUZ DEĞİŞKENLİKLERİ

 

Beyşehir’in 13. Yüzyıldan 20. Yüzyıl Başlarına Kadar                                   Demografik Yapısı

Beyşehir’in nüfusu hakkında ilk önemli tahminler, kentin Osmanlı hâkimiyetinde bulunduğu 16. yüzyıl ve sonraki dönemlere aittir. Osmanlı öncesi nüfus yapısı için düzenli bir kaynak bulunmamaktadır. Döneme ait az kaynaklardan ve ya bazı tahmin yürütülerek elde edilen bilgilerden yola çıkarak bazı ipuçları yakalanıyor. 

İbn Fazlullah, Katibiyyi Dımeşki diye şöhret bulmuş. Gerçek adı Kirmanlı Şihabüddin ibn Yahya ibn Muhammed’dir. 13. yüzyıl sonuna doğru yazdığı  “Mesalikü’l-Ebsar ve fi Memalikü’l-Emsar”  adlı yapıtında, Eşrefoğulları için şöyle bilgiler verir:  “Eşrefoğlu’nun memleketi ve mevkiine gelince; Rum ülkesinin kuzeyinde bulunan bu beyliğin, batısında Dündaroğullarının, güneyinde Karamanoğlu’nun, doğusunda ve kuzeyinde Cengiz Han hanedanının toprakları vardır. Beyliğin başşehri Beyşehri’dir. Askeri 70.000 atlıdır. Bu beylik sınırları içinde 65 şehir 155 köy vardır. Şimdiye kadar da müstakildi. Timurtaş bu ülkenin sahibini tuttu. Gözünü oymak ve kulağını kesmek gibi türlü işkence yaparak öldürdü”  (1)

Eşrefoğlu Beyliği’nin asker sayısının 70.000 olarak belirtilmesi hayli çarpıcıdır. Diğer taraftan Karamanoğulları dönemine büyük oranda ışık tutan Şikari’nin yapıtında ise İsmail Ağa’nın Beyşehir yöresinde hüküm sürdüğü 14. yüzyılda emrindeki 6000 Tatarla Karamanoğulları Beyliği’nin hizmetine girdiğini ifade edilmektedir.  (2)

Bu belgelere göre Eşrefoğlu zamanında Beyşehir’in nüfuzu oldukça kabarık olduğuna işarettir ama kesin olarak Beyşehir o dönemki halkının nüfuzu bilinmemektedir.  

Bazı araştırmacılar Ortaçağ şehirlerinin, ekonomik verileri, kapladığı coğrafi alan (3) ile cami ve mescitlerin ortalama mekânsal büyüklükleri (4) ve dönemin tarihi kayıtlarından hareketle bir takım nüfus tahminlerinde bulunmuşlardır. (5)  

Yalınız bir gerçek var ki, Eşrefoğlu Beyliği’nin sona ermesiyle birlikte Beyşehir ve çevresinde yaşanan hâkimiyet mücadeleleri sürecinde Beyşehir Kenti’nin önemli oranda nüfus kaybettiği bir gerçektir…

Kentin beylik merkezi olma özelliğini, Karamanoğlu-Osmanlı mücadelelerinin yaşandığı dönemde kentin nüfuz azalmasına oldukça etkili olmuştur. Kentin Osmanlı hâkimiyetine geçişi sürecinde, kentten göler ivme kazanmıştır. Osmanlı döneminin nüfus tahminlerinde esas alınan vergi kayıtları, Selçuklu ve Beylikler devirleriyle kıyaslanamayacak kadar sistematiktir… 

Osmanlı dönemi Beyşehir kent merkezi nüfusu ile ilgili tahminler yapılmıştır. Osmanlı dönemine ilişkin ilk nüfus tahminlerine göre, Beyşehir’in kent merkezi nüfusu, 1507 yılında 269 hane, yani yaklaşık 1.350 kişiden ibarettir. Şehir nüfusu, 1518-1524 yılları arasında 1.700’den 1.900’e yükselmiş, 1584’te 603 hane ile 3.000 nüfuzu aşmıştır. İş tersine kısa sürede dönmeye başlar. Osmanlı eline geçen kent, 16. yüzyıl başlarında artmaya başladığını görülse de 16. yüzyılın sonlarına doğru çeşitli nedenlerden dolayı kentin nüfusu önemli ölçüde düşüşe geçemeye başlar. 1641 yılında kentin düşen nüfuzundan dolayı 222 hane ve yaklaşık 1110 kişi kalmıştır. M. Akif Erdoğdu, “Beyşehir” 1992, TDVİA, VI, İstanbul, s. 84-85

1830-1831 yılında yapılan Osmanlı Devleti’nin ilk nüfus sayımına göre Beyşehir de 239 hane, 831 erkek nüfus bulunuyordu.

Erkek nüfus kadar kadın nüfusu olduğu düşünülerek yapılacak bir hesaplamada, 1831 yılında Beyşehir kent merkezi nüfusunun en azından 1.662 olduğu söylenebilir. 1840 yılı temettuat defterlerinde yer alan verilere göre şehrin nüfusu, 353 haneye, yani yaklaşık 1.765 kişiye ulaşmış olmalıdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kaynakları ML. VRD. TMT 9821:1256/1840

1844 tarihli nüfus defterindeki kayıtlara göre ise kent merkezinde 395 hanede 911 erkek yaşamaktadır. Bunların kadınları da hesaba katılırsa, 1.822 kişi ortaya çıkar. Bu tarihte kentin en kalabalık mahallesi İçerişehir’deki Cami mahallesidir. 167 hanenin bulunduğu mahallede 423 erkek nüfus bulunmaktadır. Onu 123 hane ve 265 erkek nüfus ile Hacı Armağan, 61 hane ve 135 erkek nüfus ile Orta (Evsat), 43 hane ve 88 erkek nüfus ile Dalyan Mahallesi takip etmektedir.  Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kaynakları NFS. D 3315)

1565 yılında Karaman Vilayetinin büyük bir kısmında veba salgını görülmekteydi.

Bu durum bu tarihlere ait bir Mühimme defterinde  “Vilâyet-i Karaman’ın bir tarafın tâ’ûn tutup nice evler kapatıp sahipleri tâ’ûndan helâk olup”  biçiminde anlatılır. (6)

Konya Vilâyeti Salnamesi 1873:147, Beyşehir Kent nüfusu 1873 yılına gelindiğinde ise 403 haneye, yaklaşık 2.000 kişiye ulaşmıştır.

Şemseddin Sami, M.S.1888-1889 yılında yayımladığı ilk Türkçe Ansiklopedi olan “Kamusu’l Alam” adlı eserinin 2. Cildinde Beyşehir bahsinde “Cümlesi Müslim olmak üzere 2.000 kadar ahalisi vardır” demektedir. Şemseddin Sami 1306: 1334

Ali Cevad da, 1895-1896 yılında yayımladığı, “Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı”  adlı yapıtında Beyşehir ve çevresi hakkında oldukça uzun bilgiler vermiş ve  “Derun-ı kasabada iki bin kadar nüfus vardır”  demiştir.

Konya Vilayeti Salnamesi; Şehir nüfusu, 1883 yılında 394 hane, 1899 yılında 409 hane. Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 1906: 296, Kent merkezine yerleştirilen Çeçenlerin de sayıma dâhil edildiğini düşündüğümüz 1906 yılında ise 600 hane çıkar ve kabaca 3.000 kişiye ulaşır

1922 yılında yayımlanan Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası Konya Vilayeti isimli eserde Beyşehir merkezde yer alan mahallelerde hane sayısı, kadın ve erkek nüfusu ayrı ayrı verilmiştir. Buna göre İçerişehir Mahallesi’nde 180 hane, 357 kadın, 338 erkek bulunurken, Hacı Armağan Mahallesi’nde 117 hane 259 kadın, 249 erkek bulunur. Evsat Mahallesi’nde 86 hane 201 kadın, 190 erkek; Dalyan Mahallesi’nde 45 hane, 103 kadın, 91 erkek; Hamidiye Mahallesi’nde 75 hane, 173 kadın, 149 erkek, toplamda 503 hanede 1093 kadın, 1017 erkek toplam 2.110 nüfus yaşamaktadır. Dr. Nazmi 1922:148

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan uzun bir süre sonra dahi kent merkezi nüfusu yeterli düzeyde gelişememiştir. Kent merkezi nüfusu 1927 yılında 2.578’dir. Bilal Alperen, “Beyşehir ve Tarihi, Büyük Sistem Dershanesi Matbaası, Konya.2001, s.117; M. Akif Erdoğru , “Beyşehir”, 1992, s. 85

1933 yılında Beyşehir kent merkezinde 872 hanede, 1604 kadın, 1574 erkek olmak üzere toplam 3.178 nüfus bulunmaktadır. (7)  

İçerişehir Mahallesi’nde 247 hane, 564 kadın ve 552 erkek, 1116 kişi yaşamaktadır. Hacı Armağan Mahallesi’nde 223 hane, 398 kadın ve 372 erkek, 770 kişi; Evsat Mahallesi’nde 205 hane, 341 kadın 285 erkek, 626 kişi; Dalyan Mahallesi’nde 69 hane 103 kadın ve 169 erkek, 272 kişi; Hamidiye Mahallesi’nde 128 hane 198 kadın ve 196 erkek 394 kişi yaşamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü 1940 Genel Nüfus sayımına göre 1496 erkek, 1451 kadın olmak üzere 2.947 nüfus bulunmaktadır.

1945 yılında 2.894, 1950’de 3.173, 1960’da 5.833, 1970’de 8.980, 1975’de 14.116. 1980’de 15.359 1985’de 21.241’e çıkar.1990 yılında 30.412’e ulaşmıştır. (8)

Eşrefoğulları döneminde Beyşehir Kenti’nde gayrimüslim nüfus bulunduğuna dair herhangi bir kayda tesadüf edilmemiştir. Osmanlı arşiv belgeleri de Beyşehir ve çevresinde Rum veya Ermenilerin ciddi bir nüfusa sahip olmadığını göstermektedir.

Bölgede yaşayan gayrimüslimlerin niceliği konusunda ilk önemli tahminler yine 16. yüzyıla aittir. 16. Yüzyılın ilk yarısında, şehir merkezinde gayrimüslim bulunmamasına rağmen Beyşehir Kazası içerisinde; Kıstıfan, Davgana, Mada, Kesi, Girapa (Akburun) ve Mili köylerinde Müslümanların yanında Hıristiyanlar da mevcuttur. Daha sonraki yıllarda bunların büyük bir kısmının Müslüman olduğu ve 1584 yılında Kıstıfan ve Akburun’da tespit edilen çok az sayıdaki gayrimüslim nüfusun kendi köylerinde ziraatla uğraştığı bilinmektedir.

1831 nüfus sayımında Beyşehir Sancağında 27 hane gayrimüslim bulunduğu, bu hanelere 36 yetişkin ile 16 küçük erkek kaydedildiği. Yine Karaman Eyaleti sancaklarına ait.

1832 tarihli Karaman Eyaleti Sancaklarına ait cizye defterine göre, Beyşehir Sancağında sadece Bozkır Kazasında 22 Evsat ve 8 edna kaydıyla oldukça az sayıda gayrimüslim bulunmaktadır. Bu kayıtlara göre Beyşehir Kazası merkezinde Süleyman Şevket eserinde 1870 yılında şehirde 1000 nüfus bulunduğunu söylemektedir. (9)

Konya Vilayeti 1883: 214 Salnamelerinde ise, Beyşehir Kazası dâhilinde köylerde 1883 yılında sadece 29 Rum ve 6 Ermeni bulunduğu görülmüş bölgede yaşayan Rum ve Ermeni erkeklerin sayısının 1906 yılında 50’yi bile bulmadığı anlaşılmıştır. Aynı tarihte Hıristiyan kadınların sayısı ise 52’dir.

1) Yaşar Yücel, Beylikler, XIII. XV. Yüzyıllar Kuzey Batı Anadolu Tarihi, Çobanoğulları, Candaroğulları Beylikleri, 1980 s. 188 Ankara ve Ahmet Çaycı. 1993, s.16

(2) İsmail Çiftçioğlu, “Beyşehir’de Moğol Emiri İsmail Ağa’nın Eserleri ve Vakıfları” 2002, s.3 Ayrıca Şikari 1946, s. 31

(3) Zeki Velidi Togan, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”  1942, s.24. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası C.I, İstanbul, s.1-42.

(4) Tuncer Baykara, “Türkiye Selçukluları Devrinde Konya”, Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü 1998(5) Koray Özcan, “Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yerleşme Sistemi ve Kent Modelleri”, 2005, s. 176-179

(6) Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 5 Numaralı Mühimme Defteri, (973/1565-1566), Ankara 1994, s.156/369

(7) Memduh Yavuz,  “Eşrefoğulları Tarihi Beyşehir Kılavuzu,” 1934, Konya, s. 8

(8) Bilal Alperen 2001:117; M. Akif Erdoğru 1992: s.85, Adrese dayalı nüfus sayımına göre Beyşehir kent nüfusu 2007 yılında 32.799’dur…

(9) Süleyman Şevket, “Hülasa-i Coğrafya”, H. 1287: 63 İstanbul.

Diğer kaynaklar

(Hüseyin Muşmal 2005, 87; M. Akif Erdoğru 1992, 85) Hüseyin Muşmal,  “XIX. yüzyılın İlk Yarısında Beyşehir ve Çevresinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı” 2005, s. 87

Hüseyin Muşmal, “XIX. Yüzyıl Ortalarında Beyşehir Bölgesinden İzmir ve İstanbul’a göçler konusunda.

Hüseyin Muşmal, Mustafa Çetinaslan “Beyşehir İlçe Merkezindeki Çeçen-İnguş Muhacirlerine Ait Mezar Taşları” 2013, Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS)

16. Yüzyılda Beyşehir ve Dolaylarında Hıristiyan Nüfuz

Beyşehir kent merkezinde pek fazla gayrimüslim nüfuz bulunmazken, Davgana, Kıstıfan, Mada Adası, Kesi, Girapa (Akburun) ve Mili köylerinde Müslümanların yanında Hıristiyanlarda mevcuttu. Daha sonraki yıllarda bu Hıristiyanların yarısını Müslümanlaştığı ve 1584 yılında Kıstıfan, Akburun’da tespit edilen çok az sayıdaki gayrimüslim nüfuz, bulundukları köylerinde ziraatla uğraştıkları kaydedilmiştir.

1831 yılına gelindiğinde, M. Akif Erdoğru “Beyşehir Sancağı” yapıtındaki tespitlerinde, Beyşehir’de 27 hane gayrimüslim yaşadığı, bu hanelere 37 yetişkin ile 16 küçük erkek kaydedildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır…

Konya vilayeti salnamelerinde ise, Beyşehir kazası dâhilinde köylerde 1883 yılında sadece 29 Rum, 6 Ermeni bulunduğu görülmüştür. Bölgede yaşayan Rum ve Ermeni erkeklerin sayısı 1906’da 50 dolaylarında, aynı tarihte Hıristiyan kadınların sayısı ise 52 olmaktadır. Bu verilere göre 19. Yüzyılda Beyşehir’de Hıristiyan nüfuzun ciddi bir sayısının olmadığını göstermektedir. 

Sonuca gelirsek: Eşrefoğlu döneminde kurtulmuş olan Beyşehir nüfuzu kaynaklara göre 7500 dolaylarındaydı. Kent uzun üre Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuza asla sahip olamadı. Dahi, Osmanlıların elinde uzun süre kalan Beyşehir nüfuzu artmadı, daha çok azaldı. Ancak Beyşehir kent nüfuzu cumhuriyet ilan edildiğinden sonra kent nüfuz ancak 1975 yılında 10 bini geçebilmiştir.

Osmanlı dönemine geçtiği yıllarda kent nüfuzu artmadı. 1842’de sancak merkezi olması ile de Beyşehir yine Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki gibi önemli bir kent olamadı. Eşrefoğlu Beyliğini kuran Süleyman Bey, kenti mimarisiyle, kültürüyle, gönenciyle kent adeta bir tür sosyo-ekonomik cazibe merkezi durumuna getirmiş, kentte nüfuz yoğunluğunu sağlamıştır.

Eşrefoğlu 2. Süleyman’dan sonra Eşrefoğlu Beyliği dağılıp sona erer. Bu arada Eşerefoğlu 1. Süleyman Bey’in yaptırmış olduğu camii, Selçuklu mimarisinin en mükemmel ahşap işçiliğiyle yapılmış olarak günümüze kadar korunarak gelmiştir.

Sahibi belirsiz: “İcabet-ü’s-Sail ila Marifet-i’r-Resail”  adlı Mısır Divanı münşilerinden adı meçhul bir zat. Beyşehir sahibinin İsmail Ağa adında bir zat olup bunun 1365’te Memluk sultanı divaniye mükatebesini yazar. Bu yapıt; Paris Milli Kütüphanesi” Arapça yazmaları kısmındadır. Orada Beyşehir hakkında kısaca: “Eşrefoğullarından sonra Beyşehir’e M.S.1369’da bir taş medrese kitabesin var. Bu kitabeden anladığımız kadarıyla bu taş medresenin  “Emir-i Kabir” olarak tavsif edilen Mecdüddin İsmail bin Halil tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.” Diyordu.

Şikari Tarihi ise: İsmail Ağa Moğol Beylerindendir. Bunun medresesinden başka yine Beyşehir’de M.S.1372 tarihli zaviyesi ile bir sene sonra yaptırdığı su tesisatı, kanalları vardır. Vefatı 1378’de ve kabri de Beyşehir’dedir.

Şikari, “Karamanoğlu Alaettin Bey’in İçil (Mersin) sahillerindeki Gorigos üzerine Frenklere karşı yapacağı seferde o sırada vefat etmiş olan İsmail Ağa’nın oğlu Eminüddevle’nin sekiz bin Moğol askeriyle yardıma geldiğini”  yazmaktadır. Şakari’ye göre İsmail Ağa Karaman emirlerindendir. (*)

(*) Şikari, “Konya Halkevi yayınlarından” 1946 s. 106.Aktaran İ. Hakkı Uzunçarşılı,”Anadolu beylikleri” TTK yayınları,1988, s. 61

Selman Zebil 2020 

BEYŞEHİR'İN NÜFUZ YAPISI ve MAHALLELERİN OLUŞUMU

 

Eşrefoğlu Beyliğinin Kaynaklara Göre Gücü ve Sınırları

Şahabettin El-Ömer-i adlı birinin kaydına göre, “Germiyanoğulları hâkimiyetini tanıyan, Türk emirlerinden olan Eşrefoğulları 70 bin kişilik süvari ordusu, 65 şehir ve 150 köye sahip bir Türkmen beyliği idi”  diye açıklar. 

Bir başka kaynak, Şikari tarihi, orada İsmail Ağa’nın Beyşehir yöresinde hüküm sürdüğü 14. Yüzyılda emrindeki 6 bin Tatarla Karamanoğulları’nın beyliğine geçip hizmetine girdiği anlatılır. (1) “Eşrefoğlu’nun memleketi ve mevkiine gelince; Rum ülkesinin kuzeyinde bulunan bir beyliğin, batısında Dündaroğullarının, güneyinde Karamanoğlu’nun, doğusunda ve kuzeyinde Cengiz Han hanedanının toprakları vardır.” Askeri 70 bin atlıdır. Bu beylik sınırları içinde 65 şehir…

İbn Fazlullah’da benzerini, Eşrefoğlu Beyliği sınırlarını tarifini 13. Yüzyılda yazdığı; “Mesalikü’l-Ebsar ve fi Memalikü’l-Emsar adlı yapıtında Mesalikü’l-Ebsar’ın Anadolu Beylikleri bölümünde Eşrefoğulları için şu bilgileri aktarmaktadır: “Şeref-oğlu (Eşref) ili; Bu memleketin sınırı, Anadolu’nun kuzeyinde Dündaroğlu ilinin batısındaydı. Karamanoğlu ilinin de güneyine düşmekteydi. Kuzeyde bulunan Cengiz Han ailesine mensup memleketlerin doğusuna düşmekteydi”  Der ve Beyliğin gücünü, “Beyliğin baş şehri Beyşehir’dir. Bu il müstakildi. İdare merkezi Beyşehir’dir. Askerleri 70 bin atlı civarındadır. Bu ülke 65 şehre, 155 köy maliktir. Timurtaş bu ülkenin sahibini tuttu. Gözünü oymak ve kulağını kesmek gibi türlü işkence yaparak öldürdü”  Diye geçer.

Müsameret’ül Ahbâr’da şöyle söz edilir. “Velhâsıl her tarafta bulunan Türk emirleri başlarını itaat çizgisine koydular. Önceki devirlerden hiçbir devirde çağrılmaları ve huzura gelmeleri istenmemiş olan beyler arasında Eşrefoğulları da vardı” Kerimüddin Mahmud-i Aksarayi, “Müsâmerett’ül-Ahbar,” (2)

(1) Şikari, “Karamanoğulları Tarihi” Haz. Mesut Koman, Konya, 1946, s.31,İsmail Çiftçioğlu, “Beyşehir’de Moğol Emiri İsmail Ağa’nın Eserleri ve Vakıfları” 2002, Isparta, s.3 

(2), Mürsel Öztürk cev. “Müsâmerett’ül-Ahbar”. TTK, Ankara 2000, s.252.ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Anadolu Beylikleri”, s.60; Konyalı, Beyşehir, s.42

Eşrefoğlu Beyliği Döneminde Beyşehir Nüfuzu

Ayrıca Beyşehir’in Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuzu Hüseyin Muşmal’ın değerlendirmesine göre Eşrefoğlu Camisi dikkate alınmış hesaplanması, 1480 Metre kare alan üzerinden hesaplanmış. 1500 kişinin aynı anda namaz kılabildiği, bu ulu cami dışında dahi, Hacı Armağan camii ve Subaşı Mescidinin o döneme ait olduğu (1) hesabıyla 7500 nüfuzdan daha da fazla olabileceği rahatlıkla söylenebilir.

Eşrefoğlu Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti’nin sona ermesiyle birlikte kurulan beylikler içerisinde en kısa ömürlüsüdür. Beyşehir ve çevresinde hüküm süren beyliğin kurucusu ve ilk hükümdarı Seyfeddin Süleyman Bey’dir. Seyfeddin Süleyman Bey’in 1302 yılında vefat ettiği bilinmektedir. Vefatı üzerine büyük oğlu olan Mehmet Bey hükümdar olmuştur. Onun zamanında Akşehir ve Bolvadin de beylik sınırlarına dâhil edilmiştir. Yerine oğlu 2. Süleyman geçmiş; iktidarı uzun sürmemiş, İlhanlıların Anadolu valisi Timurtaş’ın beylikler üzerine yaptığı sefer neticesinde 1326 tarihinde öldürülmüş ve böylece Eşrefoğlu Beyliği ortadan kalkmıştır. Beyşehir’de artık uzun zaman alacak nüfuz azalması başlayacaktır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1988

Eşrefoğlu Beyliği sonlandırıldığından itibaren Beyşehir sürekli dışa göç veren bir ilçe durumuna düşmüştü. Kaynaklara göre, uzun zaman Eşrefoğlu Beyliği dönemindeki nüfuzunu bir daha geri alamamıştır. Çünkü Eşrefoğlu Beyliğinden sonra uzun süre güvenli bir bölge olma özelliğini kaybetmiş olması yanında siyasi, sosyal, ekonomik unsurlarda işin içindeki nedendir. Biz bunu da, Osmanlı dönemindeki nüfuz sayımlarından anlıyoruz.

 Beyşehir, 1466-1641 tarihleri arasında, 19 mahallesi olup, Müslüman nüfusludur. Gayrimüslim mahallesi bulunmamaktadır. Mahalleler genellikle 5 ile 90 haneden oluşmakta olup, çoğunluğu esnaf teşkilatındaki meslek adları ile şahıs ve köy isimlerini taşımaktadır. M. Akif Erdoğru, 1989

(1) Hüseyin Muşmal, “Eşrefoğullarından Günümüze Beyşehir Kent merkezinin Demografik Gelişimi”  makalesi, “Eşrefoğlu Beyliği Tarihi” TTK 2018, s.602-63

Beyşehir’de En Eski Hacı Armağan Mahallesi

Beyşehir’in en eski mahallelerinden biri olan 1238 tarihinde Hacı Armağan Mahallesi, Selçuklu Emiri Ertokuş’un, kölesi iken azat ettiği Atabek Mübarizeddin Hacı Armağan Şah tarafından kendi adına kurulmuştur. Hacı Armağan Şah’ın Antalya’da 1239 tarihli bir medresesi, Konya’da kendi adına bir mahallesi ve Beyşehir’in Göçü nahiyesine bağlı Alp Gazi köyünde bir zaviyesi vardır. Selçuklu tarihçisi İbn Bibi, Hacı Armağan’ı cömert, dindar ve ahlakı ile tanınmış olduğunu bildirir…

En eski Hacı armağan mahallesinden sonra Beyşehir, 16. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar, 12 mahallelik bir yer olarak görünmektedir. Hacı Armağan Mahallesi’nin Anadolu Selçuklu döneminde kurulmuş olması, 15. ve 17. yüzyıllarda kayıtlarda bulunan ve günümüzde de halen mevcut olan bir mahalle olması ile ilk kurulduğu dönemin fiziki, sosyo-kültürel özelliklerini Eşrefoğlu Beyliği dönemine dahi adını koruduğunu aktarır Tarihçi Osman Turan.

Beyşehir, fiziki yapısı itibariyle tam bir Ortaçağ Türk İslam şehir özelliğinde sahiptir.13. Yüzyılın sonlarında kale ile çevrili güvenlikli bir hale getirilmiştir diyen M. Akif Erdoğru, Beyşehir kalesi, Eşrefin oğlu Seyfettin Süleyman tarafından İzzettin 2. Keykavus’un oğlu Gıyasettin 2. Mesut zamanında Mayıs 1290’da inşa edilmiştir. Özellikle şehrin bir tarafının gölle çevrili olması, güvenlik konusunu daha da etkili kılmıştır. Kale içerisindeki şehrin tam ortasında bir ulu cami (Eşrefoğlu Camii), caminin etrafında medrese, hamam, bedesten, han, fırın, pazar yeri ve bunlara bitişik olarak sanayi ile meşgul olanların dükkânları bulunmaktadır. İçeri şehir bu ulu camii ve külliyesi etrafında gelişmiştir. 15. yüzyıldan itibaren, nüfusun artması, iktisadi ve ticari faaliyetlerin artması, kalenin yıkılması gibi sebeplerle hayat, kalenin dışına doğru kaymıştır. İdari ve adli görevliler içeri şehir kısmında ikamet etmişlerdir. (1)

Bir örnek: Osmanlı döneminde ilk nüfuz tahminlerine göre 1507’de Beyşehir kent merkezi 269 hane 1350 nüfuzdan ibarettir. Şehir nüfuzu 1518-1524 yılları arasında 1700’den 1900’e yükselmiş. 1584’de ise 3000’i ve 600 haneyi bulmuştur. Bu durum bize 16. Yüzyıl itibaren şehrin nüfuzu artış gösterir.

Daha sonraları ise kentin nüfuzunda düşüşler göstermeye başlar 1641’de 222 hane, yani yaklaşık 1110 kişi kalmıştır. (2) Bu düşü çeşitli nedenlerdendir. Bunun nedeni salgın hastalıklar, ekonomik zorluklar, sosyal ve siyasi güç koşullar büyük etkendi.

1830-1831’de yapılan Osmanlı Devleti’nin ilk nüfuz sayımına göre Beyşehir’de 230 hane, 831 erkek nüfuz bulunurken, kadın nüfuzda o kadar hesaplanır. Hesaplamada ortaya 1831’de kent merkezi nüfuzu en azından 1662 olduğu karar kılınır. Yani kadınlar nüfuzu sayımının dışında, insan olarak görülmez!

1840 yılındaki temerrüt defterinde kentin nüfuzu 353 hane, yani yaklaşık 1765’e ulaşmış hesabı yapılır. 1844 tarihli nüfuz hesabına göre ise kentin merkez nüfuzu 395 hanede 911’i erkek, yaklaşık 1822 kişi ikamet etmektedir. Bu tarihte de kentin en kalabalık olduğu İçerişehir cami mahallesi gösterilmektedir. Burada 167 hane bulunduğu kaydedilmiş ve 423 erkek bulunmaktadır.

1873’e gelindiğinde kentte 403 haneye çıkmış, yaklaşık ta 2000 nüfuza ulaşmıştır.

1888-1889 yıllarında İlk Türkçe sözlük çıkartan Şemsettin Sami, “Kamusu’l-Alam” ansiklopedik sözlüğünde Beyşehir nüfuzu hakkında; “Cümlesi Müslim olmak üzere 2 bin kadar ahalisi vardır”  demektedir. Dahi bir başkası Ali Cevat’ta 1895-1896 yıllarında yayımladığı  “Memalik-i Osmaniye’nin coğrafya Lügati”  adlı yapıtında Beyşehir hakkında uzun söz eder, nüfuz hakkında ise, “Deruni kasabada iki bin kadar nüfuz vardır”  diyerek Şemsettin Sami’yi doğrular.

En son Osmanlı dönemi kent merkezine Çeçenlerin iskân edilmesiyle Beyşehir nüfuz sayımı 1906 yılında 600 hane, yani kabaca 3 bin kişiye ulaşmaktadır.

1922 yılında yayımlanan, “Türkiye’nin Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası”  Konya vilayeti adlı eserde Beyşehir merkezde yer alan mahallelerde hane sayısı, kadın-erkek ayrı ayrı verilmiş olarak İçerişehir Mahallesinde 180 hane, 357 kadın, 338 erkek. Hacıarmağan Mahallesinde 117 hane, 359 kadın, 249 erkek. Evsat mahallesinde 86 hane, 201 kadın, 190 erkek. Dalyan Mahallesinde 45 hane, 103 kadın, 91 erkek. Hamidiye Mahallesinde 75 hane, 173 kadın, 149 erkek olmak üzere toplam hane sayısı 503, 1093 kadın ve 1017 erkek toplam 2110 nüfuz yaşamaktadır. (3) Türkiye cumhuriyeti kurulduktan uzun süre bile Beyşehir kent merkez nüfuzu 700 yıl önceki Eşrefoğlu beyliği nüfuzuna ulaşamamıştır.

(1) M.Akif Erdoğru, İzleyen I. Alaeddin Keykubad’ın ölümü ile siyasi kargaşa

(2) M. Akif Erdoğru, “Beyşehir”, s. 85

(3) Hüseyin Muşma, Dr. Nazmi, “Türkiye’nin Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası, Konya vilayeti “ yapıtından aktarma, “Eşrefoğullarından Günümüze Beyşehir Kent merkezinin Demografik Gelişimi” TTK, s.605

 Selman Zebil 2020

2 Nisan 2020 Perşembe

HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜNÜ 2011'DE KAPATAN ZİHNİYET ATATÜRK'ÜN İZLERİNİ SİLMEK İÇİN MİYDİ?


HIFZISSIHHA NEDEN ve HANGİ GEREKÇE İLE KAPATILDI

Cumhuriyet değerlerine olan kinleri, 18 yıllık AKP iktidarında rövanş almaya dönüştürülerek, cumhuriyetin 80 yıllık bütün değerlerini özelleştirip sattılar, satamadıklarını da intikam alırcasına tamamen kapatarak adlarını sildiler…

İşte bunlardan biri, bugünlerde ne kadar da önemli olduğu ortaya çıkan, Atatürk’ün doktoru da olan Refik Saydam, 1928’deki o zorlu, yoksulluk günlerinde Hıfzıssıhha’yı kurdu. Kuruluşundan on yıl sonra yani 1938’de Çin’de kolera salgını çıkıyor, Hıfzıssıhha Çin’e bir milyon kolera aşısı gönderiyor...

Şimdi ise Çin'den korana için aşı dileniyor, onu da ancak 3 milyon aşı alabiliyor. Bu bile bu iktidarın acizliğini gösterir. 

Dünya çalkantılı, Avrupa topyekûn 2. Dünya Savaşı içinde, bir taraftan bulaşıcı hastalıktan kırılırken, bir taraftan da birbirlerini kırdıkları günlerdi. Doktor Refik Saydam, kurduğu Hıfzıssıhha’da BCG aşısı, Tifüs, Boğmaca aşısı, İnfluenza virüsü aşısı, Newcastle virüsü aşısı, Fibrinojen, Albumin ve gamma globulün ürettinini gerçekleştirdi. Dünyaya da birçok ülkeden ne kadar ihtiyacı olan varsa Türkiye’den aşı ilacı tedarik ettiler…


Bütün bunları Atatürk'ün izlerini silmek için yaptılar

Vizyon mu yoksa rövanş mı? Cumhuriyetin kurumlarını ortadan kaldırmak rövanşı olsa gerek, AKP ve onun Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın 2011 yılında bu aşı üretim merkezi Hıfzıssıhha’yı kapatıldı. Aradan geçen dokuz yıl sonra, 2020’de baş gösteren “korona aşısı bulsun da bize de versinler” diye andavalca beklemektedirler.

Dr. Refik Saydam, Cumhuriyet tarihimizin en önemli şahısları arasındadır. (*)
Geçmişte Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı olan Refik Saydam, kurduğu ve adının altın harflerle yazıldığı kurum kapısına kilit vurularak unutturuldu.


1928'den beri işleyen Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü'nü, hangi akıl neden kapatır?

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Türkiye’nin ilk halk sağlığı laboratuvarı olarak 27 Mayıs 1928’de hizmete girdi. Enstitü hızlı yayılan enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmeye başladı.

1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı.

1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu 1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.

1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.

1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin kontrolüne geçildi. 1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı.

1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı. Aynı zamanda Enstitü’nün İlaç Kontrol Şubesi devletin ilacını denetlerdi. Aşı ve Serum Şubesi Müdürlüğü Difteri, Boğmaca, Tetanoz ve her türlü tedavi anti-serumunun üretildiği bölümdü. Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.
   Bütün bunları Atatürk'ün zamanında başlatıldı ve başarıya ulaşıldı ta ki kapatıldığı 2013'e kadar .

Enstitü Mustafa Kemal Atatürk hayatını kaybettikten sonra öyle başarılı işler yaptı ki 1940’lı yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.

1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı. 1947 yılında, Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kuruldu. Enstitü bünyesinde aşı istasyonu açıldı. İntradermal ve BCG aşısı üretimine geçildi.

1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.

    Kuduz aşısı uygulaması bir çocuğa yapılırken 

1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı.

1951 yılında, ilk kez antibiyotiklerin ve bazı vitaminlerin kalite kontrolüne başlandı. 1954 yılında, İlaç Kontrol Şubesi kuruldu. 1956 yılında, Tetanos aşısı daha modern metotlarla üretilmeye başlandı. 1958 yılında, ilk kez frenginin modern yöntemlerle teşhisi ele alındı. 1966 yılında, Kolera Referans Laboratuvarı kuruldu.

1974 yılında, Mikoloji Laboratuvarı açıldı. 1976 yılında BCG aşısının deneysel üretimine başlandı. 1983 yılında, kuru BCG aşısı üretimine başlandı.

1984 yılında Zehir Danışma Merkezi ve 1987 yılında AIDS Araştırma merkezi açıldı. 1950’lerden sonra Hıfzıssıhha Enstitüsü; Türk halk sağlığının korunmasında laboratuvar hizmetlerinin Türkiye genelinde yaygınlaştırılması başlatıldı. 16 ilde bölgesel düzeyde hizmet vermek amacıyla şubeler açıldı. Atatürk’ün yokluk döneminde var ettiği Enstitü, 4 Ocak 1941 tarih ve 3959 sayılı yasayla kabuk değiştirdi. Pek çok birim oluşturularak kökleşti.

Önce 1997’de aşı üretim tesisleri faaliyetleri durduruldu…
1999’da aşı üretim tesisleri kapatıldı. 2004 yılında ise Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatıldı.

Cumhuriyet’in büyük yokluklarla kurduğu ve harikalar yarattığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ise 2 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 663 sayılı kararname ile kapısına kilit vuruldu.

(*) Ahmet Takan Köşesinde Yazdı


BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...