13 Ekim 2022 Perşembe

SIĞINMACI GÖÇÜ ARTIK İSTİLAYA DÖNÜŞMEYE BAŞLADI

Sığınmacı Göçü Olmayı Aşmış, İstila ve Güvenlik Sorununa Dönüşmektedir

Türkiye’ye ülkenin geleceğini karışıklara sokacak göç istilası vardır; buna daha doğrusunu söylersek bu sığınmacı göç olmaktan çoktan çıkıp, ulusal kültürel dokuyu da değiştirebilecek bir tür istilaya dönüşmüştür. Bu hal, ulusal güvenlik sorununu da yanında taşımaktadır. Bu soruna daha fazla geç kalınmadan biran önce el atılmalıdır.

Ülkede beleşten vatandaşlık alan Suriyeli, Afganlı, Iraklı, İranlı, Pakistanlı, Somalili, Sudanlı, Mısırlı Türk vatandaşlığı alanların başını çekmektedir. Recep Erdoğan’ın bunu yapmasında amacı, Türkiye’nin nüfus dengesini bozup değiştirmek Türkleri, Türk kimliğini silmek değilse nedir? Anadolu’da Laz’ı, Çeçen’i, Çerkez’i, Kürdü, Türk’ü. Arnavut’u Arap’ı bizimdir, birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız, aynı kültürde bütünleşmiş durumdayız.

Bütünleşmede, uyum sağlamada zorluklar bulunan yeni vatandaşlık verilen bu kadar değişik milletlerden, bu kadar değişik kültürlerden gelen yığınlarca sığınmacılara salt siyasi çıkar uğruna vatandaşlık vermek ülkeye hıyanetliktir. İlay Aksoy DP Göç ve Sosyal Başkanı açıklamalarına göre; Bunlar bazı kentlerde kedi aralarına Türklerin giremediği kedi mahallerini, gettolarını oluşturmuşlar! Dahası, dolan gettolardan taşarak yeni gettolar oluşturduklarını söylüyordu. Salt İstanbul’da 2,5 milyona yakın yabancıların yaşadıkları söyleniyor.

İstanbul’da kendilerine oluşturdukları mahallelerde kalabalıklar halinde görünseler de birçoğunun oralarda kayıtları var ama kendileri adreslerinde yoklar, bul bulabilirsen! Nerede oldukları, ne iş yaptıkları, kimler ile ilişkiler içinde oldukları belirsiz.

Son günlerde Afganistan’dan sürüler halinde 15-35 yaş arasında erkeklerden oluşan Afganlı sığınmacılar kevgire dönmüş sınırdan giriş yapmışlar, yapıyorlar da. Ne kadar Afganlı ülkeye giriş yapmış, ülkeyi yönetenler bilmiyor. En kötü tarafı, Amerika ne kadar Afganlı Türkiye’ye giriş yaptığının sayısını biliyor.

Parayla vatandaşlık satmak...
Nerde kaldı “Milli ve Yerli” ülkede yabancılara 250 bin dolara daire satıp eline kolayca al sana vatandaşlık diyen bir başka ülke var mı bilmem ama Türkiye’yi yöneten, milli, yerli, beka propagandası yapanlar, parası karşılığında Türk kimliği vermeleri, hele işin içinde MHP varsa daha da vahimidir.

En tuhaf yanı, devleti küçük düşürücü olanı, 250 bin dolara ev alan kişi, tek başına vatandaş olmuyor, en az iki karısı olan İslam ülkesinden biri, en az üçer, dörder çocukları ile birlikte iki karısını da vatandaşlık alma hakkına sahip oluyor. Yasaya göre üç yıl sonra evini satabiliyor ama vatandaşlığı ebedi kalıyor iyi mi!


Türkiye’de ev alan kişinin, Türkiye medeni yasalara göre iki karı ile nikahlı olmak yasaktır. Siyasi iktidar buna da bahanesi, “efemdim onların şeriat yasalarına göre birden fazla evlikler vardır” diyerek niyetlerinde taşıdıkları için işi savsaklamaktadır.

Bir Türk iki karısıyla nasıl uygar Avrupa ülkelerine, benim inancıma göre birden fazla kadın ile evlenme vardır” deyip gidemiyorsa, Türkiye’ye nasıl iki, üç karılı İslam ülkelerinden gelip Türkiye’ye yerleşebiliyorlar?

Bir örnek daha verirsek: Suriyeli sığınmacılar, bedava doktor muayenesinden geçiyorlar, devletin ödediği ilaçları bedava alıyorlar. Birçoğu vatandaşlık almışlar. Suriyeli ailelerin yarısı Türkiye’de ailenin yarısı Suriye’ye rahat girip çıkıyor, çoğu zaman Suriye’de yaşıyorlarmış. Ancak Suriye’de yaşayan sağlık sorunu olma durumunda Türkiye’ye gelip bedava muayene olup, bedava ilaçlarında alıyorlar mış!

Ayrıca, Türk toplumunu oluşturan bu ülkenin öz unsurların siyasi geleceğinin ortak kaderini paylaşmayan, Suriyeliler seçimlerde oy vererek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gelecek kaderinde rol oynayacaklardır!..

Yabancılara topluca tek imza ile vatandaşlık verme yetkisi...
Sonuç: Türkiye 2017’de itibaren tek adam otoritesini kullanarak ülkede ne kadar sığınmacı varsa bir imza ile topluca vatandaşlık vermek vardır. Bu durum ülkede egemenliğin tek adamın isteği ile başkalarına vermektir. Geçici Koruma Maddenin 11. Maddesine göre, Recep Erdoğan, sığınmacılara topluca tek imza ile vatandaş yapma yetkisine sahiptir. Neden acaba bu yetkiyi eline aldı dersiniz?..

Dahi ayrıca söylencelere göre, daha hiç Türkiye’ye gelmemiş kişilere bile vatandaşlık verildiği söylenmektedir!..

Selman Zebil 13 Ekim 2022

  


29 Eylül 2022 Perşembe

AHMET AĞAOĞLU TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİN EN ÖNEMLİLERİNDENDİ





AHMET AĞAOĞLU (Azerbaycan Şuşa 1869-1939'da İstanbul'da öldü)

Türk düşünce tarihinin en önemlilerinde olan Ahmet Ağaoğlu, Türkiye ve Azerbaycan'da iz bırakan aydın Ahmet Ağaoğlu, ana vatanı Azerbaycan olsun hem de yaşamının bir bölümünü geçirdiği Türkiye'de gazeteci, hukukçu, siyasetçi ve eğitimci olarak, Türk ulusunun aydınlanması ve gelişmesi için uğraşılarında derin izler bıraktı.

Ahmet Ağaoğlu, üniversite yaşamından ölümüne kadar geçen zorlu bir yaşamında yazdığı birçok makalede Doğu'nun ve İslam dünyasının uyanışı, çağdaşlaşması ve demokrasi anlayışlarını anlatarak ömrünü harcadı.

Eylem ve düşünce insanı olan Ağaoğlu’nun anavatanı Azerbaycan'da Ermeni saldırılarına karşı kurulan ilk milli partinin başında yer alan, Türkiye'de ise İttihat ve Terakki Partisinde etkin görev aldı, gazeteci kimliği ile de Türk basınının öncüleri arasında yer alarak yazılarını yazdı.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beş yıl önce 1918’de Azerbaycan Cumhuriyeti kurulur,

Azerbaycan tarihinde Avrupa'da ilk eğitim alan ilk Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu idi.

1889'da Paris'te Sorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesine girerek Azerbaycan'dan Avrupa'ya eğitim almaya giden ilk Azerbaycanlı olur...

Okulunu bitirip ülkesine döner ve “Neşr-i Maarif” adında bir cemiyet kurdu, Azerbaycanlılar arasındaki var olan mezhep ayrılıklarının oluşturduğu olumsuzlukları dağıtmak için uğraştı, din insanlarının yozlaşmaları karşında, kadın haklarıyla ilgili kitaplar yazdı.

1905'te Kafkasya'da başlayan Ermeni-Türk çatışması patlak verince Türk toplumunun silahlı düşmana karşı savunmasını üstlenen “Difai Partisini” adında bir parti kurdu.

Ancak Rus Çarı, Türk aydınlarına baskı ve takipleri ve baskıları artırınca Bakü'den 1909'da ayrılarak İstanbul'a geldi. İstanbul'da önce maarif müfettişliği görevine getirildi, daha sonra ise Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğüne atandı.

Aynı zamanda Ağaoğlu, İstanbul Darülfünununda Rusça ve Türk-Moğol tarihi dersleri verdi, 1911'de ise “Türk Yurdu” ve 1912'de “Türk Ocağı” cemiyetlerinin kurucuları arasında yer aldı.

Siyaset yapmayı sürdürmek için memuriyetten istifa ederek “İttihat ve Terakki” kuruluşuna katıldı ve 12 kişilik yönetim kurulu arasında bulundu. 1914'te gelindiğinde ise, Afyonkarahisar'dan milletvekili olarak seçildi.

1918'de Azerbaycan bağımsızlığını ilan edince Bakü'yü Ermeni ve Bolşevik çetelerden kurtarmak için Anadolu'dan yola çıkan “Kafkas İslam Ordusu” komutanı Nuri Paşa'nın yanında siyasi müşaviri olarak ülkesi Azerbaycan’a döndü, yeni kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti Meclisine seçildi. 1918 sonbaharında gelindiğinde İstanbul'a geri döndüğünde İngilizler tarafından tutuklandı ve ittihatçılarla birlikte Malta'ya sürgüne gönderildi.

1921 yılına gelindiğinde, Malta sürgününden serbest bırakılınca Anadolu'ya geçen Ağaoğlu, Millî Mücadele'ye katıldı ve Atatürk'ün başkanlığındaki Ankara hükümeti tarafından Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğüne atandı. Ayrıca Anadolu Ajansı (AA) ilk yönetim kurulu başkanlık görevini aldı. Anadolu Ajansını şirket durumuna getirilmesinin ardından 21 Mayıs 1925'te yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında Anadolu Ajansın Yönetim Kurulu Başkanı seçildi...

Ahmet Ağaoğlu, “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde başyazar olarak yazılar yazmaya başladı. TBMM’ne Kars'tan ikinci ve üçüncü dönem milletvekili olarak seçildi. Bu arada, siyasetinin yanında eğitimciliği de sürdürdü, Ankara Hukuk Mektebinde anayasa dersleri verdi.

1930'a gelindiğinde, Atatürk'ün isteği üzerine “Serbest Cumhuriyet Fırkası” adıyla parti kuruluşuna katıldı, daha sonra bu parti kapatılınca siyasetten uzaklaşarak, İstanbul'a taşınarak Darülfünun denen okulda hukuk tarihi profesörü olarak görevini sürdürdü.

Emekli olduktan sonra boş durmadı, değişik gazetelerde yazılar yazmasını sürdürdü ta ki 19 Mayıs 1939'da İstanbul'da ölümüne kadar.

Ancak ölmeden önce çocuklarına vasiyeti, "Boynunuz bükülmesin; insan boynu yaş ağaç gibidir. Bir kez bükülürse bir daha kalkmaz. Yalnız maddi zevkler için boyun eğerek yaşayıp ölmek sefil bir gerçektir. Fakat haksızlığa boyun eğmeden, birine yaranmadan yaşayıp ölmek maddi zevk vermese de ihtişamlıdır.” Diyen nasihati olur.

Babalarının nasihati yolundan giden çocuklarından oğlu Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti döneminde çalışma, ticaret bakanlıkları ve başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Kızı Süreyya Ağaoğlu ise 1928'de serbest avukatlık ruhsatı alarak, "Türkiye'nin ilk kadın avukatı" unvanı aldı. Diğer kızı, Tezer Ağaoğlu (Taşkıran) bir erkek okuluna atanan ilk kadın öğretmen oldu. Babası ve ağabeyi gibi Tezer Ağaoğlu, TBMM'de yedinci dönemde Kastamonu, sekizinci ve dokuzuncu dönemlerde Kars milletvekilliği görevlerinde bulundu... Yararlanılan Kaynak AA (Anadolu Ajansı)

Selman Zebil

24 Eylül 2022 Cumartesi

DÜNYA ÜZERİNDE DEVLET YÖNETİM BİÇİMLERİ

Devlet Biçimleri ve Hükümet Sistemleri

Devlet Kavramı: Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal açıdan örgütlenmiş çoğunlukla devleti oluşturan unsurlar, tüzel ulus devletin bütünlüğünü oluşturanlardır.

Bu unsurlar ulus olma bilinciyle, özgürce yaşayabilecekleri, egemenliklerini kendi kendilerine sürdürebilecekleri soyut bir kavramdır devlet.

Ulus denince de; sınırları belirlenmiş bir bölgede birbirlerine çeşitli ortak bağlarla bağlı olarak birlikte yaşayan iradesini gösteren topluğun adıdır. Bu topluluğun bir devlet egemenliği altında ve yetki alan ve sınırlarını çizen torak parçasına ise ülke denir.

Bir Ulusun Egemenliği: Sınırları belirlenmiş, yeryüzü parçası üzerinde yaşayan insan toplulukları bu sınırları belirlenmiş topraklar üzerinde kurdukları, devredilemez sınırsız egemenlikleri, bölünmez mutlak bir güç olan bütünlükleri ile üstün bir irade çerçevesi içerinde örgütlü olarak yaşamalarına da egemenlik adı verilir.

Ulusların Birlikçi, Birleştirici (Üniter) Yapıları
Tek bir ülke üzerinde, tek bir milletin, tek bir egemenliğe tabi olmasıdır. Birlikçi devlette siyasi otorite tek bir merkeziyetçi otorite ile sağlanır. Yasama organının yaptığı kanunlar ülkenin bütününde geçerlidir. Şu anda bütün Avrupa ülkelerinde bu birlikçi, birleştirici yapı geçerli ve uygulanır durumdadır.

Bölgeli Devlet: Bölgeli devletler üniter devletler gibi tekçi devlet yapısına sahip olmakla birlikte millet anlayışında çok ciddi bir farklılık göstermektedir. Üniter devlette tek bir millet anlayışı esas alınırken, bölgeli devlette ülke çeşitli bölgelere ayrılmıştır ve her bir bölge farklı millet anlayışına sahiptir. (Örnek: İspanya, İsviçre)

Federasyon: Eyalet, kanton ve benzeri küçük devletçiklerin birleşerek oluşturdukları devlet modelidir. Her bir küçük devletçik kendi yasama, yürütme ve yargı organlarına sahiptir. İç yapılarında özerk, dış yapılarında ise federasyona bağlıdırlar. Federasyona bağlı devletçiklerin bağımsızlıklarını ilan etme hakları yoktur.

Cumhuriyet: Devlet biçimi olarak cumhuriyet egemenliğin toplumun tümüne ait olduğu devlettir. Geniş anlamda cumhuriyet hükümet biçimi olarak cumhuriyet. Dar anlamda cumhuriyet, devletin temel organlarının seçim ilkesine göre kurulduğu hükümet sistemidir.

Hükümet sistemleri temel olarak kuvvet birliği ve kuvvetler ayrılığı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kuvvetler birliği, yasama ve yürütme erklerinin tek bir organda birleştiği hükümet sistemidir. Bu erkler yasamada ya da yürütmede birleşebilirler.

Egemenliğin Tek Kişide Toplanması
Bu durum, monarşi devletlerde olur. Monarşilerde egemenliğin halkın elinde olmaz, tek kişiye ait olduğu devletlerde olur. Monarşik devletlerde hükümdar aynı zamanda devlet başkanıdır ve bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurur.

Birde teokratik (din üzerine kurulu devlet anlayışı) devletler vardır ki, egemenliğin kaynağının dine dayandığı devlet anlayışıdır. Teokratik devletlerde din adamları yetkiyi Tanrı’dan aldıkları ve sözlerinin geçerli olmasıdır. Böylece, dini otorite organları devlet idaresini elinde tutar.

Oligarşi Devlet: Egemenliğin belli bir sınıf veya gruba ait olduğu devlet biçimidir. Oligarşi devletlerde genellikle yönetimdeki grup, askeri siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisidir. 
Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için "oligark" terimi kullanılır.

Mutlak Monarşi: Monarkın yanında devlet iktidarını paylaşan bir makamın olmadığı, bütün devlet yetkilerinin monarkta toplandığı monarşi biçimidir. Hükümdarın yetkileri sınırsızdır.

Diktatörlük: Yasama ve yürütme erklerinin tek bir kişi ya da grubun elinde toplandığı hükümet modelidir.

Diktatör, Zorba, buyurgan, elinde mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticilere verilen tanımdır. Bir diktatör tarafından yönetilen ülkelere ise diktatörlük denilmektedir.

Totalitarizm, bütün yetkilerin merkezîleştirildiği, devlete mutlak itaat beklenen, diktatörlük vari yönetim. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları devlet kontrolüne bırakılır.

Totaliter Diktatörlük: Kişisel ve siyasal özgürlükleri devletin güvenliği için sınırlandırabilen, bireye oldukça sınırlı bir yaşam sahası tanıyan diktatörlüklerdir. Devlet resmi bir ideoloji çerçevesinde şekillendirir ve muhalif fikirlere imkan tanımaz.

Otoriter Diktatörlük: Devletin kişiler ve gruplar üzerinde sıkı bir denetim sağladığı ve muhalif fikirlere sınırlı olarak yer verdiği diktatörlüklerdir.

Kuvvetlerin Yasama Organında Birleşmesi
Yasama ve yürütme yetkilerinin yasama organında birleştiği hükümet sistemine, meclis hükümeti sistemi adı verilir.

Kuvvetler Ayrılığı Sistemleri
Kuvvetler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği bir ilkedir. Bu şekilde, iktidarın sınırlanması, temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması, devlet organları arasında denge ve kontrolün sağlanması amaçlanmıştır. Kuvvetler ayrılığı kendi içinde ikiye ayrılmaktadır.

Parlamenter Sistem
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yumuşak biçimde uygulandığı, yasama ve yürütme kuvvetleri arasında bir etkileşimin bulunduğu ve yürütmenin yasama organının içinden çıktığı hükümet sistemidir. Yürütme yasamaya karşı sorumludur.

Yasama organı genelde bir meclis biçiminde oluşturulur; ancak bu meclisin tek ya da iki heyetten oluşması parlamenter sistem için önem taşımaz.

Yürütme organı düalisttir. Yürütme yetki veya görevi, sorumsuz ve tarafsız bir kişi ile işlerin sorumluluğunu üstlenen bir kurul arasında paylaştırılmıştır.

Hükümet, devlet başkanının mutlaka meclis içinden atayacağı bir başbakanın meclis içinden veya dışından seçeceği bakanlardan oluşan listesinin devlet başkanı tarafından onaylanması ile kurulmuş olur.

Hükümet yürütme yetkisi çerçevesinde yapılan bütün işlemlerden meclise karşı siyasal olarak sorumludur.

Yürütme organının da belli şartlar altında yasama organının görevine son vermesi mümkündür. Bu şartlar ülkelere ve anayasalara göre değişir.

Başkanlık Sistemi
Yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden sert bir şekilde ayrıldığı hükümet sistemidir.

Bu sistemde yürütme gücü, halk tarafından seçilen bir başkan tarafından, tek başına kullanılır. Yine halk oyu ile seçilen yasama erki başkanı düşüremediği gibi, başkanın da yasama erkini feshetme yetkisi yoktur. Başkanın Meclise karşı siyasi sorumluluğu söz konusu değildir.

Yürütme organı tek kişiliktir...
Başkan halk tarafından seçilir.
Başkan yasamanın güvenine dayanmaz.
Başkan yasama organını feshedemez.
Aynı kişi hem yürütmede, hem yasamada görev alamaz.
Başkan yasama organının çalışmasına katılamaz.

Yarı Başkanlık Sistemi
Devlet başkanının halk tarafından seçildiği ve önemli siyasal yetkilerle donatıldığı parlamenter rejime yarı başkanlık sistemi denir.

Yürütme organı iki başlıdır.
Başkan doğrudan halk oylamasıyla seçilir ve önemli siyasal yetkilere sahiptir.
Başbakan ve Bakanlar Kurulu, yasama erkine karşı sorumludur.

Paramiliter güç, işlev ve örgütlenme olarak askerî ancak düzensiz gönüllülerden oluşan devletçe desteklenen bir tür yapı. Terim Yunanca harici anlamına gelen para ve asker anlamına gelen militar sözcüklerinden türemiştir.

Selman Zebil 2022

Yaralanılan Kaynaklar
Ahmet Taner Kışlalı, "Siyasal Sistemler" İmge Kitabevi Yayınları / Siyaset Dizisi, Ankara, 2006
Ayferi Göze: "Siyasal Düşünceler ve Yönetimiler" Beta Yayınları, 1987 İstanbul.
Thomas Bernauer, Detlef Jahn, Patrick Kuhn, Stefanie Walter: Einführung in die 

12 Eylül 2022 Pazartesi

YAKIN GEÇMİŞTE ERDOĞAN BAHÇELİ'YE; BAHÇELİ ERDOĞAN'A AĞIR SÖZLER!

Recep Erdoğan Bahçeli İçin Neler Demişti Bakın! Yıl 09 Nisan 2016
Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’yi çok sert tavırla yüklendi. Çözüm süreci için oluşturulmuş Akil Adamlar’ı, MHP Lideri Devlet Bahçeli, çok sert biçimde eleştiriyordu. O dönemde

Başbakan olan Erdoğan’da, grup toplantısında, Bahçeli’nin eleştirilerine yüklenerek, benzer üslupla yanıtlar veriyordu, şöyle:

“Son süreçte MHP Genel Başkanı kabalığıyla öne geçti. Bugünkü kabalığında bir adım öne geçti. Bu kabalık ülkemizin siyasetinde yakışmıyor. MHP’li kardeşlerim başlarında böyle bir Genel Başkanı olmasından rahatsız. MHP kaba muhalefet, CHP de muavin muhalefet konumuna terfi ettiler. Bu kafayla gittikleri müddetçe her ikisi de müzmin müebbet muhalefet etiketinden kurtulamayacaklar. Sayın Bahçeli son derece gergin son derece mutsuz. Allah korusun bu hararetle kayışın kopması contanın kırılması motorun su kaynatmasına ciddi şekilde üzülürüz. Daha fazla hararet yapmadan emekliliğe ayrılmasını tavsiye ediyorum.” Diyordu.

Çözüm süreci için, 63 kişiden oluşan “Akil Adamlar” ile Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı toplantı hakkında da bilgi veren Erdoğan, şunları söylüyordu: “63 ismin bir araya toplanmış olması tek başına bile son derece olumlu umut verici aynı zamanda birleştirici hadisedir. Ne Bahçeli’nin ne de muavini Kılıçdaroğlu’nun onları sorgulayacak kalibresi yoktur. Tam tersine 63 kişide olan yürek ne Bahçeli’de ne de Kılıçdaroğlu’nda mevcut değildir” diyordu.

Aynı grup toplantısı devamında Erdoğan, çözüm sürecine yönelik övgülü sözleri: “Bahçeli ve Kılıçdaroğlu koltuğunu koruyacak diye akan kana müsaade etmeyiz. Terör bittiğinde bu ülke huzura kavuştuğunda tarih bu iki genel başkanı kara bir leke olarak kaydedecek. Türkiye tek yürek halinde umudunu çoğaltırken iki genel başkan büyük bir talihsizlikle anacak. Biz bu genel başkanların tahriklerine hakaretlere asla prim vermeyeceğiz. Şehitler gelsin gençler ölsün diye beddua ede genel başkanlara inat yaşatmanın mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz...” diyordu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 7 yıllık Hizmeti Dolunca Cumhurbaşkanı seçimi İlk Kez Halk Tarafından Seçilmesi Başlar, Devlet Bahçeli Konuşur:

Devlet Bahçeli’nin Recep Erdoğan İçin Dilinden Dökülenler
Bahçeli'nin Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına: “Türklüğü reddeden, TC'yi silen, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir inkarcıdan Türkiye Cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır. Kısacası iki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan’dan da Cumhurbaşkanı olmaz!” sözleriyle meydanlara sesleniyordu. 4 Ağustos 2014

MHP Genel Devlet Bahçeli ayrıca: “Recep Tayyip Erdoğan 17 Aralık, 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet olayından aklanmadan, paklanmadan, ailesinin hesabını vermeden, 4 bakanını Meclis'te Yüce Divan'a göndermeden cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır” diyen kişiydi.

Bahçeli, Partisinin Karamanlı İlçe Başkanlığını, ardından Tefenni Belediye Başkanı Ümit Alagöz'ü ziyareti sırasında halka konuşmalarıydı...

Bir Zamanlar TRT’nin Yanlı Yayınından Yakınan Devlet Bahçeli!
Başbakan Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı seçiminde devletin bütün olanaklarını kendi amacında kullanan, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu'nun yanlı adaletsiz tutumu ile adaletsizlik içinde girildiğini dillendiren Bahçeli, “Bir gün gelecek başta bu yanlışlıkları yapanlar olmak üzere, yanında Türkiye Televizyon Kurumu'nun bugünkü yöneticileri olmak üzere, bu adaletsizliğin, bu kısıtlamanın, bu yanlışın ısrarlı bir şekilde sürdürülmesiyle cumhurbaşkanı seçiminin meşrutiyetini tartışır hale getirenler inşallah hukuk önünde kendilerinin tartışılacağına da şahit olacaklardır. Bu devir böyle gitmez, devir değişir, gündem değişir, bir gün gelir şimdiki televizyon kurumunun başı olmak üzere haberler müdüründen tutun, programcısına kadar hesap sormazsam namerdim” dediği zamanları da unutmamak gerekir.

Bahçeli, “Türkiye Recep Erdoğan’dan Kurtulacak” Demişti
Seçimlere 6 gün kala Devlet Bahçeli: “10 Ağustos, Türkiye'de artık 12 yıllık iktidara son veren, Recep Tayyip Erdoğan'ın hülyalarını, rüyalarını, hayallerini yıkan birgün olacak. Türkiye Recep Tayyip Erdoğan'dan kurtulacak, yolsuzluk ve rüşvetin hesabını soracak bir güne gelecektir” diye konuştu.

Bahçeli, şöyle devam etti: “Eğer cumhurbaşkanı seçimini bir partinin meselesi haline getirir, onun organik bağı içerisinde bir adayı ısrarla, 'ben cumhurbaşkanı yapacağım' diyorsanız o zaman ortaya çıkabilecek sıkıntıların vebalini de üstlenmiş olursunuz. Parti faaliyetleri başka, cumhurbaşkanlığı başka şeydir.” Diyen de kendisiydi.

Bahçeli, “Cumhurbaşkanlığı, Anayasal Çerçevede Kalmalıdır” Demişti!
Bahçeli, şöyle konuşmuştu: “Cumhurbaşkanlığı milletin başı olarak, devletin başı olarak bu ülkede yaşayan doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi, hangi etnik unsurdan olursa olsun, hangi mezhepten olursa olsun hepsini kucaklayacak, hepsine sevgi bağıyla bağlanacak. Onlara adil, tarafsız davranarak hizmetin yanlışlıklarını giderecek doğruyu gösterecek bir anlayışla olmalıdır ama kalkar böyle bir durumu kabullenmez “Ben başbakanımı cumhurbaşkanı yapacağım” diyerek kuru bir inatla yolunuza devam ederseniz...

Bahçeli, İlle de Recep Tayyip Erdoğan Diyorsanız, Ülkede Felaketler Başlar” diyen Kendisi: “Aziz AKP'liler, sizi kırmak için söylemiyorum, inandığım bir gerçeği dillendiriyorum. Kabul edersiniz etmezsiniz, bu sizin bileceğiniz iştir. İlle de Recep Tayyip Erdoğan diyorsanız, diyebilirsiniz fakat sonunda bu ülkede sosyal hareketler başlar, felaketler üstüne felaketler gelirse sorumlusu sadece Recep Tayyip Erdoğan olmaz, ona bu desteği verenler de sorumlu olur. Bunu dikkate almanız lazım. Recep Tayyip Erdoğan'dan cumhurbaşkanı olmaz, olmamalıdır...” diyordu.

Bahçeli Fırdöndü Yaptığı Eylül 2022 Sivas Konuşması
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru Eylül 2022’deki Sivas’ta konuşması: “Bizim adayımız belli, kararımız nettir. Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Hedefimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın açık ara farkla tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi” diyordu

Bahçeli konuşmasını: “Zillet ittifakı çürüktür, çarıktır, çarpıklığın daniskasıdır. Samimiyetleri sahte, sevgileri sanal, sadakatleri samandır. CHP'nin başındaki zat Türkiye'nin karşına geçen mihrak olup çıkmıştır. İnsanlarımızı birbirine düşürmenin temelini kazmakla meşgul bir fırsatçıdır. Gözünü hırs bürümüş, kalbi taşlaşmıştır” diyordu.

Devlet Bahçeli “Kaçacak ya Yargılanacak” Demişti
İzmir’de partisinin Belediye başkan adaylarını tanıttı. Konuşmasında; Recep Erdoğan’ı rüşvet operasyonunu engellemeye çalışmakla suçlayarak şöyle söyledi: “Erdoğan’ının önünde iki yol var. Ya Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin gibi ülkeden kaçacak ya da yüce divanda yargılanacak” Diyordu.

Devlet Bahçeli Yine Bir Başka Konuşması
Şöyle diyordu: “Ülkücüler içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sinsi oyun ve tuzaklarına kanacak tek bir aptal yoktur. Kanan varsa da ülkücü olmamış demektir...”

Yani...
İki karakter taşıyan bir MHP Lideri Devlet Bahçeli var. Birgün önce söylediği ile bir gün sonra söylediği sözler tutarsızlığına tanık oluruz.


1 Eylül 2022 Perşembe

TÜRKİYE'NİN BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇMESİNİ AMERİKA İSTEMİŞ

Türkiye’nin Başkanlık Sistemine Geçmesini ABD İstemiş
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, ABD'nin Atatürk'e niçin karşı olduğunu incelikle araştırmış: "Önceki yazımda bazı somut bilgiler vardı. ABD’li bazı “servislerin, Türkiye’ye yönelik çabaları ile ilgili bilgilerdi bunlar. Atatürk’ü ve Kemalizm’i yıkmak için gösterilen çabalar yan yana geldiğinde, ortaya yadsınamayacak bir tablo çıkıyordu. Ama bu tabloya eklenecek, birkaç fırça darbesi daha kalmıştı.

Varan bir: CIA İstasyon Şefi Paul Henze, 1993 yılında bir rapor hazırlıyor; ama “yeni dünya düzeni” ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır. Klasik Atatürkçülük” ölmüştür. Aydınların imam hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir…" diye yazar.

Atatürk’e “deccal” diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir…
Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı sağlayabilirler…

İki: Samuel Huntington gibi “bazı” ABD’li yazarlar, Kemalizm’e karşı “ılımlı İslam’a” sahip çıkıyorlar. Türkiye’nin batı ile bütünleşmesini istemiyorlar. Türkiye’nin “Yeni Dünya Düzeni” içindeki yerinin “Ilımlı İslam” olması gerektiğini düşünüyorlar. Batının çıkarının bunu gerektirdiğini savunuyorlar…

Üç: CIA Türkiye ve Ortadoğu masa şeflerinden Graham Fuller de üç yıl önce bir Türkiye raporu hazırlıyor. Ve özellikle “Kürt sorununa el atıyor: Irak’ın üniter yapısını koruması ABD çıkarlarına uygun değildir. Türkiye Kürtlere özerklik verirse, Kuzey Irak’taki Kürtlerle bir bütünleşme gerçekleşebilir. En kötü şey, Türkiye’nin Irak’a yakınlaşmasıdır. Şimdi gelelim sorunun yanıtına: ABD servisleri Atatürk’e niçin düşman? Bunun dört temel nedeni var. Birincisi, Laik-demokratik Kemalist model, ihraç etmeye elverişli değildir. Türkiye’nin toplumsal kültürel altyapısına sahip bulunmayan İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar. “Ilımlı İslam” ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur!

Üstelik, petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin varlığını koruması açısından, Kemalist model tehlikeli bir örnektir. Bu rejimlerin varlığı, Amerikan çıkarlarının güvencesindedir! İkincisi… Kemalizm’in temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ise, ABD’nin ve genel olarak batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir.
Türkiye Ortadoğu’da büyük bir güç olmamalıdır!

Üçüncüsü…
Türkiye’nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir. Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, “bağımsız bir Kürt devletinin” oluşturulmasıdır. Her zaman ABD’ye muhtaç böyle bir devlet. Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür ama bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye’de Atatürk’ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır!

Dördüncüsü…
Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel “ulusal devlettir. Türkiye’de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir! 1994 Aralığında, Yeni Demokrasi Hareketi kurulurken çıkan bir yazım şöyle noktalanıyordu: “Özal-12 Eylül sayesinde-boşaltılmış bir meydanda işe başlamıştı. ‘Dört eğilimi’ birleştirip, ABD’nin çizdiği yolda kararlılıkla yürüdü. Ama bugün artık ne dünya o günün dünyası ne de Türkiye o günün Türkiye’si."

CIA'nın Türkiye Şefi Paul Bernard Henze'nin Türkiye’de Başkanlık Sistemine Geçilmesi Hakkında 2006'da ABD'ye Veridiğ  Raporu!

Nisan referandumu ardından 24 Haziran seçimleri ile birlikte parlamenter rejime son verildi, böylece tek adama dayanan başkanlık sistemine geçilmesi sağlanmış oldu. Biz bununla birlikte CIA Raporunun amacına doğru adım atıldığını anımsadık. Bu açık biçimde bugününe gelinen durumu anlatıyor adeta.

CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze'nin Türkiye politikalarına yön verememe sıkıntısını anlattığı raporda şu ifadelere yer veriliyor ve bugün hayata geçirdiğimiz AKP'nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi dediği ama aslında tek adam yönetimini içeren düzenin aslında bir ABD projesi olduğu net bir şekilde ortaya konuyor.

CIA'nın Atatürk Türkiye’sinden rahatsızlığı,  rahatsızlığıyla örtüşüyordu...

Türkiye’de de böyle olmuştur. Eski CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze’nin 2006’da Türkiye konusunda Beyaz Saraya verdiği raporda “Bu Cumhuriyet’te biz Amerika’nın çıkarlarını harekete geçirmekte zorlanıyoruz. Onun için tek adam rejimine Türkiye gitmelidir” diye yazmış ve bu uygulamaya konulmuştur.


Şöyle diyordu Raporunda: “Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğinizde, meclis, meclisi ikna ettiğinizde ordu, orduyu ikna ettiğinizde yargı karşınıza geçebilir. Eğer Amerikan çıkarı, Türkiye’de bir feodalizm yani federal devlet kurulması ise, ana planımızda bu federasyonun adı bile konulmuşsa (İstanbul başkentli Yakın Doğu Federasyonu) mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine Türkiye’de geçilmeli. Bir kişiyi ikna etmek, birini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacak.” Der. Yine aynı raporda Paul Bernard Henze: “Eğer bir kişi Amerikan çıkarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse Libya ve Irak örneği vererek raporunu; bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz” diye sonlandırır.

ABD siyasetinin engel görmeden uygulanabilmesi için acilen Türkiye’de Başkanlık Sistemine geçilmesini öngören raporu şunları içermektedir. Bu rapordan amaç, anlaşıldığı kadarı ile açık biçimde Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme, parçalamak isteniliyor. ABD, Türkiye’yi kolay, sorunsuz kendilerine bağlı başında bulunduğu toplumun denetleyemediği tek kişi iktidarı olması ancak emri altında, kendisinin yönetebileceği liderlerin başta olmalarını istemektedir.

Başlangıç, demokrasinin temeli olan parlamenter sistemin tamamen kaldırılarak etkisiz duruma getirildi; muhalefetin sesi kısıtlandı, yeni “başkanlık sistemi” ile tek adam nerdeyse Meclisi istediği anda fesih yetkisini eline geçiren, bir gece kararı ile istediğini “beğenmedim” deyip değiştirebilen yeni sitem ülkenin geleceğini körelten günlere gidilmesinin yoludur.

ABD Eski CIA Türkiye Şefi Paul Bernard Henze’nin 2006’da Türkiye konusunda Beyaz Saraya verdiği raporda da istenilen budur. Bir kişiyi ikna etmek çok kolay olacağını boşuna dememiştir raporunda. Parlamenter sisteminde birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten daha çok daha kolay olacaktır. Eğer ancak tek adam Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda kuşkuya kapılırsa, işte o zaman o tek adam üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olamaz!

Rapordan da anlaşılacağı gibi Başkanlık
Aynı zamanda anılan rejimin Türkiye’den Recep Erdoğan BOP Projesi’nin eşbaşkanı yapılmasının altında yatan niyet su yüzüne çıkmıştır.

Laiklik, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri demokrasinin olmazsa olmazıdır!

Güçlü laik, demokratik bir ülkede tek adam rejimini kurmak olası değildir. Bunu bilen AKP iktidarı 20 yıllık iktidarında önce laiklik törpülendi durdu, etkisizleştirdi. İlk dönemlerinde arkasından da tek adam rejiminin yollarına taş döşemek için liboş-liberal ne kadar zevat varsa AKP ve Erdoğan’ın açık ve gizli amacına Anayasa değişikliğine “yetmez ama evet” diyenler katkı sağladılar. Yüksek Seçim Kurulu’nun da seçim hileleri ile önünü açılan AKP ve Recep Erdoğan’ın kanunsuz kararlarıyla önü açıldı

Artık tek adam rejimini kurmak isteyen Erdoğan, demokratik yöntemlerle de iktidara geldi ve geldiği sistemi, tek adam rejimi yaratarak, yasama yürütme, en önemlisi yargıyı kendi emrine bağladı. İşte buna biz tek adam rejiminde “Tek Adam” her şeyi yapma yetkisi tekelindedir, kendisini bir yere bir karala atar, yine kendisinin bir kararıyla atamayı onaylar. İşte demokrasiden neden kaçtıklarının altındaki kötü niyetler anlaşıldığı zaman iş işten geçmeden dur denebilecek demokratik güç gerekir.

Değilse tek adam rejimlerinin egemen olduğu Ortadoğu ülkelerde olduğu gibi insan haklarından ve çoğulculuktan söz edilemez...

Tek Adam, AKP ve liderinin arzuladığı rejimdir...
Var olan yasalara göre, toplantı ve gösteri hakkı tam bir ifade özgürlüğüdür. Yasa tanımaz tek adam yönetimi, ülkede insanlar düşüncelerinden dolayı veya haklarını aradıkları için cop, gaz ve ters kelepçe ile doğru götürüleceği yer hapis oluyor.

Recep Erdoğan’ın arzuladığı ve benimsediği güzergâh, demokratikleşme değildir. Görüldüğü kadarı ile otoriterleşme rotasıdır. Otoriter rejimler ise “otokratik” ve “totaliter” birçok türevleri içinde taşıyan rejimlere götürür. Bu otoriter, otokratik rejimlerin başında bulunan kişilerin unvanı ister cumhurbaşkanı olsun, başkan, başbakan ya da sultan, padişah hatta imparator olsun, demokratik bir sistem yönetim altında olmayanların sıfatları değişmez. Tek adamın tek amacı yargıyı devre dışı bırakan, yürütmeyi, yasamayı kendi tekelinde olmasını sağlayan, kuvvetler ayrılığı ilkesinin dışladığı bir sistemdir...

İşte Recep Erdoğan’ın hoşlanmadığı, kuvvetler ayrılığının üç ayağından biri olan yargının denetimini istemiyor, tek kendisinin denetimi altında olsun istiyor. Yanında çalışan kişilerin de kendi adamları kendisi belirliyor, kendisine “evet efendim” diyenler olsun istiyor. İstifa denen onurlu bir isteği kabul etmiyor, benim istediğim, koltuğa oturttuğum, istemediğimde benim kovduğum “affımı isterim” diyen olsun istiyor.

Laiklik, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri ve demokrasinin olmazsa olmazıdır. Talihsiz bir söz vardır “Bulunduğu coğrafya ülkelerin kaderidir” derler ama o Ortadoğu ülkelerinde kaderi değiştirmek varken kimse değiştirmeye adım atmaz. Ortadoğu ülkeleri petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip yeraltı zengini ülkeler için söylenmiş olsa da bu sözün Türkiye için uyarlamaya çalışılmakta; ülkeyi Ortadoğu ülkesi çizgisine çekilmek istenilmektedir. Bu insan hakları olmayan, demokrasiden uzak, tek adam yönetimlerine alışık Ortadoğu coğrafyasındaki ülkelerin rejimlerine Amerika’nın diktatörlük esaslı rejimler olduğun ilgisi değil, ilgilendiği kendisine oradaki rejimleri elinde tutanların kendisine hizmet edip etmedikleri önemlidir. Gerisiyle pek ilgilenmez Amerika...

Yok, eğer o ülkelerden birinin yönetimi Amerika’nın çıkarlarına itaat etmeyip çomak sokuyorsa, (Saddam, Kaddafi, Mursi gibi) onun demokratik veya antidemokratik olup olmadıklarına bakılmaz, gereken darbeler hazırlanır.

Şimdi bakalım bir, Amerika’nın iyi ilişkiler içinde olduğu Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri demokratik ülkeler midir? Amerika neden bu devletlerde “demokrasi, insan hakları yoktur” rahatsızlığını belli edip sesini hiç çıkartmaz? Bu adı geçen Ortadoğu ülkelerin rejimleri demokratik midir, değil midir, Amerika’nın hiç umurunda değil ve ilgilendirmez. Ancak Amerika’yı rahatsız eden daha çok demokrasi isteyen partilerin eylemleridir...

Selman Zebil 1 Eylül 2022

27 Ağustos 2022 Cumartesi

RECEP ERDOĞAN'IN TAKINTISI VE İBRETLİK ÇARK EDİŞLERİ

 

Recep Erdoğan’ın Suriye Siyaseti Silbaştan!
Recep Erdoğan'ın takıntıları ve Dönembeçli Zikzakları
Şeriatçı-İslamcı Selefi Müslüman Kardeşler akımının önderleri AKP’nin Suriye’de hakimiyetini istiyordu. AKP bunca yıl bunun hayaliyle yandı tutuştu Recep Erdoğan.

Suriye iç savaşında büyük oyunun parçası olan AKP ve Erdoğan, Özgür Suriye Ordusu’nun kurulmasında büyük destek vermiştir. Ayrıca Suriye’de İŞİD, El-Kaide İslamcı terör örgütlerinin de gelişmesinin önünü açtı. Yani, kısacası AKP ve lideri Recep Erdoğan; “Arap Baharı ve BOP Eşbaşkanı olarak Türkiye’nin Arap sınırlarının Arap Baharına dönüşmesine büyük katkı sağlamış oldu; sınırları tehlikeli büyük risklere bıraktı...

Patlak veren Suriye iç savaşın başlamasından 11 yılın sonunda Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaptığı Soçi görüşmesi sonunda, Putin istedi, Recep Erdoğan, Suriye ile siyası değişime ışık yakıldı. Dışişleri Bakanı Mevlit Çavuşoğlu, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile görüştü. Çavuşoğlu, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklediklerini, artık barış adımlarının atılmasının gereğini” söyledi AKP’nin Suriye politikasının ne kadar yanlış olduğunu, ülkeye ne kadar maddi ve manevi zarara uğratıldığını şimdi açık biçimde görülür oldu...

Bütün bunlar, AKP’nin 20 yıldır ülkeyi nasıl yoksulluğa sürüklediği, AKP ve lideri Erdoğan’ın ne kadar öngörüsüzlüğü, uluslararası ilişkileri iyi okuyamadığının ve oldukça yetersizliğinin açık biçimde görülmesi bir kanıttır AKP’nin Suriye siyaseti.

İsrail İle İlişkiler “One Munit, Olmaz”
Davos’ta katıldığı toplantıda tartıştığı İsrail Başbakanı Natanyah’ya Erdoğan: “Sayın Pres, benden yaşlısın bunu İsrail dışındaki katılan ülkelerle yapılması veya ertelenmesi konusunu söyledik. İsrail Başbakan Natanyahu Türkiye’nin Suriye ve İsrail arasında dürüst bir arabulucu olmayacağımı söyledi. Erdoğan: Türkiye’nin dostu ne kadar değerli ise Türkiye’nin gazabı da hiddetlidir.

2009 Yılı Başında...
Recep Erdoğan; “Teşekkür ediyorum, benim içinde bundan böyle Davos bitmiştir, daha Davos’a gelmem, bunu da böyle bilesiniz” diyerek tartışma ortamını terk etti.

Recep Erdoğan: “İsrail hiçbir mazerete, hiçbir gerekçe ile elindeki kanı temizleyemez. Kan dökücü siyasetiyle İsrail hiçbir gerekçe şiddeti bu gayrimeşru bu kanlı cinayeti meşru gösteremez.” dedi ve Türkiye İsrail’in Büyük Elçisini Ankara’dan geri gönderdi. İsrail bu davranışa karşı yaptırım kararı aldı. Erdoğan “Hiç kimse Türkiye’nin sabrını test etmeye kalkmasın.” Dedi.

Nerden nereye, ülkeyi yapboz tahtası ile yönetiyorlar. Erdoğan önce kavga çıkartıyor, sonra barışa dönüştürmesi dış siyaseti içe mesaj vermeye çalışıyor. Türkiye halkı bu yanlış, düşünmeden, ilerisinin nelere mal olur hesabı yapılmadan sığ, verimsiz içe propaganda olsun diye yakıcı, yıkıcı söylemlerle Türkiye uluslararası alanda prestij kaybeden ülke konumuna düşmesine neden oluyor...

Yani, “bakın ben dışa nasıl kafa tutan biriyim” diyor ancak dışa tuttuğu kafayı kimse ciddiye bile almıyor,

11 Ekim 2009’da İsrail’in de içinde bulunduğu, Konya'da yapılması planlanan Anadolu Kartalı Askeri Tatbikatı iptal edilir.

Recep Erdoğan’ın Esad Takıntısı ve İbretlik Çark Edişi
Recep Erdoğan: “İnşallah biz en kıza zamanda Şam’a gidecek, Selahattin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Caminde namazımızda kılacağız” demişti.

Recep Erdoğan Esat için: “Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oradayız” demişti.

Bir başka gün ise Erdoğan: “Esat’ın, Suriye’nin geleceğinde yeri yoktur. O bir milyonun katilidir” diyordu!

Akşam Gazetesi: “Katil Esed alçaklığı” başlık atmıştı.
Milat Gazetesi 10 yıl önce, “Şam’da bayram sabahı kardeşlerimiz ile kucaklaşacağız” başlığını atmıştı...

Sabah Gazetesi: “Türkiye Esat’ı defterden sildi” başlığını atmıştı.
Yine bir başka: “Katil Esat’ın İngiliz karısı kanser” başlığı atmıştı.

En sonunda ise Erdoğan: “Esad’ı yenmek derdimiz yok” dedi iyi mi?
Recep Erdoğan öngörülebilir bir durumu yok. Ne yapacağı kestirilemeyen bir kişiliğe sahip, bir zikzaklı yapısı var. Son günlerde en ağır sözler söylediği devletlerle el sıkıştığı, yalvar yakar olduğu günlere geldiği görülmektedir. Önceleri Esad’ı yerme, yerinden etme, ortadan kaldırma planlarının başarısızlığından şimdi de, “Esad’ı yenmek gibi bir derdimiz yok” diyerek, sonunda Suriye lideri Esad ile arasını düzeltmeye çalıştığı kıvırmaları görülüyor. Ancak 10 yıldır büyük hataları yüzünden ülkeye çok şeyler kaybettirdi; bunun hesabı sorulmayacak mı? Recep Erdoğan’ın art niyeti, Suriye’de Esat’ın yıkılışıyla Orada Sünni Selefi ideolojisinden Müslüman Kardeşler destekli, kendine Sünni bir arka bahçe oluşturmaktı. Bunu da yaparken özgüveni kabarık, egosuyla, yıkılmaz sandığı güven içinde, üç beş haftada Suriye’de işin biteceğini, Esad ve rejimin devrileceğini sanıyordu ama gelinen durum Suriye bataklığı içinde bir ülke lideri oluverdi...

Soylu bir TV konuşmasında...
Suriye’de Esat’ın yıkılamaması için: “Bu işlerin bu hale gelmesini öngöremedik” dedi.
Ancak muhalefet sürekli AKP ve lideri Recep Erdoğan’ın Suriye iç savaşında ileriye dönük öngörüsüzlüklerini sürekli dillendirip “Suriye’nin içişlerine karışmayın, ülkeyi bu çıkmaza sokmayın” diye uyarıyordu. Erdoğan, Muhalefetin bu uyarılarına ters tepkiler veriyorlardı. Şimdi bilgisiz, bilinçsiz, hesapsız bir ülkenin sıkışmış lideri durumuna getirmiştir.

Recep Erdoğan “Dik duracağız, diklenmeyeceğiz” demişti...
Özgüven ile unutulmayacak, uluslararası ilişkilerde diplomasiye sığmayan en ağır hakaret içeren sözler söylediği Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, İsrail, şimdide Suriye ile ortada bir şey yokmuş gibi davranıp yalvar yakar olmuş, üsten bakan, dışlayan durumunun yerlerde sürünmesi, ülkenin diplomatik geçmişini yerle yoksan edip, en üst makamlardan yapılması, eskiden Dışişleri Bakanlığının yapması gereken görevini eline alarak, devletin en üst makamının koltuğunda oturan, ağırlığını koruyamayan kişi olarak kafasına göre, aklına ne geldiyse yapması devleti uluslararası alanda küçük düşürmektedir.

Recep Erdoğan: “15 Temmuz’un sponsoru BAE (Birleşik Arap Emirlikleri)” diyordu.
15 Temmuz Fetöcü darbe bastırıldı, 20 Temmuz’da Erdoğan darbesi OHAL (Olağanüstü Hal) ile bütün devlet kurumlarını çökertici yetkileri tekeline aldı; başta yargı Erdoğan’ın eline muhalifleri susturma sopası olarak kullanmaya başladı.

Mısır ile bütün ilişkileri Müslüman Kardeşlerden Mursi yüzünden bozdu...
Hatta, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul belediye başkanlığı için eline mikrofonu alıp: “Pazar günü Sisi mi diyeceksiniz, Binali Yıldırım mı diyeceksiniz, mesele bu kadar önemli.” derken 73 milyonun cumhurbaşkanı olmadığını salt AKP’lilerin cumhurbaşkanı olduğunu kanıtlamış oldu. Bugün ise “Mısır ile ilişkiler istenilen gibi olmadı.” diye yakınıyor ve Mısır ve lideri Sisi ile uzun süreden sonra yeniden diplomatik ilişkiler kurmaya çalışıyor...

Recep Erdoğan Sisi için: “Sisi denilen kişi şu anda Mısır’da böyle bir yöneticidir ve ben kendisi için her zaman onu söylüyorum, bir zalimdir ve bir demokrat değildir.” Demişti.

Recep Erdoğan’da sürekli tutarsızlıkları, uluslararası alanda güvensizlik yaratıyor.
Diplomasi Erdoğan’da bulunmayan bir sanattır ancak Erdoğan o diplomasi sanatını yok etti, İyi yetişmiş Türk Diplomatları dışlayıp onlara hakaret niyetli “moşerler” bile dedi ve diplomat olarak, diplomasiyle hiçbir ilgisi, ilişkisi olmayan salt ideolojik olarak Merve Kavakçı’yı büyük elçi bile yaptı...

Sıkışan Recep Erdoğan şöyle der oldu: “Devletlerarasında hiçbir zaman siyasi diyalog veya diplomasi kesip atılamaz. Her zaman, her an bu tür diyaloglar olur, olmalıdır. Suriye ile daha ileri seviyede adımlar temin etmemiz gerekiyor” dedi.

Esadt’sız Suriye Hayali bitti!

Recep Erdoğan, Türk devleti bir yana, bütün Müslüman ülkelerin kendisine önem vermelerini istedi ancak kimse ciddiye almadı, baktılar Erdoğan içişlerine karışıyor, derhal tedbirleri aldılar ve Erdoğan ile ilişkileri bozdular, Erdoğan’a değil Türkiye’ye önem verdiler. İşte bu tutumları, Erdoğan’ın egosunu kabartıyor, sinirlerini geriyordu.

Recep Erdoğan’a kadar, Türkiye ile önemli bir sorunu olmayan Araplar ile derin, tamiratı uzun süre alabilecek travmalar yaratarak düşmanlaştırılmış duruma getirdi. Amacı, hayal dünyasında düşlediği, Arapları arkasına alarak başlarına önde giden İslam’ın halifesi olmaktı düşlediği. Bunu yaparken, Filistin için İsrail ile hiddetli bir biçimde kapıştı, diplomatik ilişkileri kopartmaya kadar gitti. Bütün bunları yaparken, Arap dünyasından alkış alıp kendisini başlarına halife seçerler planlarıydı ama tersi oldu, Arap dünyası “başımıza bela olacak” diyerek Erdoğan karşıtı hamleler yaptılar.

Ne oldu şimdi, tükürdüğünü yaladı, “Öldürmeyi bilen İsrail” derken İsrail ile el sıkışmaktadır. İsrail ise Filistin konusunda hiç bir değişikliği yok; dün ne yaptıysa Filistinlilere, bugün de aynısını yapmayı sürdürüyor. Şimdi Erdoğan işin neresinde?

Artık güçsüzleşti Recep Erdoğan...
Kendini güçlü sanarak, dünyada ve Ortadoğu’da “oyun kurucusuyuz” havalarına girilme zamanı çoktan yerini yalvar yakar, el sıkmaya bıraktı.

Meydanlarda gücü kaybettiğiniz zaman oyuncu değil, piyon olursunuz. Uluslararası alanda “oyun kurucu” yerini piyon olma aldı. Ülkenin uzun vadeli sürmesi değil, Recep Erdoğan’ın koltuğunda sağlam oturması için her yol mubah sayılır oldu.

Şer güçler idealleri çöktü, şer güçler dedikleri başta İsrail ile el sıkışıp dostluk ilişkileri başlattılar.

Selman Zebil 27/08/2022

14 Mayıs 2022 Cumartesi

SÜMERBANK'A NE OLDU?

 

SÜMERBANK HİYANETE KURBAN GİTTİ
Atatürk'ün 9 Ekim 1937’de kendi eliyle 22 ayar altın anahtarla ölümünden önce açtığı son fabrika idi Sümerbank Nazilli Tekstil Kombinası. Açılışta yanında İsmet İnönü, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Celal Bayar, ve fabrika müdürü bulunmaktaydı. “Hayırlı uğurlu olsun” diyerek altın anahtarla kapı açıldı ve anahtarı orada bırakmayan Celal Bayar, alır altın anahtarı, “Altın, milletin hazinesinde durur…” diye konuşur.

Aklı evvel siyasiler bu fabrikayı kapattı, kapısına son kilit vurarak, Sümerbank’ın “S” ini bile sileceğiz” dediler sildiler. Böylece Türkiye’nin kalkınma lokomotifi olan diğer fabrikalar gibi Sümerbank Nazilli Dokuma Fabrikası kapatılmış oldu.

Azra Akın, 2002’deki Dünya Güzellik Yarışmasına katıldı birincilik aldı. Yarışmaya katılmadan önce, yarışmada sahnede giyeceği eteğini ünlü modacı Cemil İpekçi’ye diktirir.Cemil İpekçi, seçtiği Sümerbank pazeni basmadan diker. Sümerbank pazeninini seçip diktiği eteğin şöyle anlatır: "Azra’nın bana gıkını bile çıkarmadı, çok önemli bir gece sonuçta, ben o pazeni diktikçe Azra mutlu oldu ve hak ettiği birinciliği aldı, o kostüm Azra’da şu an, saklıyor.” Diye anlatır.

Dahi ayrıca, Londra’da yapılan Dünya Güzellik Yarışmada Azra Akın final gecesi giydiği Anadolu kültürünü yansıtan kırmızı basma etek, en iyi giysi seçilir. İngilizler bu Anadolu halkına özgü basma giysinin, Türkiye’de 80 yıl önce Nazilli’de kurulmuş Sümerbank dokuma fabrikasında üretildiğini belki hiç bilmediler ama çok beğenmişlerdi...

Cumhuriyet hükümetinin, 1. Beş Yıllık Endüstri Programı’ndan bir maddeye dayandırılarak gerçekleştirilmişti. 1932’de İsmet İnönü Sovyetler Birliğinden 8,5 milyon liralık kredi alarak ilk kapsamlı yatırım olarak Sümerbank'ın Nazilli'd tekistil fabrikasının temeli 25 Ağustos 1935’te atılmış, yapımı 18 ayda tamamlanmış ve 9 Ekim 1937’de açılmıştır. Bina ve makineler dahil, toplam 8 milyon liraya mal olmuştur.

Fabrikanın, 28 bin iğ ve 800 otomatik tezgah ile çalışmaya başlaması ve 2.400.000 kilo iplik işlemesi planlanmıştır. Bununla 20 milyon metre basma imal edilecektir.

Bir esin kaynağı olan fabrika, 1937’de Atatürk tarafından açılan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’dır. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemlidir. Atatürk’ün kafasındaki fabrika, salt üretim yapılan bir yer değil, aynı zamanda araştırma-geliştirme çalışmalarının yapıldığı bir laboratuvar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkanlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir yaşam alanı bir toplu merkezdir. Atatürk, işçilerin yüksek ölçekli her türlü olanaklardan yararlandıkları sosyal bir fabrikaları olarak tasarlanmış olup, benzer biçimde Anadolu’nun her yanına yapmayı düşünüyordu. Ancak bu projesini yaygınlaştırmaya ömrü yetmeyecekti.

Sonuç: Sümerbank Nazilli Basma Fabrikasının Kapanışı ve Kapanışa Temel Oluşturan Unsurların başında Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 14.11.2000’de, 2000/83 no’lu kararı ile Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası Aydın’daki Adnan Menderes Üniversitesi’ne devri öngörülür. Bu öngörülen karala 0.04.2002’den önce şalterleri indirilerek fabrika üretim dışı bırakılır. Bir yıl sonra 31.07.2003’te de yani Nazilli’ye kurup, kendi elleri ile açılışını yaptığı, ülkeye teslim ettiği fabrika 66 yıllık hizmetinden sonra bazı güçler tarafından sonlandırılarak Adanan Menderes Üniversitesine devri gerçekleştirilmiştir. O güne kadar ülkenin 100 işletmesi arasında yerini alan bir fabrikaydı. Kapanışına zemin hazırlamak için siyasi birçok entrikaların döndüğü nedenler sorgulanmadan kalmamalıydı.

Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası bir tekstil kombinası olarak Atatürk tarafından 9 Ekim 1937 tarihinde açılmıştı. Fabrikaya kaynak olarak Rusya’dan temin edilen kredi ve teknik destekle inşa edilmişti. Ancak ekonomik hammaddesi pamuk bölgede yetişiyordu. Ülke zor koşullarda askeri zaferlerden sonra ulusal bağımsızlığını kazanmış, ekonomide de ulusal bağımsızlığın sonsuza denk yerleştirmek amacıyla ülkede üretime yönelik fabrikalar kuruluyordu. Bunlardan birisi de Nazilli tekstil fabrikasıydı. Sonunda fabrika kuruldu, ülkenin kalkınmasına 66 yıl ülkeye hizmet etti. Yerli ve yabancı birçok insana iş olanakları sağladı. 50 binden fazla insana ekmek kapısı oldu. Ürettiği basma-pazenlerle yurdu renklendirdi ta ki, 66 yıl sonra 2003’e gelene kadar.

Atatürk, ekonomiye önem vermesinin nedenleri öngörülerinden belli oluyordu ve şöyle diyordu: “Ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz” Sonuç, ekonomik bağımsızlıkta güçlü olan ülkeler yıkılamazdı. Sümerbank gibi yine köklü kuruluşlardan olan Etibank bu ekonomik bağımsızlığı yükseltmek için kurmuştur.

Yararlanılan Kaynak:
Cemal Kutay, “Atatürk’ün Son Günleri”, 3. Baskı, Ekim 2005, İklim Yayıncılık” 5. Sayfa: 66
Hulusi Doğan, Yrd. Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli Meslek Yüksekokulu, Ege Akademik Bakış, 7 (2) 2007: 661-689
Afet İnan, “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler”, 5. Baskıya Hazırlayan Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2007, ISBN: 978-9944-88-140-1. Sayfa: 230-233

Salt İktisadi Değil Sosyal Yönü de Ülkeyi Değiştirdi
Nazilli Tekstil Fabrikası kurulmasıyla başta Anadolu kadını için adeta çok renkli, çok desenli bir basma devrimi yaşanmıştı. Anadolu köylü kadınların şalvarı, Anadolu kentli kadınların entarileri Sümerbank desen ve renkleriyle emprime basmalar üretildi yıllarca. Salt iktisat yönü değil, toplumsal, kültürel olarak ta ülkede büyük bir devrimdi.

Ülkede kurulan Sümerbank fabrikaları; işçilerine kütüphane, sinema binası, spor sahası, lojman (görevli evleri denirdi), çay bahçesi ve hastane dahil her türlü sosyal olanaklar sunan tesisler düşünülmüştür. Düşünün bir an, bugün bile adını duymamış insanlar ülkesindeyiz ama 1935 yılında üretime geçen Nazilli basma fabrikasında işçilerin kurduğu klasik müzik korosundan canlı Beethoven’den müzik dinlerdi.

Türkiye’de Bir Ulusu Giydiren Sümerbank İdi
Okullar açılır, babalar-analar koşar Sümerbank’tan keselerine uygun çocuklarını giydirmek için giysiler çantalar alırlardır. Bir zamanlar giydiğimiz, pırıl pırık ak yakalık rengarenk kundurular, çantalar bulunan kara önlükleri alınırdı. Yine Sümerbank’tan Beykoz-Sümer ayakkabılar alınır, analar, patiskaları, mutfakta kullandıkları porselenleri, babaların, dedelerin mendillerine, pazen pijamaları, çorapları Sümerbank satış mağazalarından alırlardır.

Ülkenin devlet memurları ve işçileri birçok gereksinimlerini Sümerbank’tan alırlardı çocukları. Çünkü devlete bağlı kurumlarda çalışanlara Sümerbank’tan indirimli yıllık indirimli uygulamaları vardı. Bitmedi, gelinlik çeyizlere, damatlık elbiselere varana kadar Sümerbank’tan alırlardır.

Karaoğlan’ın Bülent Ecevit’in ünlü mavi gömleği Sümerbank kumaşındandır. Mavi gömlek veya kumaş almak isteyen vatandaş, “Ecevit Mavisi” kumaş isterdi. Dünya Güzellik yarışmasına katılıp 1. Seçilen Azra Akın’ın o oldukça çok beğeni kazanan elbisesini bile Sümerbank basmasıydı. Düşünebiliyor musunuz? Bugün Recep Erdoğan’ın karısı Emine Hanım, Christian Louboutin marka 6 bin dolara ayakkabı satın alıp giydiği söylenmektedir.



Türkiye’de Dağılmış, Kitlelere Uzanmış Kolları
Kendi finans sitemini sağlayan 43 banka şubesi yanında, ülkede 500’e yakın satış mağazası, 41 fabrikası, 40 binden fazla çalışanı olan Türkiye’nin en büyük holding kuruluşlarından bir kurumdu.

Sümerbank’tan karşılaması Neo liberalizmin Türkiye resmi sponsoru Turgut Özal ile başlayıp, IMF ve Dünya Bankası ile çalışıp, “Bu kurumlar halkın sırtındaki kamburdur” diyerek Sümerbank’ı şikâyet etti. Nedeni neymiş bakın! Bu fabrikada çalışan işçisi çok para alıyormuş! “Ben zengini severim” demedi mi? Bu sözleri bile çok para alan emek işçisini hiç sevmezdi. Çok zengin iş insanlarına severdi...

Önce Sümerbank’ın bir kısmı işçi düşmanı Hayyam Garipoğlu’na, bir kısmı da şu sürekli adı geçip duran Albayraklara haraç mezat satıldı. Araya TÜMOSAN ihalesi de sokuldu. Ardından Merinos, Beykoz, Bergama ve Malatya olmak üzere diğer fabrikalarda birer birer ya satıldılar veya kapatıldılar. Sümerbank’ın Atatürk’ün bizzat kente gelerek açılışını altın anahtarla yaptığı Nazilli tekstil fabrikası 11 Ocak 2002’de kapatılıp kapısına anahtar vurularak kapatılıp bir anda kent fabrikasız kaldı...

Arkası bitmedi, 2002’de iktidar olan AKP ile yerli ve milli bütün cumhuriyet kurumları hızlanarak ya satıldı ya da kapatıldı. AKP dönemin peşkeşten sorumlu maliye bakanı Kemal Unakıtan’ın düşmanlık yaparcasına Sümerbank’ı tamamen bitirmek için “S”sini bile sileceğiz” dedi; dediği gerçekleşti maalesef, tarihten silindi. Hatta soranlara inadına, “Satıyoruz, satıyoruz bitmiyor, ne komünist ülkeymişiz” diyordu.

Atatürk'ün Son Açtığı Fabrika 9 Ekim 1937’de Nazilli Tekstil Kombinasıdır;
Çevre halkı, zamanlardır özlemini çektikleri fabrikanın, Atatürk eliyle açılacağını öğrenince, yirmi iki ayar altın anahtar yaptırmışlardı. Koskocaman anahtar…

Yanında Başvekil Celal Bayar vardı, anahtarla kapıyı “Hayırlı uğurlu olsun…” dileğiyle açtı, üzerinde bırakmadı, Celal Bayar’ın mendil cebine yerleştirdi ve: “Altın, milletin hazinesinde durur…” dedi.

Kaynak: Cemal Kutay; “Atatürk’ün Son Günleri” 3. Baskı, Ekim 2005, İklim Yayıncılık, Sayfa: 66
Mahmut Kiper, “Türkiye’nin ilk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank” Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Metalürji Mühendisler Odası


Bir Döneme Damga Vuran Türk Sanayinin Öncüsü Sümerbank
Cumhuriyet ilan edildikten 8 yıl sonra ülkenin ekonomik açıdan kalkınması için ivedilikle ekonomik çalışmalara başlanmıştı. Osmanlı’dan kalan dış açıkların kapatılması için yeni ekonomik atılımların gerekiyordu. İşte bu atılımlar doğrultusunda Atatürk tarafından atılan adımlar Sümerbank büyük bir proje olarak doğuyordu. 1931’de 1. Sanayi Planı yapılarak Sümerbank’ın temeli atılıyordu. Sümerbank’ın ana görevi sanayi planının uygulanması doğrultusunda, ülke 
ekonomisini ayağa kaldıracak tesislerinin kurulmasına öncülük etmesiydi.

Türkiye savaştan bitkin durumda yeni çıkmış, elde avuçta Osmanlıdan kalan dış borçtan başka bir şey yok, halk yoksulluk içinde inim inim inlemekte olduğu o zorlu günler geçirmesine rağmen yılmadan ülkeyi savaştan kurtaranlar, ekonomik zorluklardan da ülkeyi kurtarma görevini kendilerine borç bilmişlerdi. 1932’de İsmet İnönü Sovyetler Birliğinden 8,5 milyon liralık kredi alarak ilk kapsamlı yatırım olarak Sümerbank’ın temelini atmışlardır.

Hemen bu dönemde sanayiin geliştirmesi için Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. 1934’de uygulamaya konan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın ana hedef ve stratejisi, ülkenin yerüstü kaynaklarını değerlendirerek ithalata konu olan özellikle şeker, dokuma ve kâğıt başta olmak üzere temel gereksinim maddelerinin yurtiçinde üretilmesi, yerel veya bölgesel, tarımsal üretime ve doğal kaynaklara dayalı sınai üretim birimleri kurmaktı.

Sümerbank, Atatürk’ün; 11 Temmuz 1933’te ileri görüşüyle Cumhuriyet dönemi Türk Sanayisinin öncüsü olarak kurulur. 17 Haziran 1938’de de 3460 sayılı kanunla Kamu İktisadi Devlet Teşekkülü (KİT) haline getirilmiştir. Daha sonrası ise, Devlet Sanayi Ofisi tarafından işletilen Feshane (Defterdar) Fabrikası, Basmahane (Bakırköy) Fabrikası, Hereke Fabrikası ve Beykoz Fabrikası Sümerbank bünyesine devredilmiştir.

Sümerbank, sanayi planları ile Pamuklu Dokuma, Yünlü Dokuma, Deri ve Ayakkabı, Kimya, Toprak ve Seramik, Kâğıt ve Demir-Çelik Sanayii sektörlerindeki birçok üretim alanında faaliyete geçirerek çok önemli kalkınma görevlerini üstlenmiştir. (*)

Kalkınma Planı ve Yıllık Programları ile DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) tarafından Sümerbank’a verilen görevler arasında, ülke genelinde gerçekleştirebileceği ülke genelinde yeni tesis kurma, bankacılık, araştırma-geliştirme, (ar-ge) pazarlama ve eğitim alanında başarıyla sürdürmüştür.

Sümerbank, kuruluşundan 2001 yılına kadarki 66 yıllık dönemde; başta Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Genel Müdürlüğüne eğitim elbisesi, iç çamaşırı, postal, çadır, paraşüt, çarşaf, battaniye, havlu gibi bütün gereksinimlerini karşılamaktaydı. Hatta, Azerbaycan, Ürdün, Arnavutluk, Bosna Hersek gibi ülkelerin ordu ve polis teşkilatlarının gerekli ihtiyaçlarını da karşılamaktaydı. İşte bir el uzandı, zihinleri bulandırdı, siyasi alınan özelleştirme kararları ile kamu kurumu olan Sümerbank ve diğer kuruluşlara ait bu varlıklar teker teker özelleştirilerek satıldı veya kapılarına kilit vuruldu. Değerli arazileri yandaşlara peşkeş çekildi...

80′ler öncesi Rahmetli Necmettin Erbakan’ın başlattığı O meşhur “milli sanayii hamlesi” sürecinde hemen hemen ülkenin her tarafında yörenin şartlarına uygun fabrika temelleri atılıyor.

Sümerbank’ı verilen tarihi görevleri 1. Planda yer alan projelerin gerçekleştirmekti.
Bu planda yer alan projeler, dokuma, maden, selüloz, seramik ve kimya sanayileri olmak üzere beş sektörde toplanmıştır. Bunlar Sümerbank tarafından gerçekleştirilirken, sömikok, Şişecam ve kükürt sanayine ilişkin yatırımlar İş Bankası tarafından yürütülmüştür.

1934’de palan kapsamında Bakırköy Bez Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası ve Isparta Gülyağı Fabrikası, 1935’de Kayseri Bez Fabrikası, Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası ve Zonguldak Antrasit Fabrikası, 1936’da İzmit Kâğıt Fabrikası, 1937’de de Ereğli ve Nazilli Bez Fabrikaları işletmeye alınmıştır.

Mustafa Kemal’in Sümerbank Merinos Fabrikası açılışında söylediği gibi her fabrika milli sevinci artırmaktadır. Çünkü bu tesisler sadece üretmekle, milli ekonomiyi kalkındırmakla kalmamakta, yöreyi de baştan başa değiştirmekte, 

yenibir kimlik kazandırmaktadır.

1980’li yıllarda neo liberal zihniyetli Özal ile başlamasıyla Türkiye’nin batıdan etkilenerek ama batılı gibi olmayıp kendilerine özgü özelleştirme merakına girmesi, ülkeyi üretme çizgisinden uzaklaştırmış ve özelleştirme fikrinin ülkeye girmesine neden olmuştur.Özallı dönem, 28 Mayıs 1986 tarih ve 3291 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi Hakkında Kanun çerçevesinde; 11 Eylül 1987 tarih, 12184 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Sümerbank’ın özelleştirilmesine karar verilmiştir.Özelleştirme sürecinde şirket yeniden yapılandırılarak, bankacılık birimi ayrılmış, sanayi sektöründe faaliyetlerine devam eden bölümü Sümer Holding A.Ş. adını almıştır. Özelleştirme sürecinde Türkiye Yapağı ve Tiftik A.Ş., Erhaz, Sihaz, Tümosan, Turban, Türkiye Zirai Donatım Kurumu gibi pek çok kuruluşu bünyesinde eriten Sümerbank; TÜPRAŞ, Erdemir, Telekom gibi son dönemde yapılan özelleştirmeler hariç, Türkiye’nin 8 milyar dolar civarında olan toplam özelleştirme gelirinin 881 milyon dolarlık (yaklaşık %11’lik) bölümünü kendi bünyesinde yine kendi varlıklarını özelleştirerek yapmıştır.

1988'de Sümerbank Holding kuruldu. Holdingin bankacılık birimi 1993'de Yüksek Planlama Kurulu kararıyla Sümerbank adı altında yeniden yapılandırılmıştır.

24 Ekim 1995'te Garipoğlu şirketler grubuna 103,4 milyon dolara satılarak özelleştirilmiştir. Hayyam Garipoğlu'nun Malki cinayeti ve TÜRKBANK skandalına adının karışması, Sümerbank'ın elinden alınmasına neden olmuştur. Sümerbank 21 Aralık 1999'da TMSF'ye devredilmiş, ardından 9 Ağustos 2001 tarihinde OYAK Grubuna satılmıştır. OYAKBANK A.Ş.’ye 11 Ocak 2002 tarihinde tescil edilmiştir.

Sümerbank’ın özelleştirilmesi Türkiye için hem maddi hem de manevi anlamda büyük bir kayıptır; halka yapılan en büyük hıyanetti. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren milli kimliğimizi oluşturan bu eserler, ilk etapta özelleştirilmiş, daha sonra da birçoğu yabancı firmalara satılmıştır.

(*) Murat Koraltürk tarafından yazılan “Sümerbank AŞ.” Tarafından çıkartılan, “Türkiye Ekonomisinde Bir Öncü” Sümerbank’ kitabına göre.
Kaynakça: Ali İhsan Toraman “Türkiye’yi ve Sümerbank’ı Çok Seviyorum”
Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Afet İnan, 5. Baskıya Hazırlayan Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 200
7, ISBN: 978-9944-88-140-1. Sayfa: 230-233

BÜYÜK İSRAİL PLANI ve KÜRESEL GÜÇ OYUNLARI KIYAMETİN HAYALİ BİR REÇETESİ Bu makale Internationalist 360 tarafından yayımlandı. Espen B. Øyul...