23 Aralık 2024 Pazartesi

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)




ETHEM NEJAT (1887-1921)
Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyetinin kurucularındandır. Lise eğitimini Üsküdar İdadisinde aldıktan sonra yüksek öğrenimini Ticaret Mektep-i Ali’sinde gördü.

Gazeteci, yazar, eğitimci, siyaset insanı, Türkiye Komünist Partisi kurucularından olup Türkiye Komünist Partisi'nin ilk genel sekreteridir. TKP'nin ilk Merkez Komitesi Başkanı, Türk eğitimci ve komünist siyasetçidir. Yaşadığı dönemde eğitimin çağdaşlaştırılması çalışmalarına büyük katkıda bulunmuştur. Mustafa Suphi, 13 diğer TKP üyesi ile arkadaşları ile birlikte Karadeniz’in Sürmene açıklarında 1921 yılı ocak ayında öldürülmüştür.

Nejat Bey, 2. Abdülhamid Dönemi’nde gazetecilik yapmıştır. Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde düzenli yazıları yayınlanan Nejat Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bağlantı kurduğu için 2. Meşrutiyet öncesinde zorunlu olarak yurt dışına kaçmıştır. Yazılarında hangi tarihlerde hangi ülkelerde bulunduğunu tam olarak belirtmese de yazdıklarının satır aralarından bazı ipuçlarına ulaşılmaktadır. Kesin olmamakla birlikte yurt dışına ilk çıkışında Amerika’ya, New York’a gittiğini düşünülmektedir. Çünkü 1909 yılında Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesinde yazdığı bir makalede iki sene önce Amerika’da olduğunu ifade etmektedir.

2. Meşrutiyet öncesi bir süre ABD ve Fransa'da bulundu...
Ethem Nejat, 10 Temmuz 1908 tarihinde 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde Fransa'daydı. Meşrutiyet ilanı sonrası yurda döndü ve bir süre İstanbul’da kaldı. Bu dönemde Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi'nde yazılar da yazıyordu. Öğretmenlik görevine başlayarak Alasonya Hususi İdadisine müdür olarak atanandı 1909-1910 yıllarında Alasonya’da kalan Ethem, Ferid Bey ile birlikte Manastır “Daru’l Muallim” okuluna tayin edilmiştir. Orada okulun müdürlüğünü yapan Nejat Bey bu okulda tarım ve ticaret eğitimi üzerinde durmuş ve tarım dersi öğretmenliğine atanan Ferid Bey ile birlikte “Terbiyevî Yeni Fikir” isminde bir dergi yayınlamıştır. Kısa süre sonra Balkan savaşında Osmanlı yenilerek Sırpların Manastır’ı ele geçirmesiyle görev yaptığı okul Sırpların eline geçer ve Ethem Bey’de bir süre Sırplara tutsak kalarak yaşamış, bu tutsaklık sonrasında İstanbul’a gelmiş.

1913 yılında Bursa Darülmuallimin Müdürlüğü’ne atandı, Manastır Daru’l Muallimini okulundaki eğitim faaliyetlerinı olduğu gibi Bursa’ya taşımıştır. Kısa süre sonra da Bursa’dan İzmir'de Daru’l Muallimliği müdürlüğüne atandı. 1. Dünya Savaşı'nın patlak verdiği günlerde Eskişehir'de Maarif Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Bir süre gönüllü olarak askerlik de yaptı. Savaş sırasında Adana ve İzmir'de de Maarif Müdürlüğü görevlerini yürüten Ethem Nejat, 1918'de savaş bittiğinde İstanbul’da Maarif Nezareti'nde görevliydi.

Ethem Nejat 1. Dünya Savaşı öncesi Türkçü dilin önemini benimser…
2. Meşrutiyet sonrası dönemde Türkçü çevreleriyle ilişkiler içindeydi.12 Mart 1912’de Ahmet Ferit'in başkanlığı ve Yusuf Akçura'nın 2. başkanlığında kurulan Türk Ocağı'na ilk üyelerden olur. Diğer önemli üyeler ise şunlardı: Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Celal Sahir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yusuf Ziya Ortaç, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmed Ağaoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar ve Mustafa Suphi olur.

Ethem Nejat, ayrıca Türk Ocağı'nın yayın organı Türk Yurdu dergisinde “Manastır'da Hayat-ı Aile” başlıklı bir makalesi yayınlandı. 21 Mart 1912’de Türk Ocağı'nın yan kuruluşu olan Türk Gücü derneğinin 1913 yılındaki kuruluş çalışmalarına katıldı.

Öğrencileri spor dalları ile tanıştırmak…
Etem Nejat’ın okulunda öğrencilere doğada eğitim, yaparak ve yaşayarak eğitim vermeye büyük bir önem veriyor, futbol, eskrim, jimnastik gibi spor dallarının öğrencilere tanıtmada büyük çaba kullanmıştır. Hatta Ethem Nejat 1910’da Bursa Öğretmen Okulu'nda (Daru’l Muallimin) kurduğu futbol takımının oyuncusu olan öğrencileriyle birlikte oynuyordu.

Köy Enstitülerinin ışığı olmuş Ethem Nejat!..
Sahibi olduğu Yeni Fikir ve Toprak Mecmualarında, Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli eğitim kurumlarından birisi olan Köy Enstitülerinin fikri öncülüğünü yapmış olan Nejat Bey, bir ziraat memleketi olan Osmanlı Devleti’nde çiftçilerin modern tarım usullerini bilmediklerini ve ilkel yöntemlerle tarım yaptıklarını dile getirerek kalkınmanın sağlanmasının modern usullerle ziraat yapılmaktan geçtiğini belirtir. Bu kadar çiftçiye modern usullerle ziraatın nasıl yapılacağını öğretmenin mümkün olmadığını ifade eden Nejat Bey, pratik bir çözüm olarak sonuçta her köye bir öğretmen gönderildiğini, bu öğretmenlerin daha darülmualliminlerde okurken bir köylünün ihtiyaç duyacağı bütün bilgilerle donatılmasını önerir. Bu sayede öğretmenlerin köye gittiklerinde öğrendikleri bilgileri köylülere aktarabileceklerini belirtir ve müdürlük yaptığı darülmualliminlerde ziraat ve ticaret derslerine ağırlık verir.

Ethem Nejat’ın kafasında tasarladığı model, Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan göçmenler için “Mesut Köy” model projesi olup, çağdaş köy yaşantısını yaratmaktı. Bu tasarladığı planı konusunda, doğanın eğitimde çok büyük rol oynadığının farkında olduğu için görev yaptığı okullarda meteorolojik ölçümler yapmış, ağaç bayramları düzenlemiş, zararlı böceklerle mücadele konusunda faaliyetlerde bulunmuş, bütün okul çocuklarını katıldığı okul bayramları düzenlemiştir.

Ethem Nejat’ın, 2. Meşrutiyet’in en önemli eğitimci, fikir ve düşünce insanlarından birisi olarak rol oynadığı, o dönemlerde öncülük ettiği ve öne sürdüğü birçok olumlu fikirleri Cumhuriyet Dönemi’nde uygulamaya geçirilmiştir.

Ethem Nejat’ın yapıtları: “Mektepçilik”, “Yiğit Türkler”, “Çocuklarımızı Nasıl Büyütmeliyiz”, “Çiftlik Müdürü” ve “Terbiye-i İptidaiye Islahatı” adlı yapıtlarıdır.

Meşrutiyet öncesinde, 2. Abdülhamid döneminde Jön Türkler ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya uğrayınca Fransa'ya kaçtı, oradan ABD'ye geçti. Meşrutiyet'ten sonra İstanbul'a dönerek öğretmenliğe başladı. Manastır, Bursa ve İzmir öğretmen okulların­da müdürlük, Maarif müdürlüğü yaptı.

İttihat ve Terakki” partisinin yarı askeri gençlik örgütü olan “Türk Gücü Cemiyeti” kuruluşunda kurucu ve yönetim kurulu üyesi oldu.

Birinci Dünya savaşı sırasında Eskişehir Maarif müdürlüğü yaptı; gönüllü olarak savaşa katıldı Maarif nezaretince 1918’de Almanya'ya gönderildi. Orada sol eğilimli Türk öğrencilerle Kurtuluş dergisi kadrosuna katıldı. İstanbul'a dönünce 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer aldı.

Bakü'de 1920’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı'na ve Türkiye Komünist Fırkası birinci kongresine katıldı. Fırkanın merkez heyeti sekreteri seçildi. Mustafa Suphi grubuyla birlikte yurda döndü. Bazı kaynaklarda yer alan iddialara göre 1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi, ilk ünlü Türk komünistleri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşlarıyla birlikte, Trabzon'dan Sovyetlere geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya tarafından öldürüldüler.

Başka kaynaklara göre ise; Mustafa Suphi Enver Paşa'nın Moskova'daki siyasi aktivitelerinden haberdardı ve Enver Paşa'nın Türk Ulusal Hareketi'nin yenilgiye uğramasından sonra Bolşevikleri kullanarak Türkiye'deki otoriteyi ele geçirme planını biliyordu. Mustafa Suphi'nin bu gizli planını ifşa etmesinden endişe edildiği için onun taraftarları tarafından öldürüldüğü de iddia edilmiştir.

1912 yılında kurulan Türk Ocağı ve 1913 yılında vücuda getirilen Türk Gücü Derneğinin çalışmalarına aktif olarak katılan Nejat Bey, bu yıllarda koyu bir Türk milliyetçisidir. Ethem Nejat, 1918 yılında uzun zamandır faaliyetlerine katıldığı Türk Ocaklarının yardımı ile Maarif Nezaretince Almanya’ya gönderilmiştir. Avrupa ve özellikle Almanya’da o yıllarda oldukça etkili olan Spartakistlerin her yeri saran gösterileri ve grevleri, çalışmak veya eğitim almak amacıyla Almanya’da bulunan Osmanlı gençlerini derinden etkilemiştir. Bir müddet sonra Nejat Bey bu hareketin etkisinde kalarak sol düşünceye kaymış ve burada bulunan Osmanlı aydınlarıyla birlikte hareket etmeye başlamıştır. Kurtuluş isimli bir dergi çıkarmaya başlayan gençler siyasi olarak seslerini duyurabilmek amacıyla da “Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası” isminde bir fırka kurmuşlardır.

Ethem Nejat bir yıl sonra yurda dönmüş ve “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” içerisinde siyaset yapmaya başlamıştır. O sıralarda Rusya’da bulunan Mustafa Suphi’nin grubuna dâhil olan Nejat Bey, önce 1-7 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan “Birinci Doğu Halkları Kurultayı”, 1921’de yine Bakü’de toplanan “Türkiye İştirakiyyun Fırkası Kongresi” toplantısına Anadolu ve Eskişehir temsilcisi olarak katılmıştır.

Ethem Nejat’ın Sosyalist dönemi…
1918'in eylülde, Maarif Nezareti tarafından Berlin'e gönderilen Ethem Nejat, burada Spartakist hareketlere katılarak sosyalist düşünceyle tanıştı. Berlin'de kurulan Türk Spartakistleri denen çevre, “Türkiye İşçi Köylü Partisi” ve onun siyasi hattında çıkan Kurtuluş dergisini çıkaran ekipte yer aldı. Mayıs 1919'da İstanbul'a döndüğünde bu Kurtuluş dergisini yayınlamayı sürdürdü ve 22 Eylül 1919'da kurulan “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” (TİÇSF) adlı partiye katıldı. 4. Meclis-i Mebusan için yapılan 18 Aralık 1919 seçimlerinde TİÇSF'nin de desteklediği Eskişehir adayı oldu, ancak seçilemedi.

İşkal altında olan İstanbul’da İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Kurtuluş dergisi kapatıldı. TİÇSF (Türkiye İşçi Köylü) harekâtı de işgal güçleri tarafından yasaklanarak getirilerek kapatıldı. Ethem Nejat, Komitenin 2. Kongresine katılmak üzere Bolşevik Rusya'ya gitti. Bakü'de Mustafa Suphi'nin kurduğu Türkiye İştirakiyun Teşkilatı'na üye oldu. Doğu Halkları Kurultayı'na ve ardından Mustafa Suphi başkanlığında toplanan Türkiye Komünist Partisi kuruluş kongresine (10-16 Eylül 1920) katıldı. Kongrede Mustafa Suphi TKP Merkez Komitesi Başkanı, Ethem Nejat ise genel sekreter seçildi.

Mustafa Suphi’nin TKF (Türkiye Komünist Fırkası) reisliğindeki merkez heyetine seçilen Ethem Nejat, fırkanın Genel Sekreterlik görevinde bulunmuştur. Mustafa Suphi ile birlikte fırkanın Anadolu’ya taşınması için çalışmalara katılmış ve fırka üyeleriyle birlikte Kars’a gelmişlerdir.

Mustafa Suphi ve ekibinin Anadolu’ya gelişlerinin bir diğer nedeni de Trabzon’dan gemi ile Samsun’a, oradan da karadan Ankara’ya geçmek ve Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ile görüşmektir. Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve ekibinin faaliyetlerine çok sıcak bakmayan Atatürk, meclis kürsüsünden şöyle seslenir: “İşte bu serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak zahiren memleketimize ve milletimize nafiz olmak için Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar doğrudan doğruya bir hissi vatanperverane ile ve hissi hakikiyi millî ile değil, benim kanaatimce belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki prensip sahiplerine yaranmak için bir takım teşebbüs at-ı serseriyanede bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları Rus Bolşevizm’ini muhtelif kanatlardan memleket dâhiline sokmak olmuştur. Bu suretle memleketimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır” diyordu.

Ayrıca, o günlerde Doğu Bölgesinin oldukça karışık olduğu bir dönemde Kars’a gelen bu heyetin faaliyetlerinden rahatsız olan bir diğer kişide Kazım Karabekir olur. Kars’tan Erzurum’a gelen ekip Erzurum’da halkın yoğun protestoları ile karşılaşmış ve canlarını kurtarmak için kendilerine acilen Trabzon’a gitmeleri yönünde baskı yapılmıştır. Trabzon’dan Batum’a oradan da Bakü’ye gitmek için bir taka ile limandan ayrılan kafileden içerisinde Ethem Nejat’ın da bulunduğu 15 kişi 28 Ocak 1921’de Karadeniz açıklarında Yahya Kaptan ve adamları tarafından öldürülmüşlerdir. Bu cinayetin kim ya da kimler tarafından planlandığı noktası hiçbir zaman açıklığa kavuşmamıştır.

Yapıtları: Ethem Nejat, 1911-1914 yılları arasında Yeni Fikir adlı eğitim dergisini çıkardı. Aynı dönem, Terbiye ve Muallim gibi başka eğitim dergilerinde ve Toprak isimli bir ziraat dergisinde de yazılar yazdı. Dönemin önde gelen pek çok gazete ve dergisinde makaleleri yayınlandı: Tanin, Tasvir-i Efkâr, Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad, Siper-i Saika, Ulum-u İctimaiye, Sa’y-u Amel, Çocuk Dünyası, Talebe Defteri, Türk Kadını, İfham, Yeni Dünya.

Yararlanılan Kaynakçalar:
Mehmet Salih Erkek, “Bir Meşrutiyet Aydını Ethem Nejat (1887-1921)”, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012.
Mehmet Ö Alkan, “II. Meşrutiyet Aydını Olarak Ethem Nejat”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C. 6, İletişim Yayınları, İstanbul.
Hamza Altın, “Ethem Nejat ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri" (PDF).
Mete Tunçay, (1989). "Ethem Nejat Bey Eskişehir'de Ne Yaptı?". Tarih ve Toplum, 61. s. 40-41.
Mete Tunçay, (2011). "Edhem Nejad'ın Seçim Beyannamesi". Toplumsal Tarih, 209. s. 64-66.
İsmail Hakkı Tonguç, (1998). “Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy.” Ankara: KEÇEV. s. 262.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları İstanbul 1999.
İsmail Hakkı Tonguç, “Canlandırılacak Köy”, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1947.
Mete Tunçay, “Türkiye’de Sol Akımlar-I (1908-1925)”, BDS Yayınları, İstanbul, 2000.
Yunus Yılmaz, “Turancı Sosyalist Ethem Nejat”, İleri Yayınları, İstanbul 2012.
Yahya Akyüz, “Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1982’ye)”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982.
Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi 5. cilt 1986,
Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925)
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi - Türkiye Komünistlerinin Rusya'da Teşkilatlanması 1918-1921 (1997), TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri 1- 2, (Çev: Yücel Demirel, 2004).
Turancı sosyalist Ethem Nejat". türksolu.com.tr. 12 Ekim 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 31 Ocak 2015.
George S. Harris, (1977). “Türkiye'de Komünizmin Kaynakları.” İstanbul: Boğaziçi Yayınları. s. 54.
Yunus Yılmaz, (2014). “Turancı Sosyalist Ethem Nejat.” İstanbul: İleri Yayınları. s. 292-324.
Ethem Nejat (21 Mart 1912). "Manastır'da Hayat-ı Aile". Türk Yurdu, 9.
Zafer Toprak, (1985). “2. Meşrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri". Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. Cilt II. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 536.
SELMAN ZEBİL ARALIK 2024




20 Aralık 2024 Cuma

SURİYE'DE ESAD'IN DEVRİLMESİ ARDINDAN HESAPLAR!

 

Ronald Trump, Erdoğan’a Dolaylı Olarak Nalına Mıhına Vurarak Övgüler Yağdıran sözleri ile İlginç Açıklamalar Yapıyor. Bu Açıklamaları Sinsice Boşuna Değil Gibi!

Suriye’de "Esad’ın devrilmesinin arkasında Türkiye var” diyor…
Suriye’deki gelişmeler hakkında Türkiye’nin yaklaşımını değerlendiren Ronald Trump konuşmasında: “Türkiye çok akıllı, Erdoğan çok akıllı bir adam ve çok güçlü. İyi anlaştığım biri. Çok güçlü bir ordu kurdu. Kimse kazananın kim olduğunu bilmiyor ama bence Türkiye kazandı” demesi bir tuzak olması düşündürüyor insanı. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla, düşmanın veya rakibin seni övüyorsa mutlak altında bir neden aramak gerekir. İşin içinde bir bela gizlidir. Bunu Irak’ta gördük. Ronald Trump’ın Erdoğan’ı Övmesi mi Yermesi mi Sözleri sonra anlaşılacaktır iyi veya kötü…



Bilincinde misiniz? Suriye’deki gelişmeler için ulusal, uluslararası mutfakta birileri bir şeyler kaynatıyorlar, kaynayan şeylerin içine Türkiye de var. Türkiye Kaynatanlardan olmayıp maalesef kanatılanlardandır.

Ronald Trump’ın 16 Aralık 2024’teki konuşmasında zımni olarak Suriye konusunda Erdoğan’ın İsrail ile ortak çalışıyor mu demek istedi tam net değil ancak kimse kimseyi kandırmasın, Suriye’de kazanan ABD-İsrail ve biraz da Rusya olurken, kaybedenler İran ve Türkiye olurken, yok olan ülkede Suriye oldu. Çünkü doğu Suriye’deki topraklarda ABD petrolleri kaparken, İsrail Golan tepelerini olduğu gibi kendi sınırları içerine alırken, Türkiye ise Emevî Caminde namaz kılma ile işi Allah’a kaldı.

Ronald Trump’ın son konuşmalarına bakınca, “Erdoğan çok zeki biri” acaba Erdoğan’ı övüyor mu, yoksa alaya mı alıyor derseniz, Erdoğan’a tuzak kuruyor gibi. Bir bakıma Trump, Erdoğan’ı gaza getirip, karma karışık Suriye’nin içinde yanan ateşin atıyor. Bunu yaparken de Trump, Erdoğan’ı pohpohlayarak Erdoğan’ı gaza getirip kurt kapanına sokmak istiyor gibi. Doğrusu ABD olsun Avrupa olsun, Türkiye Suriye’de öne sürerek rol verelim başrolü ise biz oynayalım.

Erdoğan, güvenip Trump’a gaza gelip, yeniden büyük Osmanlı hayallerine kapılıp, İslam dünyasına halife olacağım sevdalarına kapılır mı acaba? Bir bakıma dillendirdiği buna bir gösterge olan, “Biz sınırlarımıza sıkışamayız” diyerek, sınır ötesine ülkeyi aşırıp büyük bir felaketin kapısını naçar mı acaba?

Trump’ın kafa karıştırıcı açıklamasının ardında Erdoğan’ın kafa karıştırıcı sözleri…
Erdoğan ise kendisinde bir güç var olduğu edasıyla Trump’dan sonra şöyle bir demeç veriyor: “Türkiye, Türkiye’den daha büyük. Türkiye mukadderatından kaçamaz. Ufkumuz 182 bin kilometrekare ile sınırlandıramayız. Millet olarak tarihin bize yüklediği misyonu kabul etmeliyiz. Bu kutlu yolculukta sorumluluklar yerine getirilmeli.” Diyordu.

Erdoğan kendisi için Trump’ın dediklerine “tespiti yerinde” diyordu…
Daha sonra Erdoğan Trump için: “Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak, ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor. Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Devri-teslimden sonra bizde ilk tebriğimizi yapar, gündemimizde bulunan konuları samimiyetle ele almaya başlarız” diyordu.

Yani artık o kadar ivedi gelişmeler oluyor ki, İsrail eze eze kazanıyor, Suriye topraklarına yerleşiyor. Akdeniz kıyılarındaki Tansus, Laskiye gibi kentleri bombalayarak yerle bir ediyor. Fiili olarak üç Suriye sınır köylerini daha eline geçiriyor tık yok. ABD taşeronluk yapıyor, BOP Eş Başkalığı görevi verilen, görevini yapıyor, Suriye ise parçalanıyor!

Suriye Çok Riskli ve Kırılgandır, Bölgede Haşere Üreten Ülke Olma Yolunda
Emevî caminde namaz kılmakla devlet ciddiyeti yok edilmiştir. Bu iktidar gerçekler üzerinden değil, sembolik söylem ve eylemler üzerinden tolumu kandırarak yön vermektedir.

Öyle şarlatan Ronald Trump’ın konuşmaları gösteriyor ki, bütün Suriye’de olup bitenlerin faturalarını Türkiye’ye kesip hesabı ödetecekler gibi! Haşereler bölgeye yayılacak, bu en çokta Türkiye’ye zarar verecektir.

Trump boşuna şarlatanca konuşmadı…
Ülkede ne kadar yetişmiş nitelikli insan gücü varsa ülkeden yurtdışına gidiyorlar, ülkeye ise ne kadar tersi niteliksiz, beceriksiz, okumamış, Ortadoğulu, Uzakdoğulu, Afrikalı salt gösterileni yapan “evet efendimci” demokrasi kültüründen bihaber, evrensel kültüre uzak, hak, hukuk nedir bilmeyen, sorgulayamayan, sormayan emir kulları ile ülkeyi doldurup, ülkede kalıcı olarak kendi keyfine göre yönetmek isteyen bir otokratik sistem oluşturulmaktadır.

Von Der Leyen alelacele Türkiye’ye geldi Erdoğan ile görüştü. Suriyeli göçmenleri ülkesinde tutması için 1 milyar avro vereceklerini söyledi. Bu demek oluyor ki, “sana 1 milyar Avro veririm, Suriyelileri de tuttururum” demektir Bundan insan utanır

Suriyelilerin Suriye’de doğurganlık ve üreme oranı %3.4 iken Türkiye’deki Suriyelilerin doğurganlık oranı ise %5.3 olarak tespit edilmiştir. Bu demek oluyor ki, Suriyeliler Türkiye’yi sevişme ve çocuk üretme merkezi yapmışlar.

Suriye’de demokrasi gelip özgür kadın, özgür halk ile ileri gider…
Öyle HTŞ sözcüsünün tepki çeken, “Adalet ve savunma bakanlığı kadınların doğasına uygun değildir” sözleri bir kişinin kendi görüşleri olarak kalmayıp genel yöneticilerin sözü olarak sürerse işler vahim demektir. 
21 Aralık 2924

12 Aralık 2024 Perşembe

DİKTA YÖNETİMLER ve DİKTATÖRLÜKLER SONSUZ DEĞİLDİR



DİKTATÖRLERİN GÖRKEMLİ GÜNLERİNDEN ÇÖKÜŞE GİDEN YOLLARI 
Hiçbir diktatör saltanatı üzerinde ebedi oturamaz, mutlak bir gün tahtı yıkılır, yönettiği halk linç ederek ya öldürür veya ülkesinden kaçarak kurtulur.

25 Aralık 1989, Romanya başkanı Nikolay Çavuşesku ve karısı kurşuna dizilirler

Yakın tarihimizde, Romanya’da İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Nikolay Çavuşesku halk tarafından eşi birlikte linç edilerek kurşuna dizilerek öldürüldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir kuyudan saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Dünya diktatörlere eninde sonunda felaketler yaşadılar, dünya onlara da kalmadı:

Yakın tarihimizde, İspanya’yı demir yumrukla yöneten General Francisco Franco devrildi, Potekiz’de Oliveira Salazar devrildi, İtalya’da Benito Mussolini devrildi,

Almanya’da Adolf Hitler devrildi. 25 Aralık 1989’da Romanya’da Nikolay Çavuşesku eşi birlikte halk tarafından linç edilip kurşuna dizilerek öldürüldü. İran’da Şah Pehlevi, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı, perişan bir durumda Mısır’da öldü. Libya’da Muammer Kaddafi Libya’da halk tarafından linç edilerek sokaklarda sürüklenerek öldürüldü. Mısır’da Hüsnü Mübarek devrildi, Irak’ta Saddam Hüseyin, saklandığı bir lağım çukurunda saçı başı karmakarışık durumda yakalanarak elleri kelepçelendi ve mahkeme kararı ile idam edilerek öldürüldü.

Franco İspanya’da 36 yıl başta kalmıştı.
Salazar Portekiz’de 36 yıl,
Mussolini İtalya’da 33 yıl,
Romanya’da Çavuşesku 24 yıl,
Almanya’da Hitler 12 yıl,
Libya’da Kaddafi 42 yıl,
Irak’ta Saddam 24 yıl,
Mısır’da Mübarek 30 yıl,
Suriye’de Hafız Esad 29 yıl, oğlu Beşar Esad ise 24 yıl Suriye’yi yönettiler.

Bu diktatörleri önce emperyalistler destekleyip ülkelerinde “tek adam” yaparak daha da güçlü duruma getiriyorlar, onlarda güçlendikçe ve arkalarında emperyal devletlerin her daim olacağına inanarak halklarına acılar, ıstıraplar yaşatıyorlar.

Birgün geliyor o emperyalist güçler desteklerini çekiyor ve o tek adama muhtaç ettirdikleri halkların yanında gibi görünüp diktatör liderlerine kışkırtarak saldırtıyorlar ve sonunda o tek adam devriliyor. Ülkeleri ise karma karışık olup bir daha doğrulup ayağa uzun süre kalkamıyorlar. Şimdi de Suriye'de yeni bir figür lider yaratıyorlar... 

Recep Erdoğan Suriye’de 12 yıl önce iç çatışmaların başladı günlerde: “İnşallah Selahattin Eyyubi kabri başında Fatiha okuyacağız, Emevî Caminde de namazımı kılacağız” demişti. Bu dilek kendisine nasip olmadı ama İbrahim Kalın'a nasip oldu, Şam Emevi caminde iki rekat "şükür" Namazını kıldı... 

Yandaş Yiğit Bulut şöyle bir yersiz mesaj atıyor: “Sevgili dostlar, sayın Cumhurbaşkanımızın öngörüleri ve talimatları doğrultusunda, büyük Türk milletimizin Milli İstihbarat teşkilatının başkanı İbrahim Kalın’ın, Şam’da Emevî Caminde namaz kılması, büyük Türk milleti adına verilmiş çok çok önemli bir mesajdır. Anlayın” diyor.


İslam tarihinde şimdiye kadar görüldü mü bilmeyiz ama, talimatla namaz kılınmasını ilk kez yandaş Yiğit Bulut’un sosyal medya paylaşımında 13 yıllık gecikme ile yerine getirildiğini gördük. Ancak hiç kimse ona sen Emevî Caminde namaz kılamazsın demedi, kendisi MİT Başkanı olarak kamaralar önünde göstere göstere, şov yaparak görgüsüzce, devlet kuralarına ters namaz kılmasından dolayı eleştirilmektedir. 

Not: Suriye Şam kentinde bulunan Emevî Cami, 1390 yıllık kiliseden camiye döndürme bir tür ibadet mekanıdır.
Selman Zebil 13 Aralık 2024

20 Kasım 2024 Çarşamba

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLER SUÇU MU İŞLEDİLER?

 

YENİ MEZUN GENÇ TEĞMENLERİN ANT İÇMELERİ

Mezuniyet yeminini dönemin birincisi Ebru Eroğlu ettirdi. Eroğlu önderliğinde öğrencilerin ettiği yemin şöyle: Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacaklar ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk şerefimizle yaşayacağız şerefimizle öleceğiz. Ne mutlu Türk’üm diyene.”

Genç teğmenlerin yukardaki bu sözlerinden dolayı, “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) itibarını zedelediği” ihraç edilmeleri için Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ettiklerini günler yaşanıyor.



En basitinden, itibar, 2024 yazında Datça’ya kadar gelen Yunan askeri botları gelip Yunan askerimin ayak bastığına sesi çıkmayanların itibarı sürünüyor hala!..

Beteri: Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirerek sorguya götüren Amerikalı asker tarafından ağır biçimde TSK zedelenmişti de Erdoğan’a, “nota verelim” diyenlere Erdoğan, “müzik notası mı bu” deyip terlemişti…

Barış Terkoğlu ortaya çıkarttığı, Teğmen Ebru Eroğlu’na hakaret olayı…
Fotoğrafının altına yazı, Teğmen Ebru Eroğlu’na “Yeter artık” dedirtti: “Bunu insan sikmez bile, o kadar çirkin bir Kemalist kaşar ama Kemalist olduğu için tecavüz edebilirim buna.” Diyen kişi soruşturmaya gerek yok denerek dosyası kapanır.

Ebru teğmen kendisine hakaret içeren bu paylaşılan sözler hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığı suç duyurunda bulunur. Ancak savcılık bunu suç olarak görmez ve 21 Ekim’de bu küfrün, “Ebru’nun adını yazmamış sonuçta” diyerek ifade özgürlüğü sayıp, “kovuşturmaya yer yok” kararı verilmiş. Bu nasıl, “ifade hürriyeti kapsamında” sayılmış anlaşılır gibi değil!

TSK’dan Ayrılma Gerektiren Disiplinsizlikler Cezası Verilmesi
Madde 20: C- Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.

Mustafa Kemal'in askerleriyiz…
Mustafa Kemal'in askerleriyiz, 2010'lu yıllarda yaygınlaşan bir slogandır. İddialara göre, ilk kez kullanan Turgut Özakman'dır. Bir başka, 2013'te Gökçe Fırat, aynı ad ile bir kitap çıkarmıştır. 2019'da Ege, Mustafa Kemal'in Askerleriyiz (Bornova Marşı) adlı bir şarkı yayınlamıştır.

Halk, Atatürk'e bağlılık yemini eden teğmenlerin TSK'dan ihraç edilecekleri iddiaları gündeme geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ihracı istendiği iddia edilen ve ilk olarak kılıçlarını kullanarak ettikleri “Subay Yemini” ile gündeme gelen teğmenlere desteklerini açıkladı.

Birçok haber organında teğmenlerin 
TSK'dan ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edildiği iddia edilmişti.

Teğmen Ebru Eroğlu ve Alay Kıdemlisi Teğmen İzzet Talip Akarsu'nun sevk edildiği ve bu iki kişiler dışında isim diğer teğmenlerin de sevk edileceği belirtilmişti.

Bu ülkede, Atatürk’e bağlılık sunmak ne zamandan beri suç oldu da haberimiz mi yok? Bu ülkede Atatürk’e bağlılık bir suç değildir, asla da olamaz, olursa bu işte bir durum var demektir. O durum ise Atatürk ve ilkelerinin ortadan kaldırılma planlarıdır. Elbette bu ülkede, Cumhuriyetin kurucusu ve cumhuriyetin koruyucusu askerler her zaman, her yerde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyeceklerdir. Bundan gocunan, korkanlar düşünsün.

Elbette Mustafa Kemal'in askerleri olacaklar, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusu'na karşı savaşan Trikupis’in askeri olacaklar değil ya. Yoksa “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli Kadir’in yolundan gidenlerden misiniz?

Teğmenlere iktidar kanadından çeşitli tepkiler gelmişti...
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, bir basın toplantısında Harp Okulu mezunu teğmenlerin kılıçlı yeminine, “Bunlar milletin evlatlarıdır” derken, birdenbire ortaya “Yerli-Milli” olduğunu her fırsatta dillendiren MHP lideri Başkanı Devlet Bahçeli “İlkin yemin neticesinin her bakımdan netliğe kavuşması zorunludur” diyerek uyarmasıyla ittifak ortağı AKP düşüncelerini tetikleyerek, teğmenlerin başına bu belayı açan kişi Bahçeli olmuştur.

Bahçeli’nin ardından gündem değiştiren Recep Erdoğan, düzenlenen 21. İmam Hatipliler Kurultayı'nda teğmenleri hedefine alıverdi: “Malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Siz bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Oradaki birkaç tane kendini bilmez bunlar da evvel Allah temizlenecek biz buralara durup dururken gelmedik. Bu 30 kişi olabilir 50 kişi olabilir. Kim olursa olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil. Bunları temizleyeceğiz” diye açıklama yaptı ve bu günlere gelindi
Selman Zebil 20 Ekim 2024

4 Kasım 2024 Pazartesi

HUKUKSUZLUĞUN HUKUKU İŞLİYOR



Hukuksuzluğun Hukuku İşletiliyor

Recep Erdoğan: “Şimdiden hepimize düşen, milletin kararına saygı göstermektir. Tüm yaşam tarzlarına saygı duyulmalıdır” demişti AKP’nin ilk yıllarında. Nerden Nereye!..

Neden ille Can Aksoy? Bu kişi neden bir gecede 2 kez terfi ettirilerek seçilmiş olan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in adil olmayan tutuklanması ile yerine en kısa sürede Esenyurt Belediyesine hukuksuz bir biçimde, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer terör soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderilişiyle, hukuksuzluğun hukuku işletiliyor... 

Beyoğlu Kaymakamı olan Can Aksoy'un bir gecede vali yardımcısı yapılarak, yine aynı gecede birdenbire İçişleri Bakanlığı tarafından İstanbul Vali Yardımcısı olarak görevlendirildikten sonra aynı gece kayyum olarak atandı. İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy adlı birisi 31.10.2024 günü Esenyurt Belediyesine kayyum atandı.

Eğer Can Aksoy denen bu kişide onur olsaydı bu kayyum işini kabul etmezdi. Ama o hevesle hemen gelip belediye başkanlık koltuğuna yerleşiverdi. İlk işi olarak ta makamındaki Ahmet Özer’in fotoğrafları emir vererek anında indirtmiştir. Ve belediyenin billboardlarda bulunan resimleri de kaldırılması emrini vermiştir.

Erdoğan aklını siyasete oyun kuruculuk yaparak, yargıyı kullanarak, siyasetin şov yaparak sürdürmesi artık kendi partisi içinde bile inandırıcı olmuyor. Temiz kâğıdı almış, seçime girmiş %49 oy alarak seçimle gelmiş kişiye bir kılıf bulup kolluk güçlerini kullanarak evine makamına baskınlar yaptırmak, kapıları kırdırmak, "güçlü olduğunu” iddia ettiği ülken için hiç yakışık almış mı kendi kedini bir sorgulasa yeter. Tek adam aklı, ekonomiye getirilen yanlış, dünya ekonomik sisteme dışı, tek adam aklı ile “nas var, nas” diyerek ülke ekonomik çöküşe getirdiğini unutturmaya çalışması olsa gerek bu Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e yapılan yasal olmayanlar.

AKP’yi kurduğu ilk yıllarda. Aradan 22 yıl geçmiş, Erdoğan 7 genel seçim, 5 yerel seçim, 3 cumhurbaşkanlığı 3 halk oylaması kazanmıştır. Bencillik, hırs, korku, öfke, kin, nefret, kendinden olanı kucaklayan, kendinden olmayanı düşmanlaştıran hatta terörist olarak suçlayan bir karaktere sahip bir kişilik taşıyan bu kişi, kaybetme korkunun verdiği hamleler ile çeşitli entrika sanatını kullanarak 22 yıl iktidarda kalmasını becerdi. Bu amacını sürdürmek için sürekli halkı ikiye bölerek kendinden kesime kucak açıyor ve biat ettirip yönetiyor. Biat etmeyen, böldüğü, kendisine karşı olan diğer kesime sertlik yaparak düşmanlaştırıyor veya terörist ilan ediyor.

Esenyurt belediyesi ile yetinmeyen iktidar, Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerini kayyum atanması ülkenin karanlığa çekilmesini istiyor ve huzurlu bir ülke istenmiyor olduğunu göstermektedir...

Yani, geçmişten ders çıkartmayan iktidarın inat üstüne inat ederek Mardin'e üç kez kayyum atamış, her seçimde oyları artırarak mağduru daha çok oyla geriye getirmiştir... Kasım 2024

26 Ekim 2024 Cumartesi

DEVLET BAHÇELİ TERÖRİSTBAŞI ÖCALAN'I MECLİSE DAVVET ETTİ



DEVLET BAHÇELİ ŞAŞIRTTI TERÖRİST BAŞI APO'YA İŞARET VERDİ

Devlet Bahçeli 2007’de Öcalan’ın idamı için Erdoğan'a urgan fırlatarak: “Oğluna gemi alacak kadar paran var Apo'yu asacak kadar mı bulamadın. Al sana ip as da görelim.” Diyerek miting meydanında sert seslenişte bulunmuştu.

22 Ekim 2024’e gelindiğinde ise Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” Dedi.

Recep Erdoğan daha önce: “Edirne’deki İmralı’dakine hesap verecek” diyordu. Edirne’deki Demirtaş, İmralı’daki ise Abdullah Öcalan’dı. Erdoğan nereden biliyordu acaba?

Bahçeli icraatları ile siyasi yelpazedeki durduğu noktayı çok yanlış buluyorum.
Sarsılmaz dediği kale ülkücülermiş, bebek katili, binlerce insana acımasızca kurşun sıkan, kentlerde birçok yerlere bombalar atan katili terörist başı Öcalan’a kucak açarak TBMM’ne sokup konuşturmak mı? Bütün bunların altında neyin hesapları var?

Durup dururken, DEM kapatılsın, bir daha açılmasın, onlara verilen maaşlar şehit ailelerine verilsin diyen Bahçeli ne oldu da birdenbire “U” dönüşü yaptı. Daha 23 Ekim 2024’te Ankara-Kahramankazan’da yeni canlar yakıp kanlar dökerken, sel olmuş gözlerinden yaşlar akan analar ağlarken.

Şaşırttı toplumu Bahçeli, onca hakaretten sonra DEM ile tokalaştı, şakalaştı!
Var bunda bir illet diye düşünürken çark etti, birdenbire beklenmedik bir konuştu, çağrı yaptı Öcalan’a. Hayrete düştü halk, teslim oldu Erdoğan’ın oyununa, çözecek bir başarı oyununun oyunculuk görevini almış bir kere. “Ne Kandil ne de Edirne; ille de İmralı” dedi. Balonu patlattı, “Gel mecliste konuş” çağrısı yaptı. Şaşa kaldı ağızları açık Ülkücüler, güvendikleri dağın karı eridikçe maskeler düştü “tüh vah” emeklerine yazık oldu, göründü paslanmış yüzler, rüya bitti…

Allah ile aldattılar, din, iman, Kur’an, Alla hu Ekber dediler, abdest aldılar namaz kıldılar sakal koydular, başlarına sarık doladılar. Devlet bizim, su bizim aş bizim, yediler içtiler ne gam ne keder servetlerine servet kattılar, düşünürken emekliler elleri çenelerinde parklarda bedava üçlü kanepelerde otururken. Kirlettiler kanla kurulmuş ülkeyi, yara bere içinde her yönden halk, sızla geçim derdinden…

Bahçeli'nin Öcalan’a çağrısı ile yeniden BOP Projesi canlandırılarak, yeni çözülmelerin başlatılması ve sonuca ulaşılması çabalarıdır. Hala günümüzde Irak’ta ve Doğu Suriye’de PKK’nın ta kendisi olan PYD/YPG adı altında ABD güdümlü Türkiye’nin Milli ordusuna ve halkına karşı silahlı terör örgüt yapılanması 23 Ekim 2024’te son olarak Ankara’da görüldü.

Ülkeye “din, iman, Allah, Kur’an” diyerek bir kumpas kuruldu. Bu kumpasın amacı, ulus devleti, üniter yapıyı, laik demokratik cumhuriyeti bilinçli biçimde, siyasi amaç uğruna darbe vurularak ülkenin birlik ve beraberliğine kast ederek yapılmaktadır.

Süleyman Soylu Terörist PKK’lıların: “77 Terörist var, Ayakkabı Numaralarına Kadar Biliyoruz” demişti.

Nerden nereye: Güçlü bir devlet masaya oturup teröristle pazarlık yapmaz, mücadele eder. Değilse, devlet siyasi gücü teröristlere devretmiş olur.

2022’de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Ümraniye'de sanayi esnafıyla buluşmasında, şunu: “77 terörist var. Birileri PKK'ya olan saikleri yüzünden üzülüyor ama bilinmesi lazım ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dağlardaki teröristin ayakkabı numarası dahil her şeyi bilmektedir. 29 Ekim 2023 tarihine kadar ülkemiz sınırlarında bir tane bile terörist kalmayacak.” Demişti.

Feti Yıldız MHP Genel Başkanımız @YildizFeti
Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı yapan Bahçeli: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa, TBMM’de gelsin ve DEM Parti grubu toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse Öcalan için umut hakkını kullanımı ile ilgili yasa düzenlenmesi yapılsın.” dedikten sonra Kahramankazan’daki Susaş Tesislerine terörist PKK’lıların acımasız saldırısında 5 vatandaşımızın ölümüne neden olmuşlardı.

Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de grup toplantımızda yapmış olduğu tarihi çağrı emperyalizmi öyle bir telaşlandırdı, kimyasını öyle bir bozdu ki suçüstü yapılacağını umursamadan Orta Doğudaki kiralık katillerine Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş’nin Kahramankazan yerleşkesine saldırı emri verdi… Şu hususu açıkça ifade etmek istiyorum; bu suçüstü haline rağmen amalı, fakatlı konuşanlar emperyalizmin yerli işbirlikçileridir, sözlerinin hiçbir kıymeti yoktur.” Diyordu.
Selman Zebil Ekim 2024

19 Ekim 2024 Cumartesi

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACILARI!


1920-1950 YILLARDA FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARIN YÜREK YAKAN ACI DRAMI!

Filistinli Araplara Satılan Kıbrıslı Türk Kızları
Pek kimsenin bilmediği kapanmayan yaralarla dolu acı veren anıları vardır. Bu acı anılardan en kötüsü, yokluktan Filistinli ve diğer Arap zenginlerin kasık ağrılarını gidermeleri için 3. 4. Eş olarak satılan 13-14 yaşlarında Kıbrıslı Türk kızlarıydı.

Bu konuda bilinmeyen Kıbrıs’ın tarihine ışık tutan emekli edebiyat öğretmeni Neriman Cahit, Hiç bilmedikleri ülkelere satılarak gönderilen Kıbrıslı Türk kızlarının öykülerini bulup toplamış, “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı kitapta yazmış ve yayımlamış. Bu gerçek öykünün temelinde, yoksulluk vardır.

Bizim Toplumum Filistin’i nasıl bilir? İsrail altında ezilen! 
Emekli Öğretmen Neriman Cahit'ten dinleyim...
1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu ana-babaları tarafından satılan kızların çok azı geri dönebildi. Geri dönemeyenler ise evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

Neriman Cahit’ten: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinden hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: ‘Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; Biz bu kızları sattık’ dedi.”

Yine Neriman Cahit’ten dinliyoruz: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

Kıbrıslı Türklerin, yoksulluktan kurtulmak için kızlarını zengin Filistinli Araplara satmaların bile bir piyasası oluşmuştur. Kıbrıslı yoksul köylü kızların satılmasına aracılık yapan acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmış, bu insan ticareti yapan simsarlar ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü, albenili kızları bulmaya çalışırlar; satılan aileden hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış. Bu Kıbrıslı Türk köylülerinin ellerinden bir bedel ödenerek alınan kızlar, evlendirilmek üzere Bafa ve Larnaka limanlarından vapurlara bindirilerek Filistin’e doğru 10-15 yaşındaki kızlar götürülüyorlardı.

Bu Kıbrıslı Türk kızları, damat adayları hakkında birçok yalanlarlar uydurularak aldatıldıkları, Filistin’e vardıklarında birer kuma olduklarını anlıyorlar ve daha çok yoksulluklar çekerek yaşamlarını sürdürüyorlar, birçokları çokluk çocuğa da karışınca bir daha geri dönme olanaksızlaşıyordu.

1950’lere Gelindiğinde…
Neriman Cahit’ten dinleyelim: “1950’lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler (Kıbrıslı) Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.” Diye anlatır.

Filistin’e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’e giden tercüman Mustafa Bitirim olmaktadır. Bitirim Kıbrıs’a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar” ve “Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.

Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

Ürdün’e taşınan Kıbrıslı Türk kızları ile tanışma…
Neriman Cahit birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb ile tanışır ve Kıbrıslı kızlarla tanışmaya için Ürdün’e gider. Neriman Cahit Hanım o ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım… Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…” der.

Hatice Tevfik’in öyküsü…
Neriman Cahit, Ürdün’de El Vahdet Kampı’nda sürgünde yaşayan 97 yaşında Hatice Tevfik ile tanışır ve altı oğlu bir de kızı olduğunu öğrenir. Onun anlattıklarına göre satılmadan önce evin dört kardeşten en küçüğüdür. Filistin’e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır yandaki çizgileriyle!..

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskündü. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın, “Beni vurdular, beni vurdular! Ölmeden beni mezara koydular… Unuttunuz beni” diye feryat ediyor.

Necla Ömer’in öyküsü…
Neriman Cahit’in ortaya çıkan öykülerden biriside, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’in yaşam öyküsü. Necla Baf’ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ta doktor olarak tanıtan Necla’nın kocası kavun-karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’yı arar. Necla’yı genelevde Mustafa’nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

Vedia Mustafa’nın öyküsü…
Vedia Mustafa’nın öyküsünü torunu Dr. Ahmet Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile ve beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmet Ali Hamiş: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye” Ahmet, ninesinin vatanını ve ailesini özlediğinden mutsuz olduğunu anlar: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” Ahmet Bey’in arayışı çok uzun yıllar sürse ninesinin Kıbrıs’taki ailesini sonunda bulur ve ninesini Kıbrıs’a götürür ve on havaalanında karşılama anı çok hazin olur. 40 yıldır ailesine hasret olan Vedia nine, sevdiklerine sarılır. Fakat hasretin bittiği an başka bir dram yaşanır. Vedia Hanım’ın dili tutulur ve hayatının sonuna kadar bir daha konuşamaz. Londra’da yaşayan kardeşleri onu yanlarına alır ve tedavi ettirmek için çalmadık kapı bırakmazlar. İki yıl süren tedavilerin sonucunda doktorlar son sözü söyler: “Konuşmaması için, bir neden yok Konuşmak istemiyor!” Sayın İsmet Bayram'dan alıntıdır.

Vacide (Hüseyin Süleyman) Hanimin Öyküsü…
Vacide Hanım, 13 yaşında bir Arap ile evlendirilen halası tarafından Filistin’e götürülür. Ve 15 yaşındaki Vacide 30 yaşındaki Filistinli bir öğretmenle evlendirilir. Vacide için 20 yıl sürecek cehennem hayatı da başlamış olur. Hem kocasından hem de kayınvalidesinden sürekli dayak yer, aşağılanır, horlanır.

Vecide Hanım, dil bilmediği için hayat iyice zorlaşsa da bu evlilikten altı çocuğu olur. Ama kocasından gördüğü zulüm hiç azalmaz; artar. Bir gün isyan eder ve boşanır. Ardından ikinci evliliğini yapar. Birbirlerini severler, iki çocukları olur. 16 yıl sonra kocası bir başkasına âşık olur. Vacide Hanım kocasına büyü yapıldığına inanıyor; “Kocam beni seviyor…” diyor. Kocasının gidişinin ardından Vacide karın doyurmak için giysileri bile satar.

Bu durumlarına acıyan bir imam: “Ben sana para toplayayım, sen kızlarını da al memleketine git, yoksa burada heba olacaksınız…” der. Büyük umutlarla geldiği Kıbrıs’ta onu karşılayan hayal kırıklığı olur. Çünkü ne Kıbrıs’taki iki erkek kardeşi ve yengeleri ne de diğer akrabaları. Selman Zebil Ekim 2024



FİLİSTİNLİLERİN APIŞARAZI ZEVKİNE SATILAN TÜRK KIZLARI



FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARININ ACIKLI ÖYKÜSÜ

Cümbezin Kızı: Filistinli bir karpuzcuya satılan Kıbrıslı Türk kadının dramı…
Ülkü Demiray’ın ‘2023 Emine Işınsu Roman Ödülü’nü kazanan romanı “Cümbezin Kızı” Adlı kitapta, kızını Filistinli bir karpuzcuya sattığı Kıbrıslı bir kadının çektiği acılarını ele alarak anlatıyor.

İngiliz sömürgesi altında siyasi dengeler ve Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin yaşadığı toplumsal cinsiyet dengesizliklerin, eğitimde, ekonomide ayrımcılığın yaşandığı yokluk dönemleri üzerine yazılmış “Cümbezin Kızı” kitabı kadının “bir çeşit ticari ürün” Filistinlilere sarılması ve oralarda kaybolup gitmelerini konu almış bir yapıttır.

2017 belgeselinden bir kare; Kıbrıslı yönetmen Yeliz Şükrü’nün Kıbrıslı kızların gelin olarak satılma hikâyesinin izini süren ‘Fetine’yi Ararken.

Kıbrıs’ın pek bilinmeyen yaraları Filistin’e satılan Türk kızları ele alınmış…
Kaynaklara göre, Kıbrıs’tan 1920-1950 yılları arasında yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle Filistinli Araplara Kıbrıslı Türk kızları, yaşları 11-12 yaşlarında gelin olarak anne-babaları tarafından satılmış sayıları 3-4 bin dolaylarında olduğu kaynaklarda yazılan kız çocukları olduğu söylenmektedir.

Kıbrıslı Türk Kızların Ticari Olarak satılmaları…
Yoksulluk ve yoksulluğu fırsat bilen Filistinliler Kıbrıslı kimi köylüler çocuklarının para karşılığı satarak ellerinden alınarak Filistin’e götürülmesine izin verirler. Kıbrıs’ın Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki Kıbrıslı Türk kız çocukları vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar...

Kıbrıslı kızların Filistinlilere sarılması olayını ilk kez Neriman Cahit; “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı kitapta, bu öykülerle ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın; nice Kıbrıslı Türk çocuklarının, dilini ilmediği, kültürüne yabancı gelin edilmiş kızların acıklı öyküsünü ele almış.

Kıbrıslı Türk kızlarının satılışını ticarete çevirenler olur…
Kıbrıslı köylü kızların satılması ve işin içine iyi kazanç olduğunu sezenler bir süre sonra Filistinli Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan kadın simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.

Simsarların başı, gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlık yaparlar. Bunlar damak adaylarını doktor, mühendis olarak tanıtırlar ancak bu sözler pek doğru çıkmaz ancak satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir sefaletle karşılaşırlar. 2.veya 3. eş olarak kuma olduklarını anlarlar…

Filistinlilere satılmış olan bu Türk kızlarının çok az sayıda olanı özlemlerini yenemeyip geri yurtlarına dönebilmiş. Pek çoğu da özlemlerini içlerine gömüp, dünyalarına küsmüş, kaderlerine boyun eğerek oralarda kalmışlar.

Öğretmen Yazar Neriman Cahit kitaba yazmasına varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

Neriman Cahittarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.” Selman Zebil Ekim 2024




15 Ekim 2024 Salı

MUSTAFA DESTİCİ NEREYE KOŞUYOR, KİME HİZMET ETMEK İSTİYOR?




           Mustafa Destici Nereye Hizmet Ediyor? 
                     Ümit Özdağ'dan Tepkiler

İki siyasetçi, ikisi de sağdan, birisi cumhur ittifakından, birisi de bağımsız, “Filistin milli davamız değil” diyen Ümit Özdağ’a cumhur ittifakından olan Mustafa Destici çatarak yanıt veriyor Özdağ’a: “Filistin milli davamız demediği için Türk değildir. Müslüman Türk milletinin asli bir evladı ‘Filistin benim meselem değildir’ diyebilir mi? Diyorsa bu milletin parçası değildir” diyerek karşılık veriyor. Destici’ye göre Türk olmak için önce “Filistinci olmak” demek mi oluyor?

Sen önce “neden kasayı boşalttın” de reisine, vatandaşa yüklenme…

Cumhur İttifakı'nın küçücük ortağı, Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, konuşma becerisi mi eksik, yoksa yaranma isteğinden mi bilinmez ama yine Anayasaya aykırı, banka kartlarından devletin “Savunma Fonu” adı altında, limiti 100 bin liranın üzerinde olanlardan yıllık 750 lira vergi alma kararına sahip çıkarak, yasa önerisine karşı çıkan vatandaşlara ağır saptırarak, çarpıtarak, olayları milli duygulara çekerek, sanki ülkeyi kendisi koyuyormuş gibi yakışıksız, iftira sözler konuşuyordu.

Dertici’nin o konuşması aynen şöyleydi: “Ver kardeşim! Vermezsen sonun Suriye, Irak, Filistin gibi olur. Mehmetçik canını, polis kanını, güvenlik koruyucusu ailesini veriyor; sen 750 lira vermişsin, çok mu? Onların derdi, bunların takımı, savunduğu siyasetçilerden biz ne duyuyoruz? Bunlar milliyetçileri değil, DEM'lileri savunurlar. Bunlar Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiğinde Yunanistan'ı, Batı'yı, Ermenistan'ı savunurlar. Bunların hiçbir zaman Türkiye'yi, Türkiye Cumhuriyeti'ni savunduğunu görmedim. Atatürkçülük adı altında, Atatürk ve laiklik kelimelerinin arkasına sığınarak devlet, vatan, din düşmanlığı yapıyorlar. Benim tavsiyem şu; onun vermediği 750 lirayı da biz veririz, bu millet verir. Bu milletin ve devletin onun gibi düşünenlerin parasına da ihtiyacı yoktur. Gitsin o 750 liraya bir büyük rakı alsın, ‘demlenmeye’ devam etsin.” Açıklamasının, parçalayıcı, bölücü, kendisi gibi düşünmeyeni ya Ermeni Ya Yunan veya DEM Patil’i, gibi göstermesi çok ayıp, çok iç yakıcıdır.

Ümit Özdağ, Kredi kartlarından alınması planlanan vergi ile ilgili konuşan “Ekonomik kriz her geçen gün daha da derinleşerek devam ederken şimdi kredi kartlarına 750 lira vergi getiriyorlar. İnanılır gibi değil. Kredi kartı arkadaşlar borç demektir. Yani siz kredi kartınızı kullandığınızda borç harcıyorsunuz. Banka size borç veriyor. Borcun vergisi olmaz” diye sesleniyordu.

Merkez Mezitli ilçesindeki bir otelde gerçekleştirilen kongreye katılan Ümit Özdağ, partilileri ile toplantı yaptı. Sığınmacılar hakkında Özdağ’ın dedikleri: “Ülkemizde sayıları artık 14 milyona yükselen sığınmacı ve kaçak yaşıyor. Bunların içinde 5 milyonu kayıtlı, 2 milyonu kayıtsız toplam 7 milyon Suriyeli var ve bu tabii 7 milyonun bir bölümüne, önemli bir bölümüne vatandaşlık verilmiş durumda. Eğer kalırlarsa 2040 yılında bunların toplam sayısı 21 milyon olacak. Çünkü 5.43 doğum hızıyla sayılarını artırıyorlar. Bu büyük bir sorun” diye konuştu. Selman Zebil Ekim 2024

3 Ekim 2024 Perşembe

ÖZGÜR ÖZEL SON GÜNLERDE NE DEMEK İSTİYOR?



Özgür Özel’in Son Günlerde Hatalar mı Yapıyor?

ABD Savcılığı, New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında yolsuzluk ve rüşvet dahil, 5 farklı suçlamanın yöneltildiği 57 sayfalık iddianame hazırlamış. ABD Savcıları Adams’ın yasalara aykırı bir şekilde ülke dışından bağış ve rüşvet aldığı iddiasını öne sürüyor. İddianamenin en önemli bir bölümünde de Türkiye ve Türk iş insanlarını da yakından ilgilendiriyordu.

Daha soruşturma aşamasında, soruşturma bitmemiş…
İşin içeriğini bilmeden, kimleri kurtarmaya çalıştığı belli olmayan Özel, gazetecilerin mikrofonuna Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarına ilk yalanlama Özgür Özel’den gelir.

İşlenmiş bir suç varsa sana ne, o suçlar her gün ülkemizde işleyenlerin suçudur. Suç işleyen cezasını çeksin! Ne demek: “Türkiye rüşvet verecek bir ülke değil” sözlerle suçlu varsa aklamaya gidilmesin. O suç işleyenler, Deniz Baykal’a, “bu özel değil, genel, genel” diyenler, dünyayı ayağa kaldıranlardı. Onların para için yapmayacağı suç yoktur!

Olayın yaşandığı gün, CHP lideri Özgür Özel New York Türkevini ziyarete gittiğinde yanına gelen gazetecilerin sorularına yanıt veriyor: “New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında hazırlanan rüşvet alma ve yolsuzluk olayı ve Türk yetkililerin de işin içinde olduğu tezleri öne sürülüyor. Soruşturmasına dair soruya CHP Genel Başkanı Özgür Özel, ABD’nin New York kentindeki Türkevi’ni ziyaret ettiği sırada sorulan sorulara yanıtı: “Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil” yanıtını verdi.

New York Belediye Başkanı Eric Adams Türk yetkililerden neler aldı?..
Başta rüşvet iddianamesinde Türkiye ile bağlantılı bir yer ise New York’taki Türkevi binası. Edilen iddia, yeni yapılan Türkevi’nin yangın yönetmeliğine uygun olmadığı, fakat buna rağmen belediyenin binaya ruhsat verdiği belirtiliyor. Savcılık, binayı teftiş etmekle görevli olan memura, “Binaya izin vermezsen, işini kaybedersin” denildiğini ve tehdit edildiğini öne sürüyor.

İddiaya göre Türkevi’nin Recep Erdoğan’ın New York ziyaretine yetişmesi için bir Türk yetkilinin Eric Adams ekibindekilerden birine “Sıra sizde” diye mesaj attığı belirtiliyor. Adams’ın da lüks hediyeler karşılığında “devreye girerek”, gerekli yasal düzenlemeleri yetiştirdiği iddia ediliyor.

Ayrıca ABD Savcılığı, 5 Türk iş insanı ve bir Türk yetkiliyi, Adams’a rüşvet vermek ve lüks hediyeler göndermekle suçluyorlar.

Dönersek Özgür Özel’e, sen yönetimde olsaydın veryansın ederdi Erdoğan seni! Ama Özgür Özel Türkevi’nin tarihine vurgu yaparak, CHP’nin gelecekte New York’taki resmi temaslarını Türkevi’nde sürdürecekleri açıklamasını yapıyordu...

Şunları söyledi: “Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil, öyle bir acizliği içinde değil. Böyle bir şeye niyet etmek Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden kimseye yakışmaz. Ben bunları yakın yere koymam. Hepimizin gurur duyduğu böylesine bir binanın kazandırılması sürecinde bir jest gördüysek, fazlasını ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır. Bunun parayla, pulla ölçülecek bir tarafı yok. Güçlü müttefiklik ilişkileri bunu gerektirir zaten.” Yararlanılan Kaynak: “Picture of Haber Merkezi”, 3 Ekim 2024,

Özgür Özel Beklenmedik Bir Gaf Daha
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Genel Kurula Recep Erdoğan girince ayağa kalkması, buna da “makama saygı” çıkışını gazetecilerin soruları üzerine, yeni yasama yılını açılışında saygısızlık yapmadan karşıladıklarını belirten Özel, “Bunda şaşılacak bir şey yok” dedi.

Sanki Erdoğan’ı yeni tanıyor muş gibi Özel’in yanıtı…
Ancak Özgür Özel’e, “Erdoğan salondan ayrılırken neden ayağa kalkmadıklarını ise şöyle açıkladı: “Rahatsız edici söylemler olmamakla birlikte, bizleri rahatsız edecek ya da cevap vermemiz gerekecek söylemler olmamakla birlikte, bir parti genel başkanı konuşmasıydı. O yüzden giderken ayağa kalkma gereği duymadık.” Der. Hani saygı gösterilmişti ya...

Özel, "AKP'lilerin de ilerde CHP'li Cumhurbaşkanına aynı şekilde saygı göstermesini umduklarını" söyledi. Bekleyin...

Erdoğan ile müzakere edilemez, mücadele edilir…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu X hesabından yaptığı açıklamada partisinin bugünkü tavrını eleştirdi, “Unutulmasın ki hiçbir yurttaşımızın Erdoğan ve Saray rejimini meşrulaştırma hakkı ve hukuku yoktur! Ancak mücadele etme sorumluluğu vardır!” dedi.

CHP-MHP-DEM DEMLENDİLER Mİ (!?)
1 Ekim 2024 Günü Meçlisin Açılışında Siyasilerin Konuşmaları…
Devlet Bahçeli’nin konuşmasına değinirsek, her sözcüğünde kin ve nefret içerek sözler vardır. TBMM’sinin (Büyük Millet Meclisi’nin) açılışına, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi davasında açıklamalar yapan gazetecileri açık biçimde hedef alarak tehdit etti. Yetmedi, hızını alamayarak CHP’yi ve Halk TV gazetecilerini de tehdit etti.

1 Ekim günü, MHP Meclis Grup toplantısında konuşan MHP lideri Devlet Bahçeli, eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesi ile ilgili davayı konu edip dille getiren Halk TV gazetecileri tehdit etti.

Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i hedefine alarak: “CHP Genel Başkanı’nın mahkeme kapılarında bir avuç MHP düşmanıyla esip gürlemesi batık gemileri gibi sallanması tek kelimeyle yüzsüzlüktür,” diyordu. demişti.

Bahçeli Özel’e sesleniyor: “Özgür Özel sana diyorum, iddiaların aynen şahsın gibi çürüktür, bastığın yaş tahta, bindiğin patlak lastikli dolmuş, tutsağı olduğun tezvirat cambazlığı seni hiçbir yere götürmeyecektir,” ifadelerini kullanmıştı.

Bahçeli, Halk TV gazetecileri ve CHP içinde: “Buradan sesleniyorum; Halk TV ve CHP ayağınızı denk alın. Dört soytarı muhabirle Milliyetçi Hareket Partisi’ni sorgulayamazsınız, sorgulatmayız,” diye ağır, yakışıksız tehditkâr dille sesleniyordu.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin CHP’yi sert sözlerle eleştirmesinin ardından, aynı gün TBMM’de düzenlenen yeni yasama yılı resepsiyonuna katılan MHP lideri Bahçeli, CHP lideri Özgür Özel ile selamlaşarak Özel’in elini sıktı. Kürsüsünden bir-ki saat önceki dillendirdiği tehdit ve hakaretleri için Özgür Özel’den özür diledi: “Üzülme bazen siyaseten söylememiz gerekenler oluyor, siyasetin gereği olarak,” demesi yamandı.

Özel, Bahçeli’ye “Celal (Adan) Bey gibi dostlarımız duygularımızı biliyor. Önemli olan doğru bildiğini söylerken saygıda sevgide eksiklik göstermemek. Hürmetler ederim” cevabını verdi.

Özgür Özel, Bahçeli’yle sohbet etmelerine gazetecilerin “Bir kırgınlık var mı?” sorusu Özel: “Geçmişte DEM Partililerin hatırını soruyoruz diye bizi eleştirenler oluyordu. Ben ‘Bu milletten, bu halktan oy alan her parti kıymetlidir’ diyordum. O yüzden Devlet Bey’in bugünkü ifadeleri ağırdı, ben de gerekli cevabı verdim. Kendisi ‘Birbirimizi kırmıyoruz umarım, siyasetin gereği böyle ifadeler oluyor’ dedi. Ben de ‘Celal Bey de bilir, hepimiz doğru bildiğimizi söyleriz ama nezaketten taviz vermeyiz’ dedim. Sonrasında karşılıklı selam, saygı, ayrıldık. Doğrusu budur, bir adım geri atmam ama nezaketi de elden bırakmayız.” Diye konuştu.

Daha önceleri Devlet Bahçeli defalarca “DEM Parti kapatılmalıdır” dediği DEM Parti grubuyla selamlaştı ve tokalaşarak sohbet bile etti. S. Zebil 3 Ekim 2024





29 Eylül 2024 Pazar

UTANILACAK SÖZ "BÜYÜK OSMANLI HIRSIZLIĞI" ABD GAZETESİ MANŞETİ


Ülke için “Büyük Osmanlı Hırsızlığı” Utanılacak Olaydır
New York Post, New York Belediye Başkanı Adams’ın (NYP) Türk makamlarından rüşvet almakla suçlanan “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı hırsızlığı) manşeti ile çıktı. Bu yazı bile kendi başına gündem yaratan kapak yazısı “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı Hırsızlığı) ABD gazetelerinden New York Post, bugün manşetten çıktı…

New York Post gazetesi, New York Belediye Başkanı'nın Türkiye ile ilişkilerini gündemine alarak şu iddialarda bulundu, Başkan, yasadışı kampanya katkıları ve uçak biletleri karşılığında Türkiye'ye bazı imtiyazlar sağlamış olduğunu manşetten veriyordu. Bu yazı hem ABD hem de Türk kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Ancak New York Belediye Başkanı Eric Adams üstüne atılan suçlamaları reddettiğini ve istifa etmeyeceğini söyledi.

New York Post, Adams için “Grand Theft Auto” (Büyük araba hırsızlığı) oyununa gönderme yaparak “Grand Theft Ottoman” (Büyük Osmanlı hırsızlığı) manşeti attı.

ABD’nin New York Güney Bölgesi Başsavcısı, Williams, Adams’ın Türk yetkililer ve iş insanları tarafından “hediye yağmuruna” tutulmasını kamudan gizlediğini iddia etti. Savcı Williams, “Belediye Başkanı Adams, kendisine sağlanan bu katkıları yasadışı olduklarını ve bu katkıların bir Türk hükümet yetkilisi ve Türk iş insanları tarafından kendisi üzerinde nüfuz satın alma girişimleri olduğunu bilmesine rağmen kabul etmiştir” diye konuştu.

İddialar, Belediye Başkanı Adams’ın Türk hükümet yetkilileri ve iş insanlarına, 100 bin doların üzerinde lüks seyahat faturalarını ödettiğini, buna karşılık olarak ta yasadışı Başkan Adams’ın New York İtfaiyesi’nin Türkevi’ni denetleme sürecine müdahale ettiğini ve denetimden geçememesine rağmen binanın açılmasına izin verdiğini öne sürülmektedir.

Başsavcı Williams, “Belediye Başkanı’nın bu hediyeleri yıllık kamuyu aydınlatma formlarında açıklama yükümlülüğü vardı, böylece halk ona kimin ne verdiğini görebilecekti, ancak iddia ettiğimiz gibi, her yıl, bu elde ettiği imtiyazları halka aktarmayarak her şeyi karanlıkta bıraktı. Gizlice hediye yağmuruna tutulmasına rağmen kamuoyuna hiçbir hediye almadığını söyledi. Adams’ın bu menfaatleri, kendisine bu pozisyonu nedeniyle verildiğini bilerek kabul ettiğini ve bu uygunsuz menfaatlerden bazıları karşılığında,

New York Belediye Başkanı Williams Adams, “zengin Türk iş insanları ve kendisi üzerinde nüfuz sahibi olmak isteyen en az bir Türk hükümet yetkilisinden yıllarca 100 bin doların üzerinde olan lüks seyahatleri için önerdiği desteği kabul etti. Adams, Türklerden 2016 yılından itibaren kendisine sunulan seyahat avantajlarını kabul etmeye başladı ve 2021’e kadar neredeyse her yıl kendisine sunulan bu avantajları kullandı” dedi...

25 Eylül 2024 Çarşamba

"OSMANLI TORUNLARIYIZ" DİYENLER, OSMANLI'YI YIKANLARIN GÜNÜNÜ KUTLADILAR


Suudi Arabistan’ın 94. Yılını Kutlayanlar

Osmanlı’nın yıkılmasında en güçlü rol oynayan Suudi Arabistan’ın 94. Ulusal günü kutlamalarına katılanlar, “Osmanlı Torunlarıyız” diyenlerdir. Torunları oldukları devleti çökertenlerin, Osmanlıdan kurtuluşlarının yıldönümünü kutlayanlara eşlik edenler.

Suudi Arabistan'ın ulusal gününün 94. yıl dönümü dolayısıyla bir otelde düzenlenen resepsiyona, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak, Ankara Valisi Vasip Şahin, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Suudi Arabistan'ın Ankara Büyükelçisi Fahad bin Assaad Abu Al-Nasr, yabancı misyon temsilcileri katıldı.

Anlaşılmayan konu, Ordu Komutanları ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ne işi vardı orada?

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, beraberinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu ile birlikte Suudi Arabistan Milli Günü dolayısıyla düzenlenen resepsiyona katıldı.

401 Yıl Osmanlı Yönetiminde Arabistan’ın Kısa Tarihine Bir Bakalım!
Osmanlı Arabistan’ı, olarak 1517’de başlar, 401 yıl sonra 1918’de Arap Yarımadası Osmanlı yönetiminden ayrılır. Yani Arap Yarımadasını Osmanlı 1517’den 1918’e kadar yönetmiştir. Buda gösteriyor ki, Osmanlı'nın bu bölgedeki kontrol gücü, 4 yüz yıl boyunca devlet otoritesinin gücüyle orantılı olarak yönetmiştir. Osmanlı bölgede 16. Yüzyıldan itibaren Arap Yarımadası'nın kıyılarında bulunan Kızıldeniz ve Basra Körfezi gibi önemli yerler doğrudan Osmanlının kontrolü altına alınmış idi. Bölgenin iç kısımları ise, içişlerinde özerk olarak bırakılır. O dönemlerde Portekizlilerin Kızıl Deniz saldırılarını engellemekti. 1578'den itibaren Mekke Şerifliği, iç kısımlara seferler düzenleyerek yerel kabileleri kontrol altında tutmaya başlar.

1914'te Arap Yarımadası Tarih İlk dönem
1744’te Suudi Hanedanlığının ortaya çıkışı ve hanedanın kurucusu olan Muhammed İbn Suud'un Necid'de kendi güçleriyle Muhammed bin Abdulvahap’ın güçlerini birleştirmesiyle olmuştur. İşte bu ittifak, şu günümüzdeki Suudi Arabistan'ı yöneten Suudi Krallarının temeli oluşturan kökendir…

Suudi Devleti'nin ortaya çıkışı ve Osmanlı-Suudi Savaşları
Muhammed bin Abdulvahap ilk önceleri yaptığı imamlık görevinden 1773’de çekilince, Suudilerin güney ve merkezi Necid’e yayılması tamamlanmış oldu. 1780'lerde, kuzey kısımlar da Suudilere geçti. Böylece ilk Suudi Devleti, 1744'te Riyad'da kurulur ve sonra hızla genişleyerek Suudi devletininim ezici çoğunluğunu elinde tutar duruma gelir, 1792'de Lahsa, 1802'de Taif, 1804'te de Medine Suudilerin eline geçer. Ancak bu devlet, 1818'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından yıkıldı. 1824'te Necid'de, daha küçük olan, ikinci Suudi Devleti kuruldu. 18. Yüzyıl boyunca Arap Yarımadası’nın iç kısımları, Suudilerle Raşit Hanedanı arasındaki çekişmelere sahne oldu. 1891'de, Raşit Hanedanı galip geldi ve Suudiler Güçlerini sürgüne etti.

Bu sürgün edilen Suudiler günümüze kadar gelen bugünkü Suudi Arabistan Devletini kökeni olurlardı.

Osmanlı'nın dağılışı başlar. Mondros Mütarekesi imzalandığında Arap Yarımadası 20. yüzyılın ilk başında Osmanlı, göstermelik de olsa Arap yarımadasının çoğunu kontrol etmeyi sürdürebiliyordu. Mekke Şerifliği Hicaz'da, (Encyclopaedia Britannica Online “History of Arabia” göre) birçok Arap kabileler ise iç kısımlarda egemendi.

1902'de, Suudiler Riyad'da geri döndü ve Necid’i tekrar ele geçirdiler. İhvan'ın desteğini alan Suudiler, 1912'de örgütün kurulmasından sonra hızlı bir şekilde yayıldı. 1913'te Lahsa tekrar Suudilerin eline geçti. (Dekmejian, R. Hrair “Islam in revolution: fundamentalism in the Arab world.” 1994, s. 131)

1916'da Hüseyin bin Ali, birleşik bir Arap devleti kurmak amacıyla Britanyalıların desteğiyle Arap İsyanı'nı başlattı. Her ne kadar 1918'e kadar isyan istenilen sonuca ulaşamasa da Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'ndan mağlup ayrılması nedeniyle Arap Yarımadası, İtilaf Devletleri kontrolüne girdi. (Hourani, Albert, “A History of the Arab Peoples.” 2005, s. 315-319.)

Yararlanılan Diğer Kaynaklar:
Vikipedi Özgür ansiklopedi,
Anderson, Ewan W. Fisher, William Bayne “The Middle East: geography and geopolitics”, 2000, s.106.
Murphy, David (2008). “The Arab Revolt 1916-18: Lawrence Sets Arabia Ablaze”, 2008 s. 5-8.
Al Rasheed, Madawi “Politics in an Arabian oasis: the Rashidis of Saudi Arabia,” 1997. s. 81.


Osmanlı toprakları ve idari bölümleri:
Mekke Şerifliği (1517-1803; 1841-1919)
Mısır Eyaleti (1517-1701; 1813-40)
Habeş Eyaleti (1701-1813; 1840-1872)
Hicaz Vilayeti (1872-1918)
Lahsa Eyaleti (1560-1630)
Necid Sancağı (1871-1918)
Yemen Eyaleti (1517-1636; 1849-1872)
Yemen Vilayeti (1872-1918)

Suudi Devletleri
İlk Suudi Devleti (1744-1818)
İkinci Suudi Devleti (1818-1891)
Necid ve Hasa Emirliği (1902-1921; Suudi Arabistan'a dönüştü)

Diğer Devletler
Cebel Şammar Emirliği (1836-1921)
Asir Emirliği (1906-1934)
Suudi Arabistan'ı kim kurdu?

Suudi Arabistan kralları, Muhammed Bin Suud'un soyundan gelmektedir.
23 Eylül 1932’de Kral Abdülaziz tarafından kurulan Suudi Arabistan'ın idare şekli monarşidir. El Suud hanedanı tarafından yönetilmektedir. Kral'ın aynı zamanda Hükümet Başkanı olduğu bu sistemde, hükümet fonksiyonları Bakanlar Kurulu marifetiyle yürütülmektedir.

Suudi Arabistan Krallığı'nın ilan edilişi Suudi Arabistan milli günü ilanı…
23 Eylül 1932'de İbn Suud El Ahsa Katif Dominyonları ve Hicaz ile Necid Krallıklarının bundan sonra kendi yönetimi altında tek bir devlet (krallık) çatısı altında yönetileceğini ilan etti ve Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşu ilan edildi.

Ülkede kral yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını elinde bulundurmakta, Başbakanlık görevini de yürütmekte ve Bakanlar Kurulu'na başkanlık etmektedir.


Şimdiki Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud ve veliahdı olan oğlu Muhammed bin Selman da bu aileden olup, Ailenin 10 ile 20 bin arası üyesi vardır ancak en büyük gücü ve zenginliği elinde toplayanların sayısı ise yaklaşık 2 bin kişiden oluşmaktadır.

Selman Zebil 2024 Antalya

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...