12 Kasım 2014 Çarşamba

ŞAMANİZM'İN ISLAHI "AK DİN" İNANCI ve ALTAY'LARDA RUS ZULMÜ

AK DİN ve ALTAY TÜRKÜ ÇET-ÇELPEN
Bozulmuş “Kara din” dedikleri Türk Kam dinini (Şamanizm) ıslah ederek çağın isteklerine uydurmak için 20. Yüzyılda Altay dağlarında başlayan bir eylem olan Burhanizm, Altaylılarca “Ak Yang” yani  “Ak din” olarak çıktı. Ayrıca “Ak Din” Rus zulmüne ve emperyalizmine karşı bir siyasi eylem ülküsü olarak doğmuştur.

Tam manasıyla bu “Ak Din” eylemin ne zaman başladığı bilinmese de Burhanizm olarak 1904-1930 yıllarında Altay bölgesinde açığa çıkmaya başlamıştı. Ruslara göre bu Burhancılık (Ak din) eyleminin, bölgedeki Rus egemenliğine düşmanlık ve Şamanizm’e karşı bir dini ve siyasi propaganda olarak ortaya çıkmıştır. Aslında Burhancılık (Ak Din) Şamanizm’in içinden gelen, ilk önderi sayılabilen orta halli bir Altay Türkü olan Çet Çelpen’dir. Ona en iyi destekçi, Kule adlı karısı dahi, 14 yaşında Çugul Sarok Çandık adlı üvey kızıydı.  

Türk dinin bozulmasına ve birçok dinden içine karıştırılmasına karşı gelişen bir akım, olsa da “Ak Din” adı verilen eylemin “Burhancılık” adı verilse de, özde temeli daha çok eski Şamanist gelenektir. Bu akımın önderi Çet Çelpen, Üst-Kan kasabasından 20 km. uzaklıkta bulunan dağlık ve bir ormanlık bölgede yaşıyor ve burada ibadet ediyordu. Yanına gelenlere Ak-Yang’ın ilkelerini öğretiyor ve öğütlerde bulunuyordu. Cet-Çelpen’in öğretisine göre: Ruslarla birlikte yemek, içmek, onlara dost olmak yasaktı. Hatta Rus parası bile kullanılmamalıydı.

Çet Çelpen, 20. yüzyılın Kamları (Şamanların) Kök Tengri Dininin içine birçok akla ve mantığa sığmayan hurafeler soktukları için onların şeytan işleriyle uğraştıklarını öne sürüyordu. Onlar davullarını, cüppelerini ve aslarını ateşte yakarak gerçekleri söylemeye zorlamak lazımdı. Tanrı’ya hoş kokulu otların dumanı, süt, şarap ve kımız gibi saçılar da kurban sayılabilirdi. Eğer bu din etrafında birleşirlerse, Rus zulmünden de kurtulmak mümkündü.

Çet Çelpen’in Ak Din öğretisine göre kanlı kurban kesmek yemek yasaktı. Ancak yılda bir kez kuzu kesilebilirdi. Tanrılara kurban yerine hoş kokulu otlar tütsülenerek dumanı, süt, şarap ve kımız saçıları yeterlidir.

Ak Din öğretisinde, Budizm, Lamayizim felsefesinden, milli dava unsurları göze çarpıyordu. Eski din Kamların öğretilere, ayrıca Hıristiyanlık misyonerlerin bölgeye gelerek aşıladıkları Hıristiyan dine de karşı konulması, dahi, Rus parasının bile bölgede kullanılmaması isteniyordu. Rus parası yerine, ejder resmi bulunan Çin parası kullanılmalıydı. 

Çet-Çelpen, Ak Yang” (Ak Din) hakkındaki bütün vaazlarını çok güzel bir hitabeti olan kızı vasıtasıyla yapıyordu. Bu kızı dinlemek için binlerce kişinin toplandığı oluyordu. Zamanla Çet-Çelpen’in on binlerce taraftarı oldu. Bu Rus hâkimiyetinin Altaylarda tehlikeye girmesi demekti. 1904 Temmuzunda binlerce Altay Türkü, tören için Çet-Çelpen’in çadırında toplanmıştı, genç kızın ateşli nutkunu ve ilahilerini dinlerken, ibadetle meşgul bu silahsız insanlar Rus askerleri tarafından baskına uğradılar. Çet-Çelpen karısı, kızı ile ileri gelen 20 kadar müridi tutuklandı. Rus hükümeti Altaylı Burhanistlerin mallarını, mülklerini yağmaladılar. O zaman Rus devlet dumasında bulunan bazı liberal görüşlü kişiler ve avukatlar onların savunulmalarını üstlendiler. Böylece ölüm cezasından kurtuldular. İki yıl sonra (1906) Çet-Çelpen Biysk Hapishanesinde öldü.     

1918 yılında, Ünlü Altaylı Ressam Gregori Gurkin ve bazı diğer Altaylı önderler birlikte bölgede Ruslardan bağımsız, “Oyrat Cumhuriyet kurma hedefi üzerine  “Karakurum Yerel Komitesini” kuralar. Tasarlanan bu “Oryat Cumhuriyeti” sınırları salt Altay bölgesi değil, komşu olan diğer Türkçe dilli toplulukları da kapsayacak biçimde olur. Ruslar bu eylemin, Rus egemenliğine karşı ortak bir milli eylem olarak kabul ederler ve 1921 yılında bölgeye ulaşan Bolşevikler tarafından zor kullanılarak bastırılır. Son araştırmalarda hala bölgenin Altay ve çevresinde Burhanistler (Ak Din) inancında olanların varlığı ortaya çıkmıştır.  

Buda ve Lamaizm dininden alınma, ama “Ak Yang” (Ak Din) olarak adlandırılan, Buda, Türkçeleştirilmiş adı “Burhan” veya “Burkan” olarak karşımıza çıkar. Hala Anadolu’da erkek isimleri olarak kullanılan “Burhan” veya “Burkan”, “Buda” anlamına Türkçeleştirilmiş ada olarak karşımıza çıkar.

Burnaizm dini (Ak Din) öğretilerine göre: “Aksakallı, ak giysili ve ak atlı bir adam olarak tarif edilir. Günahlardan tövbe edilirse ‘Ak boz atlı Hoyrat Han’ gelip Altaylıları Rus işkâlından ve zulmünden kurtaracak” diye inanılır.

Ak Din’in felsefesinde gördüğümüz Yaşlı, Aksakalı, Ak Boz Atlı Hoyrat Han gibi figürler, Anadolu’da İslamlaşmış bütün Türkler arasında nerdeyse benzer biçimde “Aksakallı Pir, Boz atlı Hızır” gibi kurtarıcı negatif enerjiler olarak karşımıza çıkar. Yada, Dede Korkut (Korkut Ata) ile özdeşleştiriliyordu.

Tarihi araştırmacı Andrei Vinogradov göre “Ak Din” eylemi, “ufak Türk-Moğol kavimlerini birleştirerek, daha büyük bir topluluk oluşturma geleneğine benzeyen özellikler vardı. Yani Türk Moğol topluluklarına tanınan Bozkır İmparatorluğunu kurma geleneğinin 20. Yüzyıla kadar taşınmış olan kalıntısı olarak görülebilir. “Ak Din’de” sözlü mitoloji çok canlıdır ve Manas, Cengiz Han ve Kral Gazar gibi efsaneleri anlatılan kahramanlar insanların günlük hayatında bir rol oynamaktadır. Ak Din eski Türk ve Moğol inancı Tenriciliğin en önemli özellikleri bulunduğunu söyleyebiliriz” der. 
Selman ZEBİL

Yararlanılan Kaynaklar: 
S. Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini” makalesinden.
Andrei Vinogadov, “Ak Jang in the Context of Religious Traditon” 
Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü” 1976. 

11 Kasım 2014 Salı

OSMANLI PAŞASI POLONYALI KONSTANTY BORZECKİ (Mustafa Celalettin Paşa)

MUSTAFA CELALETTİN PAŞA (Konstanty Borzecki 1826-1876)

Konstanty Borzencki,
Mustafa Celalettin adını alır
Nazım Hikmetin büyük dedesi olan Mustafa Celalettin Paşa 1826 yılında varlıklı ve köklü bir aile çocuğu olarak, Polonya-Kleszow’da Konstanty Bozcki doğdu. Annesi ve subay abası çocuklarının iyi bir eğitim alması için çaba harcar.

Konstanty, 1844 yılında Piotrkow’da liseyi bitirdi. Resim kabiliyeti nedeniyle Varşova’da Güzel Sanatla akademisine başlasa da iki yıl sonra okulu terk etti. Ani ve sürpriz bir karala Wloclawik’teki Katolik Papaz okuluna kaydolur. Bir yıl sonra orayı da terk eder. Anadili Lahça’den sonra Fransızca ve Rusça dillerini çok iyi konuşur olur. Ayrıca Latince ve Almancasını da iyi biliyordu. 

1848 yılında Avrupa’da gelişen halklar içinde bağımsızlık ve özgürlükçü devrim hareketleri Konstanty’yi de etkiledi. Avrupa halkları arasında özgürlüklerine düşkün Polonyalılar da vardı. Aslında Polonyalılar Avrupa’da 200 yıla yakın zamandır Prusya’ya hatta daha çok ta Rusya’ya karşı sürekli ayaklanmalar yapan bir milletti. 1830 devrimi Avrupa etkili olur ve Polonya bu devrimin işaret fişeğini ateşleyen olur. Dur durak bilmeyen isyanlar kasar kavurur her daim kan ve gözyaşı içinde kalır.

Polonyaca bu açıklamayı üzerini tıklayarak büyütebilirsiniz...
1948 yılına gelindiğinde her tarafta devrimci heyecan, Avrupa’da halklar açısından tarihsel bir dönüm noktası oluşturdu. Tam bu dönemde ayrıca buluşlar, keşifler, icatlar gelişerek sanayi hızla gelişmeye başlar. Aynı anda toplumsal sorunlar, siyasetin ve felsefenin dahi halkların örgüt modelleri yenilmesine neden olur. Zenginlik bir tarafta almış başını giderken, şehirlerin varoşlarında alabildiğine yoksulluk, sefillik, güvensizlik kol gezer oldu.

Bunlar Paris’te başlayan devrimin sonuçlarıydı. Zaman içinde hızlıca Avrupa’ya yayıldı ve Polonya’yı etkiledi. Büyün coşkuyla başlayan ayaklanmalar, Avrupalı zalim zorba iktidarların şiddetiyle bastırılmaya çalışıldı ve Avrupa’dan en kapsamlı aydın, emekçi, zanaatkâr, yaratıcı bilim adamlarının, yurtseverin başka yeni kıtalara yığınla göçlerin başlamasına neden oldu. Amerika’nın zenginleşmesine, ileri teknolojide gelişmesine derin katkılar sağladılar.

Bu göçlerden az da olsa Osmanlı topraklarına sığınan Avrupalılar da olmuştu. Bazıları zamanla tekrar Avrupa’ya, ülkelerine dönerler, bazıları ise Müslüman olurlar yüksek mevkilere kadar ulaşırlar ve Osmanlı ülkesinde pek çok yararlı hizmetlerde bulunurlar. İşte bunlardan biride Polonyalı Konstanty Borzecki (Mustafa Celalettin Paşa) olur. 

Konstanty Borzeçki, 1848 yılında ayaklanmaya katılır. Ayaklanma istenilen sonuç vermez. Konstanty yakalanır; Prusya’da Magdebur hapishanesine atılır. Oradan salıverilince doğru Fransa’ya kaçar. Orada güvende değildir, Rusya’ya iade korkusu vardır. 1849 yılında Polanyalı ve Macaristanlı eylemcileri Rusya’ya iade etmeyen Osmanlı’ya sığınır.

O dönemde savaş alanlarında yeni kullanılmaya başlanan harita çizimlerinde üstün yeteneği olan Konstanty Osmanlı ordusuna alınır, harita şubesine atanır ve yüzbaşı rütbesi verilir. Aradan iki yıl geçince İslamiyet’i kabul eden Konstanty, Mustafa Celalettin adını alarak Bektaşi olur.

Konstanty, Müslüman olduktan sonra yanında çalıştığı “Er-Kan-ı Harp”dairesi kumandanlarından Mirliva Ömer Paşa’nın takdirini ve sevgisini kazanır ve Ömer Paşa’nın kızı Saffet Hanım ile evlenir. Bu evlilikle Osmanlı ordusunda çok iyi yerlere gelmesine etkili oldur ve şöhreti arttı. Tabi ki buna yetenekleri, sadakati, fedakârlığı ve cesaretinin de katkıları vardı elbette.

Böyle bir eylemci kişi, ülkesi Polonya’nın kurtuluşu için çarpışırken, gelip sığındığı Osmanlı için aynı fedakârlığı cesaretle yaptı. Dahi, askerlik bilimi ve tarih, Mustafa Celalettin Paşa’nın en büyük tutkusuydu; cephede savaşmaktan korkusu yoktu. Bu uğurda ölümü kucakladı. Pek çok bölgede, Karabağ, Kırım, Bağdat, Girit gibi yerlerde savaştı. 28 yıllık askerlik yaşamında çok kez yaralandı ama son ölümcül yarayı 50 yaşındayken, 10 Ekim 1876 yılında şehit düştü. Cenazesi Karadağ-Spoz kasabasında bulunan camii avlusunda defnedildi.

Avrupa da doğdu Mustafa Celalettin, Avrupa kıtasında öldü lakin 28 yıllık askerlik yaşamı boyunca Asya’da doğmuş Türklerin tarihi sayfalarına adını yazdırmış oldu.

Avusturya, Macaristan ve Polonyalı mülteciler Osmanlı düşünce yaşamına kalıcı etkileri olmuştur. Osmanlının çağdaşlaşmasında en kapsamlı katkıları olmuştur. Çünkü bu mülteciler kendi ülkelerinde en iyi eğitim görmüş aydın kişilerden oluşuyordu.  

Bunlardan biri olan Mustafa Celalettin Paşa, gerçek manada etkisi Türk tarihi, Türkçülük, Türk dili ve kimliği üzerine oldu. “Eski ve Modern Türkler” adlı yazdığı kitap 1969 yılında İstanbul’da Fransızca olarak basıldı. Ve bu kitabını Sultan Abdülaziz’e bizzat kendi giderek elden sundu. Bu kitap 2. Baskı olarak ikinci yıl Fransa-Paris’te yapıldı ve Avrupa’da oldukça etkili oldu.

Kitap genellikle Osmanlı Devletinin bekasını anlatıyordu. Dahi, Osmanlı içinde yaşayan değişik unsurların yan yana yaşamlarını ve bu unsurların refahını sağlamak için devletçe, milletçe neler yapılması gerektiği hakkında iyi bir anlatım ele alınmıştı. Ayrıca kitapta geçen konular, hem de Avrupalıların Türkleri daha iyi anlatmaya, Avrupalılarda var olan Türkler hakkındaki ön yargıları kırmaya yarıyordu.

Dahi, Celalettin Paşa, Türklerin modern olmaları gerektiğini destansı şiirsel bir dille ele alıyor, aydınlanmasına yardım ediyordu. Bu kitabını yazarken, ta eski Türklerden Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar gelişmeleri içeren destanımsı bir dille bilgiler veriyordu. Orada, Türklerin dünya tarihi içinde oynadıkları rolleri, Türklerin ilk çağ kavimlerinden olduklarını, Osmanlıların bu kavmin bir parçası olduğunu anlatıyor.

Celalettin Mustafa Paşa, Türklerin çok eski, dünya tarihinde büyük yerinin olduğunu, bilime, sanata önem verdiklerini yazıyordu. Lakin bir de madalyonun öbür yüzünü de ortaya döküyordu. Tanzimat sonuçları itibarıyla, Türkiye’nin Avrupa medeniyet yoluna girmekle iyi bir iş yaptığını överken, Avrupalılara verilen imtiyazlara ve sanayinin sekteye uğratılmasına, ithalat-ihracat gibi konularda gümrük vergileriyle ilgili hataların yapılmasına da yer veriyordu.

Türk halkının ruh yapısını, yasa ve ilkelerini, toplumsal yapısını, toprak zenginliğini
Analiz ediyordu. Türk aile yapısı, aile ocağı, askerlik ocağı, askere alınma gibi toplumu ilgilendiren konuları şiirimsi bir dille anlatmış kitabında. Askere alınan Türklerin uzun askerlik sürelerinden dolayı işlenecek, ekilip biçilecek toprakların bakir kalmalarına, Askerlik yapmayan Hıristiyanlara nazaran eşitliksizlik yaratıldığına dair dikkat çekmiştir. Dahi, Türklerin işletip ekip biçtiği topraklar zamanla Hıristiyanların elinde toplandığını açık bir dille anlatmıştır. Celalettin Mustafa Paşa bu durumun adil olması için, Hıristiyanlarında askere alınmasını istiyor ama Hıristiyanlardan oluşan askerlerin bir arada tutulmamak kaydıyla.

Ve dahi; Celalettin Mustafa Paşa’ya göre Türkler, kendi ülkelerinde sanayi ve üretimden kopmuş, kendi ülkesinde salt hamal, çiftçi ve amele olarak kalmıştı. Meslek ve ticaret yabancıların elindedir. Daha açıkçası, Celalettin Mustafa Paşa’nın yazdığı kitaptan anlaşıldığı kadarıyla Batı emperyalizmin yabancıların tuzağına Osmanlının düştüğünü ilk gören kişi olmuştur. Ona göre Osmanlı tabasına bağlı azınlıkların ülkeye sağladığı yaralardan söz ederken, bu imtiyazlı azınlıkların ülkeye yabancılaşarak verdikleri Zaraları korkunç olduğunu anlatmıştır.

Ayrıca ülkedeki hukuk sisteminin ve idari sisteminin reformlara tabi tutulmasını ve aşırı idari merkeziyetçiliğin eleştirisini yapıyordu. Dahi, dilde yenileşme istiyor, Arapça, Farsça gibi dil yapısına uygun alfabelerin bizim dil yapısına uymadığını örnekler vererek söylüyordu.

Mustafa Kemal Atatürk ve kuşağı, Celalettin Mustafa Paşa’nın görüşlerini biliyorlardı. Hatta Mustafa Kemal’in kütüphanesinde, Celalettin Mustafa Paşa’nın yazdığı 150 yıl önce 1869 yılında yazdığı Paris baskılı “Eski ve Modern Türkler” (Turcs Anciens Moderns) adlı kitabının bir nüshası vardı. Bu kitabı Atatürk’ün okuduğu muhakkaktı. Bu kitabın bası yazılarının altına ve kıyılarına  “çok mühim, dikkat, abartma” gibi notlar düşmüştür.

Celalettin Mustafa Paşa’nın Türklere duyduğu ilgiyi 1869 yılında Fransızca yazdığı  “Eski ve Modern Türkler” kitabında anlatmıştı. Bu kitapta Türklerin ulusal bilincini uyandıran sözler vardı. Mustafa Kemal onun fikirlerini önemser. Celalettin Paşa için: “Bu Polonyalı gerçek altından anıta layıktır” dediği biliniyor.

Atatürk’ün “Eski ve Mordern Türkler” adlı kitabı, yakın arkadaşı, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın teyze oğlu Ali Fuat Cebesoy’dan edindiği sanılmaktadır.150 yıl önce Paris’te baskısı yapılan bu kitabın Türkiye’de 150 sonra baskısı “Kaynak Yayınları” tarafından basılmış ve dilimize Güven Berker tarafından çevrilmişti.

Celalettin Mustafa Paşa, Osmanlıya iltica ettiğinden kısa bir süre içinde mahiyetinde çalıştığı Ömer Lütfi Paşanın taktirini kazanır sonra Müslüman olur. Ömer Lütfi Paşa kızıyla evlendirir. Harp okulunda uzun bir süre harita hocalığı yapar. Daha sonra savaşlara katılır, katıldığı bütün savaşlarda üstün başarılar sağlar. Ayrıca, en kısa sürede, hayranlık kazandıran savaşlardaki cesaretinden dolayı genç yaşta paşalığa kadar yükselir. 

Polonya kökenli Osmanlı aydını Celalettin Mustafa Paşa, savaşçılığı yanında, yazdığı kitaplarla Türkleri milli duygularını uyandıracak fikirleri onun ölümünden sonra pek çok Osmanlı aydınına ışık tutmuştur. Namık Kemal, Süleyman Paşa gibileri yanında, Türkçülük akımının öncülerinden olan Kazan’lı Yusuf Akçura gibilerini derinden etkiler ve “Les Turcs Anciens et Modernes” Osmanlı Türkleri arasında, Türkçülük faaliyetlerinin ilk yapıtları arasında sayılır.        

Daha açık bir biçimde, Şair Nazım Hikmetin büyük dedesi Celalettin Mustafa Paşa Türk devriminin en önemli kişilerinden bir paçadır. Nazım Hikmet dedesi hakkında  “Lehistan Mektubu” adlı şiirinde şöyle der:
…..
Sevgilim
dedelerimizden biri 1840 Polonya muhaciri
Lehistan’dan gelmiş dedelerimizden biri
gözlerinde karanlığa yenilginin
saçları al kana boyalı
……
Sevgilim nerde,
ne zaman hürriyet dövüşmüş de ön safta Polonyalı bulunmamış?
Göğsümü kabartmıyor değil dedelerimden biri Lehli oluşu…

Kaynak Yayınlarından çıkma yapıttan: Soner Yalçın “Sözcü Gazetesi”
Htt://turktoresi.blogspot.com.tr/2010/06/Mustafa Celalettin pasa-contanty.html
http://www.arastiralim.net/ilk/2010/01/page/41



ALTAY TÜRKÜ GRİGORİ GURKİN (1870-1937)

GRİGORY GURKİN, Ön Adı Çoros Gurkin (1870-1937)

Gurkin, Altay Türklerindendir. 1870 yılında Altay Ulalu Curt’a bağlı Caş Tura’da doğmuştur. Orada Rus Ortodoks misyonerlerin açtığı okulu bitirmiş 1897 yılında Petersburg’a gitmiş. Orada resim akademisine kayıt yaptırmak istese de, geç kaldığı için kabul edilmez. Bir an İvan İvanoviç Shishkin (1832-1898) tanışır. Gurkin onunla 8 ay çalışmış, ondan resim konusunda dersler almış. Daha sonra 1899’da Petersburg Resim Akademisine sınavsız alınmıştır. 4 yıllık eğitimden sonra, Altay Masalları derlemeye başlar. 1926 yılında Rus şair G. Vyatkin ile birlikte Altay masalları yayımlamaya başlar.

Daha çok O, Sibirya ve çevresinde yaşayan bütün Türk boylarının çok iyi tanıdıkları efsaneleşmiş bir önderidir. Daha çok doğayla bütünleşmiş resimleriyle tanınmasa da O, aynı zamanda iyi bir Türkolog ve etnolog kimliklidir.

1917 Ekim Devriminden sonra Gurkin ve Altaylı aydınlar Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesine girişirler. Altay ve Sibirya’daki bütün Türk boyları içine alacak “Karakorum” adında bağımsız bir devlet kurma niyetleri vardır. Dahi, bu iş için küçük bir ordu bile oluştururlar. Bu arzunun gerçekleşmemesi sonucunda Gurkin 1919 yılında Moğolistan’a, daha sonra 1921 yılında Tuva Türklerin içine girer ve Tuvalar onu bağırlarına basarlar. Hala Tuvalar ve Altaylılar, Gurkin'in Pantürkist harekatından dolayı sevilmekte ve takdir edilmektedir. 

Çoros Gurkin, hala günümüz Sibirya-Altay Türklerince bağımsızlık kahramanıdır. 4 bine yakın yapıtları bulunan Gurkin’in en öneli yapıtı, 1907 yılında, “HAN ALTAY” adlı tablosudur. Bu tablonun 1926 yılında biraz değiştirerek (alta ki iki resme bakınız) kartal resmi ve yeşil ağaçları yok eder. Yani, bir neslin yok olmasını tuvale yansıtması, Altay bölgesinde 1930 yıllarda bir Turancı hareketin baş göstermesi korkusundan olsa gerek, bu tablosu yüzünden “Pantürkist Ressam” suçlanmasıyla cezalandırılır..

Gurkin,1921-1926 yılları arasında devlet memuru olarak çalıştığı Tuva Cumhuriyetinde 1930 yıllarında pullar üzerine basılmış “Turan” damgası olduğu iddiasıyla 1934 yılında Stalin rejimi tarafından “Turancı” suçlanmasıyla tutuklanır.  1937 yılında, Rus usulüne göre ensesine kurşun sıkılarak öldürülür.  

Doğayla iç içe bir yaşam, Altay dağlarının görkemli eteklerinde yaşamak, onu arada bir zaman dağlara yolculuk etmesini sağlar. 1897 yılında İvan İvanoviç Şişkin adlı bir Rus ressam ona yeteneğini gösterir, iyi bir resim sanatçısı yapar. Daha sonra da St. Petersburg Akademisi Resim bölümünden mezun olur. St. Petersburg’da Gurkin ilk profesyonel resmini 1894 yılında yapar. 1895 yılında “Kamlanie” (Kurban Gecesi) adlı resmini yapar.

Gurkin’in 1907 yılında tuvale yansıttığı “Han Altay” adını verdiği resminde kayada kanatlarını açmış bir kartal var, ağaçlar canlı, dağ öyle!  

Resim 1907, ötekisi Resim 1926 
Daha sonra 1926 yılında tuvale çizdiği resminde kartal resmi yok, ağaçlar daha soluk, bazıları kurumuş, yok olmuş, dağ soluk kalmış. Bunu anlamı, nesillerin yok olduğunun bir dram halinde yansıtması olarak açıklanır.

Gurkin’i büyüleyici Altay yurdunun büyüleyici doğası, alabildiğine geniş coğrafyası etkisiyle eline boyasını, tuvalini ve fırçasını alır, başlar çizmeye Altay dağlarının canlılığını tuval üzerine.

Gurkin’i idama götüren, “Pantürkist”
olarak suçlanmasına neden olan “Han Altay” resmidir. “Han Altay” adını verdiği birinci resmini, Rusya Federasyonu içinde bulunan, katıksız Türklerin bulunduğu yerin adıdır.
                                                                                                               





8 Nisan 2014 Salı

HEDEF KİTLENİN BEYNİNİ YIKAMAK


HEDEF KİTLENİN BEYNİNİ YIKAMA İŞİ

İnsanın beynini karıştırıp bulandırma işi, hedef ülkenin insanlarının düşüncelerini istenilen biçimde etki altına alarak milli reflekslerini köreltip sanal âlemlere kaydırmaktır.

Hedef ülke insanlarının beyinleri milli düşünme yeteneğinden mahrum bırakmak kaydı ile dış etkenlerin hâkimiyetine hizmet eder hale getirmek, şuurlu milli reflekslerin köreltilip liberalleşmiş refleksler haline getirerek, beynelmilel bir dünya görüşü aşılanmasıdır...

Kişilerin zihin kontrolü kendilerine hizmet etmeleri amacıyla beyinlerine girerek onları kendilerinin ahlaki olmayan çıkarcı emirlerine bağlıklıkları yolunda beyinlerini yıkamalarlar. Yani ikna ediciler daha çok din, iman, Tanrı, Kur'an, cennet, cehennem gibi terimlerle daha çok davranışları, duyguları, düşünceleri taşıyan, saf, tez inanan, kara verme yetenekleri zayıf, bazı psikolojik sorunları olan kişilerin kedilerinin denetimleri altına alırlar. Bunda birçok örnekler var; tarikat ve cemaat liderleri, insan zihinlerine girip, zihinleri ablukaya almakta en beceriklilerdendir...  

Beyin yıkama ve düşünce kontrolü teorileri ilk olarak; totaliter rejimlerin savaş tutsaklarına sistemli bir şekilde işkence ve propaganda ile nasıl kendi fikirlerini aşıladığını açıklamak için geliştirilmiştir. Bu teoriler daha sonra, özellikle yeni dini hareketlere yönelmeler gibi daha geniş alanlara yayılmış fenomenleri açıklamak için, Margaret Singer da dahil olmak üzere psikologlar tarafından genişletilmiş ve değiştirilmiştir. Üçüncü nesil teori Ben Zablocki tarafından önerilmiş ve YDH'ler ve kültlerin beyin yıkayarak üye toplamaları üzerinde yoğunlaşmıştır. YDH'lerin beyin yıkama teknikleri bilimsel ve yasal anlaşmazlıklar doğurmuştur. (*)

Beyin Yıkamanın daha birçok nedenleri vardır! Duygusal yoksunluk, telkin, hipnotizma, uyku yoksunluğu, istismar ve hatta uyuşturucular gibi zorlayıcı, açık veya gizli fiziksel ve psikolojik yöntemlerle bireyin inançlarını veya tutumlarını kökten değiştirmeye çalışmak. Bu terim, farklı bağlamlarda farklı şeyler anlamına gelir. Günümüzde beyin yıkama, gerçek anlamda en çok dini tarikatların, tarikatlarına yeni üyeler kazandırmak için onları eski yaşamlarından koparma taktiklerini iyi kullanarak, onlara yeni bir inanç sistemine dayalı felsefesi vazgeçilmez bir biçimde bağlayan büyü ile kul köle ortamına, el ayak öper duruma getirirler.

Batılı ulus devletler, milli gelirlerinin önemli bir bölümünü istihbarat ve propaganda için harcarlar. ABD bu işi iyi yapmaktadır. Şöyle: Filimler de sahnede oyuncular film gereği rollerini yaparlar ama filimin derinliğindeki fonda uzaklarda gönderde dalgalanan Amerika bayrağını, ya da bir kilise çan kulesi görürsünüz, belirli bir süre sonra hafızanıza kazınır; kanıksar hale gelirsiniz. Batılıların kültürel propagandasıdır bu tutumları...

En basitiyle başka bir örnek, Türkiye ve ya dünyanın başka ülkelerinde bazı insanların giydikleri giysiler üzerinde Amerikan bayrağı yapıştır. Türkiye de, sağcısından en solcusuna kadar fark edilmez, kanıksanmış olarak insanlar bakarlar. Ama aynı kişinin, aynı giysisi üzerinde Türk bayrağı yapışık olsaydı “ırkçı, faşist” damgası yerdi dahi, bazı bölgelerde başına bir bela bile gelebilirdi...

Türkiye de ise propaganda dıştan çok içe yönelik olarak yapılır…
Kendi devletine ve milletine soğutulan insanlar sürekli dincilik adına yurtseverlikten elleri ayakları çektirilir, sahip oldukları bütün milli değerler yok edilmiş, milli refleksleri tahrip edilmiş, tek değer biat etmek olduğuna inanmaya şartlandırırlar. Artık o şartlanmış şahıs başkaları için hizmet eder haldedir; milli şifa bulması zordur...

Mustafa Kemal’in şu gerçek sözü: “Bir milleti ele geçirmek; o memleketin sahiplerine egemen olmak için yeterli değildir. Bir memleketin ruhu ele geçirilmedikçe, azmi ve iradesi kırılmadıkça, egemen olmanın imkânı yoktur” der 1924 Dumlupınar’da.

Millisizleştirerek Şuursuzlaştıracaksın
M.Ö. 5. yüz yılda yaşamış Sun Tzu adlı Çinli savaş stratejinin en önemli sözü şö0yle: “Üstün başarı, düşmanın direncini savaşmadan kırmaktır” der. Dahi şöyle söz eder savaş taktiklerinden biride: “Doğrudan vurmaya gücün yetmiyorsa arkadan; başka cepheden vur, düşmanı karşı onların silahlarını kullan” Böylece bir milletin direncini savaşmadan kırmak için taktik strateji, iyi bilgi sızdıran casuslar ve propagandadır.

Bunu yapmak için başta bir milletin gençliğine varlık nedeni unutturacaksın…
Milli gençlik üzerinde oyunmuş gibi senaryolar yazacaksın…

Hedef ülke gençliğinin kendi iç dinamiklerini edilgin hale getireceksin, bilmediği, tanımadığı kavramlar ortaya atarak iradesini ve hâkimiyetini kıracaksın…

Çok yönlü senaryoda as oyuncuları, hedef ülkedeki toplum nezdinde iyi güven telkin eden kişilerden seçeceksin…

O senaryo da figüran oyuncu olarak basit görünümlü oyununu oynayacaksın…
Ortaya anlamsız kavramlar atacaksın sonra geri çekileceksin…
Anlamsız, anlamadıkları kavramları kavga-dövüş tartışır hale getireceksin…

Sonra çığ gibi büyür; çığ gibi büyütülmüş anlamsız tartışmalarla başını kaşıyacak zaman bulamayan hedef ülke gençliğini böylece milliyetsizleştirilmesini sağlayacaksın...

Demem şu ki; Hedefe ulaşmak için, hedef ülke gençliği millisizleştirilerek küresel sermayenin ahtapot kollarına teslim edilmesi kolaylaşacaktır. İşte, öte yandan milli olan dağlar, ovalar, bankalar, fabrikalar, bütün sanayi kolları tek-tek ellerinden sessizce alıp yabancılara satarak insanları kendi öz ülkesinde mülksüzleştireceksin; çok uluslu kürese sermayenin salt gösterileni yapan işçisi, kul-kölesi, kapı bekçisi, tuvalet temizlikçisi yapacaksın kendi öz ülkesinde. Bunları yaparken hedef ülkenin içindeki önde gelen bazı kişileri satın alarak yapacaksın!

Böylece hedef ülkenin milli sermayesine el atacaksın, elinde olan bankalar ve stratejik arazi ve fabrikalarını çalıştığın karanlık ülke adına satılmasını sağlayan yerli işbirlikçileri ile çalışacaksın. Ve o işbirlikçileri rüşvete ve yolsuzluklar alıştıracaksın.

Varsın o hedef ülke milli ordularla savunularak kurulmuş olsun…
Zihinlerde o şuuru anlamsızlaştırıp unutturacaksın ki, Topla, tüfekle alamadığın toprakların tapusunu koynuna katması kolay olsun…

Dahi; hedef ülkedeki iyi olan her şeyleri gözden geçireceksin, sonra gözden düşürecek propagandalar yapacaksın. İyi eğitilmiş casuslarınızı her yere sızdırarak yapacaksın. Asla açık verip hasmınızı kuşkulandırmayacaksınız, her zaman sizi kendilerinden sanmaya devam ettireceksiniz.

Selman ZEBİL

(*) Wright, Stuart (Aralık 1997). "Media Coverage of Unconventional Religion: Any "Good News" for Minority Faiths?". Review of Religious Research. 39 (2). ss. 101-115.

28 Şubat 2014 Cuma

DENİZ FENERİ DOLANDIRICILIĞI ve 17 ARALIK YOLSUZLUĞU



Açığa Çıkan “Deniz Feneri” Dolandırıcılığı ile 17 Aralık Yolsuzluk Yapanların Aynı kişiler Olduğunu Artık Kavramalı Bu Millet!





Dolandırıcılığının devamı olan 17 Aralıktan itibaren olup biten rüşvet ve yolsuzluk ile son çıkan tapelerdeki ses kayıtları, Recep Erdoğan’ın ülke içinde ve ülke dışında “güçlü adam” olma itibarı onarılmaz bir yara alarak düşmektedir. Kendini ne kadar güçlü hissettirmeye çabalasa da köşeye sıkışmış acizliğinin son çırpınışıdır.

Türkiye de gelmiş geçmiş hükümetlerinde yolsuzluk olayları görülmüştür. Ama hiçbir yolsuzluk olayı AKP dönemindeki gibi olmamıştır. 17 Aralık yolsuzluğu ile Deniz Feneri yolsuzluğu asrın en kapsamlı yolsuzluğu olarak tarihe mutlak AKP’nin yüzkarası olarak geçecektir. Her ikisinde de ucu Recep Erdoğan’a kadar uzandığı iddia edilen dolandırıcılık, yolsuzluk ve rüşvet soruşturma yapan savcılar görevlerinden el çektirilerek, yolsuzluk suçlularını bulmaya çabalarlarken kendileri suçlu duruma düşürülerek soruşturmalarının önünü kesmişlerdir.

AKP ve Recep Erdoğan’ın her şeyini; ne yaparlarsa yapsınlar savunanlar oldukça çok bu ülkede. Yani, AKP’nin bu yolsuzlukları açığa çıktıkça İslamcılar AKP’den soğuyacağını sanmasınlar. Çünkü İslamcıların gerçeği budur. İslam’ın kutsallığı olan zekât, fitre ile çalışmadan, emek harcamadan birilerini çok yönlü avutma yolu olarak kullanılmasıdır.

Emine Şenlikoğlu: “Bugün biri sordu, kaset doğru olsa ne derdin? Dedim ki, dindarlar zekâtını yoksullara ulaştırmak için Başbakan’a vermiş olabilirler.” Dediğini söyle.

Ak Gençlik: “Başbakanımız yolsuzluk yapmışsa halk için yapmıştır. Aksini iddia eden Müslüman değildir” der...

Feneri dolandırıcılığı Gerçeklerin Görüneniydi...
Ülkemiz; “Deniz Feneri” dolandırıcılığını çözemediği için, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluğu ortaya daha pis kokuları yaydı. Maximillan Popp, Alman  “Der Spiegel Dergisi”  Türk basınında yazılmasına cesaret edilemeyen iki sayfalık Türkiye ile ilgili 8 bin ABD belgelerini inceler. Bu yazısından bir bölüm şöyle:  “Bir büyükelçilik sözcüsü Erdoğan’ı rüşvetçi hükümete göz yuman ‘İslamist’ olarak tanımlar” der.

ABD’nin tarif ettiği Türkiye’de iktidar zihni:  
“Yolsuzluk yapan bir hükümet ve ona göz yuman bir İslamist” der. Ayrıca Mayıs 2005’de. Amerikan elçilik istihbaratına göre: “Amerika Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hiç güvenmiyor. Muhalefet ise tam bir komedi” Der. Daha: “Erdoğan dünyaya bakış açısı, hiçbir zaman gerçekçi olmamıştır” Der.  

El; elin aynasıdır. Deniz Feneri kara lekesi silinmiyor. Deniz Feneri hırsızlara nasıl göz yumulduğunu görüyorlar. Üstüne üstlük, daha beteri 17 Aralık yolsuzlukları ile ayyuka çıkan rüşvet ve yolsuzluk ortaya çıkınca Recep Erdoğan, “Hedefin milli iradeye suikast olduğu aşikâr” diyerek hitabet sanatını kullanarak hedef saptırmakta üzerine yoktur.

Yani, nefis açlığı, doyumsuzluk, İslamcıların evlerinden iştah kabartan dolarlar, evrolar çıkıyor. Dolarlara-evrolara taptıkları belli, kendi para birimlerine güvenleri yok. İşte dinciliğin geldiği nokta, dolandırıcılık, rüşvet ve yolsuzluktan kazandıkları paraları bile dolar ve evro üzerinden.

Ey Recep Erdoğan! Sen ölsen bile o geride kalan çocukların uzun süre bu ülkede veya bu ülkeden kaçsalar bile yaşayacaklar. Zaman her sırrını ortaya dökecek. İşte o çocuklarına çok kötü bir mirasın “utanç” kalacak, her daim suratlarına bir şamar gibi çarpacak. Yani, demem şu ki, o çocuklarının omuzlarına öyle ağır yük yükledin ki, taşı, taşı bitiremediğin o dolarların ve evroların rakamlarından bile ağır.

Ey Recep Erdoğan! Sen çocukların zengin olsun, huzur içinde yaşasın deyip askere bile gitmemiş oğlun için, vergilerin en ağırını veren bu milletin çocukları git gide sefilleşiyor.

İlk Müslüman sosyolog olarak bilinen İbni Haldun: “İktidar hırsı, para, rüşvet insanı dinden imandan, insanlıktan çıkarır” diye boşuna demeiş.

17 Nisan 2012’de AKP grup toplantısında Recep Erdoğan 28 Şubat için: “Yumruklarımızı sıktık, dudaklarımızı gevdik, sabrettik” Dahi; “Bugün mazlumun ahının aheste aheste çıkışıdır” Ve dahi; Ben cezaevine o talimatla girdim” dedi.

Bu ülkenin Başbakan’ı korkunç bir açıklama yapıyor, aklı başında insanlarda şaşırıyoruz.  “1 milyar doları var” diyen gazeteci Tuncay Özkan içinde benzer şeyi söylemişti: “benim için, ‘bir milyar doları var’ diyen şimdi Silivri de yatıyor” der ama. Daha sonra Wikileaksın Açıkladığı Kriptolardan Tuncay Özkan’ı doğrulayan açılama:

2004’ten beri yapılan çeşitli açıklamalara göre, ülkede her alanda yolsuzluklar var. Hatta Erdoğan ailesi için bile söylentiler arasında, hükümetin önemli danışmanlarından birinin bir gazeteciye aktardığı: “Erdoğan petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay ayırıyor” sözleri de var.

Dahi: “ABD belgeleri arasında enerji Bakanlığı içinden sızdığı belirtilen belgelere göre, Erdoğan’ın İran’a baskı yaparak, doğalgaz boru hattı projesine okul arkadaşının bir şirketini de ortak ettiği yönünde. Bu şirketin liman inşaatları yaptığı, enerji dalında bir deneyimleri olmadığı biliniyor” derler.

Ayrıca Der Spiegel’in bazı belgelerin açıklamaları, Türk basınında da yer aldı gibi, Erdoğan’ın İsviçre de 8 ayrı özel hesapların bulunduğunu, çocuklarının eğitimini bir iş adamı tarafından üstlenilmesi ve servetinin düğün takılarından olduğu açıklamaları ile geçiştirilmişti.

Dahi yani, Wikileaks sızıntılarına göre Recep Erdoğan’ın tarifi: “Erdoğan, Tanrının, Türkiye’yi yönetmesi için kendisini seçtiğine inanıyor ve kendisini Anadolu’nun “volktrubun” u olarak görüyor. Kimseye pek güveni olmayan biri ve etrafında sözünden çıkmayan dar çemberden oluşmuş bir dayanışma grubu bulunuyor.”

Erdoğan’ı iyi tanıyan biri, Amerikalılara onu şöyle özetliyor: “Tayyip Erdoğan Allah’a inanıyor ama Allah’a güvenmiyor” der.

Selman ZEBİL





 

22 Şubat 2014 Cumartesi

RECEP ERDOĞAN'IN "İKİ AYYAŞ" DEDİKLERİNİN YAPTILARINI" ERDOĞAN ve AKP SATTI


VATANIN DEĞERLERİNİ SATMAKLA (Dindar olunmaz, ancak intikam almak olur)
Sattılar ne varsa devlete ait; taş üstünde taş kalmadı milli olan, taş üstünde taş koymayıp da var olanları yabancılar satanlar artık hayvanlara verilen samanı bile satın alır hale geldik. Besiciyken, besiciler kan ağlarken, kurbanlık besili boğalar ithal eder olduk. Pamuk üretirken, pamuk ithal eder hale geldik. Kaçak benzini bile açıkgözler sınırdan boru döşeyerek devlete rekabet eder hale geldiler. Kaçakçılık almış başını gidiyor, sınırlarımız kevgir gibi, sigara fabrikalarını sattık, kaçak sigara, tütün ülkesi olduk. Çay fabrikalarını sattık, kaçak çay her yerde, kaçakçılar kazanıyor. Başka yerlere değinmeden Şehircilik Bakanını açıkladığına göre salt Hatay sınırlarını oluşturan 5,5 milyon metrekarelik toprakların 3,7 milyon metrekarelik bölümü yabancıların eline satılarak geçmiştir. Yani yabacılara Hatay topraklarının 3’de 2’si satılmıştır.

Kendini dindar sanan, millete ahlak satmaya kalkan bir Başbakan var; yalan söylüyor, kendine rakip gördüğü önüne gelene iftira atıyor, ağzının kilidi yok, ağza gelmeyecek sözler söylüyor. Beyninde bir tarih bilgisi birikimi yok, aklına geleni gerçekmiş gibi söylüyor, dinleyenlerde ne okumuş ne duymuş, ama aynı kafadanlar, kulaktan demlenerek dedi kodu düzeyinde bilgilere sahip, dinliyor, yalanı doğrudan ayıt edecek kabiliyette değiller.

Daha önce “iki ayyaş” dediği kişilere hakaret ediyor, güya onlar hiçbir iş yapmamış gibi halka gammazlıyor kendince. “Bunlar tarih boyunca ne yaptılar” diyor. Cumhuriyeti kuranların itibarını düşürmek için doğrudan, dolaylı konuşmalarında her fırsatta karalıyor: “Türküm” dedin, Türkiye’nin itibarını yerlerde sürüklediler. “Doğruyum” dedin, Türkiye’yi yolsuzluklara muhatap ettiler. “Çalışkanım” dedin, yıllarca yan gelip yattılar. Bal, bal demekle ağız tatlanmaz. Mesele slogan atmak değil, mesele iş yapmak. Lafla peynir gemisi ürümez. Biz yapıyoruz, iş üretiyoruz.” Diyerek halka demeçler veriyor. Halk alkışlıyor, bir şey bile anlamadan.

RECEP ERDOĞAN HÜKÜMETİ SATTIĞI DEĞERLE "İKİ AYYAŞ" DEDİKLERİNİN İNŞA ETTİKLERİ!
İlk 8 yıllık iktidarlıklarında, “İki ayyaşın” kazandığı topraklardaki satılan gayrimenkuller ve işlenilebilir kıymetli topraklar listesi... Demokrasimiz Odun, kömür, yiyecek, beyaz eşya dağıtılarak paçalı güvercin gibi takla atıyor. “Durmak yok, yola devam” ediyoruz ivedi adımlarla bilinmeyen yere doğru...

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü 2008 Temmuz ayı verilerine göre yabancılara ait Türkiye de taşınmazların sayısı 64,629’a ulaşmıştır. Türkiye’den taşınmaz mal alanların başında en çok Almanlar ve İngilizler gelmektedir...

En çok taşınmazın satıldı bölgelerin başında:
Antalya’da:     26,795 taşınmaz mal satılmıştır.
Muğla’da:       13,360                
İstanbul’da:     8,984,                
Aydın’da:        7,177,                
Bursa‘da:        5,232,                
İzmir’de:          4,231,                
Mersin’de:       995,                   
Ankara’da:      927,                   
Yalova’da:      825,                   
Balıkesir’de:   747 taşınmaz yabancılara satılmıştır...

Yüzölçümüne göre Türkiye’de en çok satılan taşınmazlar 4. 474.112 Metrekare ile Muğla birinci sırada. 3. 979. 322 Metrekare ile Antalya. 3. 70. 809 Metrekare ile Aydın.

2. 675. 696 Metrekare ile İstanbul, 2. 630. 77 Metrekare ile Hatay takip etmektedir...
Türkiye’den taşınmaz alanlar uyruklarına göre şöyle: Almanya, İngiltere, Avusturya, Yunanistan, Hollanda, Danimarka, Lübnan, Fransa, İrlanda, KKTC bu toplam on ülke: 57. 289,37 Metrekare toprak diğer ülkeler toplamı ise 7. 340, 4 Metrekare toplam olarak:

64. 629. 41Metrekare taşınmaz yabancılaşmıştır...
Bu taşınmazların satılmasında dolayı bol yabacı sermaye gelecek, refah toplumu olma yolunda ilerleyeceğiz propagandası ile Türk halkına sürekli telkin ettiler, bunca taşınmaz Türk'ken yabancılaştı, halk aldatıldığıyla kaldı, refah toplumu olamadı...

Maliye Bakanı Unakıtan 1933’lerde Türkiye’nin kalkınma lokomotifi olan SÜMERBAK için şöyle talihsiz bir demecinde: “Yakında SÜMERBAK tarihten siliniyor artık, bitirdik. Elinde bir şey kalmadığı gibi isminin de kaldıracağız”  demiştir...

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, gazeteciler: “yabancılara mülk satışıyla ilgili düzenleme Bakanlar Kurulu’nda imzaya açıldı. Bende bugün (dün) imzaladım. Birkaç bakanın imzası eksik, en kısa zamanda meclise sevk edeceğiz” der ve bu konuda “biraz acele ettiklerini” belirtir...17 Nisan 2008 Hürriyet.

Var mı başka dünyada Türkiye gibi, stratejik tarım arazilerini yabancılara satmaz. dünyanın hiçbir ülkesi Türkiye gibi bankalarını, limanlarını, barajlarını, değişik dallarda üretim yapan sanayi kolların telekomünikasyon şebekelerini yabancılara satan?

Bir miktar paran var, götüreyim bir Türk bankasına yatırayım dersiniz. Garanti Bankasından içeri girersiniz, bakmışsınız yarısı Amerikalılara satılmış. Haydi, başka başka banka var ya Yapı Kredi bankasına varırsınız onunda yarısı İtalyanların olmuş. En iyisi “Emekli Subayların”  dersiniz Oyak Bank’a gidersiniz oda ne! İNG Bank olmuş onu da çoktan Hollandalılar kapmış. Zaten Etibank, Sümerbank çoktan defterleri dürülmüş, ortalıktan silinmişler. Finans Bank, Denizbank, Akbank, TEB, Dış Bank, Alternatif Bank, Şeker Bank, MNG Bank, Tekfen Bank hepsi elden çıkmış Türklerin elinden başkalarının olmuş. Bari dersini, gideyim de şu paracıklarımı Türk bankası olan Halk Bankasına yatırayım, oraya da Erdoğan yandaşları musallat olmuş. Haydi dersin, Vakıf Banka gideyim oraya yatıdayım paramı, oraya da yine yandaşlara çalışır olmuş. Ne yapacaksın, meydanda paranı yatırtacak yerli banka kalmamış...

Ülkenin can damarları olan varlıkları “babalar gibi...” satılır...
TÜRK TELEKOM,
ERDEMİR
İSDEMİR
DİVRİĞİ DEMİR MADENİ
HEKİMHAN DEMİR MADENİ
İSKENDERUN İSDEMİR LİMANI
EREĞLİ ERDEMİR LİMANI
ÇELBOR
KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Tasfiye edilerek İl Özel İdaresine Devredildi)
TÜPRAŞ BLOK SATIŞ
TÜPRAŞ USAŞ HİSSESİ
TÜPRAŞ’A AİT 18 TAŞINMAZ
AMASYA ŞEKER FABRİKASI,
KÜTAHYA ŞEKER FABRİKASI,
ADAPAZARI ŞEKER FABRİKASI,
ESGAZ,
BURSAGAZ,
ETİ ELEKTROMETOLOJİ A.Ş.
ETİ GÜMÜŞ A.Ş.
ETİ BAKIR A.Ş.
ETİ KROM A.Ş.
ÇAYELİ BAKIR İŞLETMESİ A.Ş.
K.B.İ. A.Ş.’ye ait Samsun İşletmesi,
Murgul İşletmesi,
2 Maden Ruhsatı Hakkı Devir,
Sinop’ta 1 Maden Ruhsatı Hakkı Devri.
Murgul İşletmesi Hidro Elektrik Santrali ve Samsun’da ki varlıkları,
188 arsa 154 Taşınmaz, Yine 41 Arsa, 89 adet Lojman ve 3 Taşınmazın devri.
TDÇİ A.Ş. ‘YE AİT DEVECİ MADEN SAHASI,

SEYDİŞEHİR ETİ ALÜMİNYUM A.Ş.Yanında Oymapınar Barajı, Alümina Madeni, Antalya Limanı, ETİ ALÜMİNYUM’A ait 4 Taşınmaz ve Lojmanlar satıldı.

SSK Eczaneleri Tasfiye Edildi
TÜRK DENİZ İŞLETMELERİNE AİT:
Çeşme Limanı,
Kuşadası Limanı,
Trabzon Limanı,
Dikili Limanı,
N/F Ankara Feribotu,
Samsun Feribotu,
Karadeniz Gemisi,
Nakliye İnşaat Turizm İh. Pazarlama A.Ş,
Şehir Hattı Hizmet ve Gemileri,

Turan Emeksiz Yolcu Gemisi ve İstanbul’da 21 Taşınmaz ile Samsun’da Eski Acente Binası, Yakıt 2 Gemisi, Samsun’da Taşınmaz, Şehir Hatları Çanakkale Hizmetleri, Çanakkale de 9 Gemi...

SÜMER HOLDİNG-BUMAS,
SÜMER HOLDİNG A.Ş.’ye ait:
Merinos Halı Markası,
Eryağ A:Ş. Adıyaman İşletmesi,
Manisa Pamuk Mensucat A:Ş.
Sarıkamış Ayakkabı İşletmesi ve Sarıkamış İşletmesi,
Beykoz Deri ve Kundura İşletme Sanayisi,
Yeşilova Halı Yünü İpliği ve Battaniye Fabrikası,
Bakırköy İşletmesi,
Çanakkale Sentetik Deri işletmesi,
Diyarbakır İşletmesi.
Tercan,
Merinos
Akdeniz İşletmelerine ait Makine ve Teçhizatlar,
İstanbul İmar L.T. D. Şirketi.
Dahi çeşitli illerde 21 Arsa 115 Taşınmaz, 5 bina ve 16 Dükkân satılmıştır...
TEKEL
TEKEL ALKOLLÜ İÇKİLER SANAYİ. VE TİC. A.Ş.
2004’de satılan Tekelin 6 yıllık serüveni
2004 yılında milli rakı 290 milyon dolara Amerikalılara satıldı.

Denenlere göre sadece Bilecik’teki 100 milyon dolar ediyordu. Bunun yanında 17 fabrika ile birlikte bunlarla birlikte 35 milyon dolar değerindeki rakı stoku, 100 milyon dolar civarında kuru üzüm, suma, şişe, etiket anason stokları içinde. Buna cabadan giden binalar, arsalar sayılmıyor

Şimdi işin en ilginç yanı: Tekel’in rakı kısmını 2004’de 290 milyon dolara satın alan kişiler 2006 yılında, yani iki yıl sonra aynı rakıyı aynı şartlarda Amerikalılara 810 milyon dolara sattılar. 810 milyon dolara alan Amerikalılar sadece bir yılda 950 milyon dolarlık ciro yaptılar.

2008 yılında Tekele ait sigara bölümü 3 yıllık karına British-American’a satıldı. Bunları satanlar vicdanlarının rahatsız edici sesini duyarlar mı bilmeyiz ama bu satılan sigara fabrikaları arsaları 2 ile 3 milyar dolar etmekte olduğu söylenmektedir.

Yılmaz Özdil’in 22 Şubat 2011’deki Hürriyette ki köşesinde “Rakı gene satıldı, bu sefer İngilizlere. 290 milyon dolara verilen rakı 810 milyon dolara alan Amerikalılar, aynı rakıyı 2 milyar dolara İngilizlere sattı”  diye yazar.

Yani 2004 yılında AKP’nin 290 milyona sattığı Tekel Yeni Rakı, iki yıl sonra 810 milyon dolar ediyor dahi 2011 yılında 2 milyar dolar ediyor. Kim kar ediyor burada bilen söylesin ama vicdanının sesiyle ha.   

2002 AKP iktidar oldu
Tekel’e ait olan Adapazarı, Düzce, Çine, Turgutlu, Mudanya, Yenişehir, Kocaeli, Hendek, Sinop, Şarköy, Merzifon, Geyve, Gölmarmara, Soma, Savaştepe, Ulubey, Ahmetli, Yenice, Bergama, Çivril, Fethiye, Dikili, Trabzon ve Menemen yaprak döküm işletmeleri kapatıldı.

 TEKEL-KAYACIK TUZLASI,
TEKEL-KALDIRIM TUZLASI,
TEKEL-YAVŞAN TUZLASI,
TEKEL-TAKA İle Sigara Sanayi İşletmesi A.Ş. ‘ye ait Puro marmelada ve varlıkları.
TEKEL İstanbul Tütün Mamulleri Sanayi ve Tic. A.Ş.
TEKEL’e ait 5 bina, 25 daire, 12 arsa ve 332 taşınmaz mülk. Dahgi, Tuzluca, Sekili, Yavşan, Kağızman, Çankırı Kaya Kaldırım ve Kayacık Tuzlaları ile Kristal Tuz Rafine.
TEKELİKİZ KULELER,
TEKEL Erciyes DSİ,
Bayındırlık,
Karayolları Sosyal Tesisleri,
Bodrum Tesisleri ve Taşınmazları.
DİTAŞ,
TAKSAN,
GERKONSAN,
TÜMOSAN İŞLETMESİ
T.Z.D.A.Ş.
SAKARYA TRAKTÖR İŞLETMESİ.
SEKA’ya ait:
Afyon ve Balıkesir İşlemeleri,
Yibitaş Kraft Torba İşletmesi,
Çaycuma İşletmesi,
Aksu İşletmesi,
Kastamonu İşletmesi,
Karacasu İşletmesi,
Akkuş İşletmesi.
SEKA’ya ait çeşitli illerde 3 Arsa, 7 taşınmaz ve Ankara Alım Satım Müdürlüğü Binası...
HAVELSAN A.Ş.
ASPİLSAN ASKERİ PİL SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEYBUZ A.Ş. Ve İstanbul da ve Kütahya da 3 Arsa ve çeşitli illerde 24 Taşınmazlar.
USAŞ Hissesi ve USAŞIN 11 Lojmanı.
TÜGSAŞ A.Ş. GEMLİK GÜBRE SANAYİ A.Ş.
İGSAŞ İstanbul Satın Alma Müdürlüğü, Kütahya A.Ş. Varlıkları, Şanlıurfa depoları arazisi, Fatsa ve Tekirdağ Depoları...

PETKİM A.Ş. Çanakkale de 1 arsa, Yarınca da 5 Taşınmaz.
E.B.K. A.Ş Manisa Et ve Tavuk Kombinası. Çeşitli illerde 11 Mağaza, 23 Büro, 12 Lojman, 4 Arsa, 4 daire, 1 Bina, 131 Taşınmaz, Samsun ve Mersin de Soğuk Hava Depoları.

SÜTAŞ,
SÜTAŞ Malatya İşletmesi ve Muhtelif yelerde 6 Arsa, 5 Bina, 13 Daire, 51 Taşınmaz ve bir dükkân.

OTADOĞU TEKNOPARK A.Ş.
Manisa-Saruhan da 1 tarla, Adana ve Gebze de 3 taşınmaz, Elbistan da 1 arsa, 1 bina, Konya-Ereğli de 1 arsa, 1 bina, Erzurum da1 daire, muhtelif illerde 3 arsa, Konya da 1 dükkân, Kırıkkale ve Manisa da 2 taşınmaz.

KTHY
EBÜAŞ’ ait 6 tane taşınmaz
BAŞAK SİGORTA,BAŞAK EMEKLİLİK A.Ş.
TEDAŞ’a ait Zonguldak’ta 19 pilon yeri, 144 taşınmaz, Manisa Kula da ve İstanbul Beykoz da 2 direk yeri, TEDAŞ-USAŞ hissesi.

Taşucu Liman Tersane Alanı,
İSKENDERUN LİMANI
İZMİR LİMANI
Ataköy Yat Limanı ve İşletmesi A.Ş.
Ataköy Otelcilik A.Ş.
Kuşadası Tatil Köyü,
HİLTON OTELİ
EMEKLİ SANDIĞINA AİT OLAN:
Çelik Palas Oteli,
Büyük Ankara Oteli,
Büyük Efes Oteli,
Kızılay Emek İş Hanı,
Büyük Tarabya Oteli.
ARAÇ MUAYENE İSTASYONU 1. BÖLGE,
ARAÇ MUAYENE İSTASYONU 2. BÖLGE,
ANKARA DOĞAL ELEKTRİK ÜRETİM ve TİCARET A.Ş.’ye ait:
TERCAN Hidroelektrik Santrali
KUZGUN Hidroelektrik Santrali,
MERCAN Hidroelektrik Santrali,
İKİZDERE Hidroelektrik Santrali,
ÇILDIR Hidroelektrik Santrali,
BEYKÖY Hidroelektrik Santrali,
ATAKÖY Hidroelektrik Santrali,
DENİZLİ Jeotermal Santrali elden çıkanlar.

AKP İktidarının satmayı planladığı ihalesi tamamlanmış plan kurumlar:
T.C.D.D. İZMİR LİMANI
TEKEL’E AİT 1 TAŞINMAZ,
PETKİM PETROKİMYA HOLDİNG A.Ş.
T.C.D.D. DERİNCE LİMANI,
SÜMER HOLDİNG A.Ş.’YE AİT MAZIDAĞI FOSFAT TESİSLERİ,
SÜMER HOLDİNG A.Ş.’YE AİT NİTRO-MAK MAKİNA KİMYA NİTRO NOBEL KİMYA SANAYİ,
SÜMER HOLDİNG A.Ş.’YE AİT BARİT ÖĞÜTME TESİSİ.

AKP İktidarının satmayı planladıkları işlemleri süren kurumlar aşağıda:
EDİRNE-İSTANBUL Oto Yolu,
POZANTI-TARSUS-MERSİN Oto Yolu,
TARSUS-ADANA-GAZİANTEP Oto Yolu
TOPRAKKALE-İSKENDERUN Oto Yolu,
İZMİR-ÇEŞME Oto Yolu,
İZMİR-AYDIN Oto Yolu
GAZİANTEP ŞANLIURFA Oto Yolu
İZMİR VE ANKARA ÇEVRE Oto Yolu
BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ
FATİH SULTAN MEHMET KÖPRÜSÜ

Bütün enerji alanında bulunan işletmeler:
BAŞKENT DAĞITIM A.Ş.
SAKARYA DAĞITIM A.Ş.
TEDAŞ’ ait 29 bölgedeki Elektrik Dağıtım A.Ş. sırasıyla:
İstanbul Anadolu Yakası A.Ş.
Engil Gaz Türbinleri Edremit-Van,
Denizli-Sarayköy Jeotermal Santrali,
Ataköy Hidroelektrik Santrali Tokat-Alamus,
Bakırköy Hidroelektrik Santrali Eskişehir-Sarıcakaya,
Çıldır Hidroelektrik Santrali Kars-Arpaçay,
İkizdere Hidroelektrik Santrali Rize-İkizdere,
Kuzgun Hidroelektrik Santrali Erzurum-Ilıca,
Mercan Hidroelektrik Santrali Tunceli-Ovacık,
Tercan Hidroelektrik Santrali Erzincan-Tercan,
Akdeniz Elektrik A.Ş.
Aras Elektrik A.Ş.
Çoruh Elektrik A.Ş.
Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş.
Fırat Elektrik Dağıtım A.Ş.
Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş.
Göksu Elektrik Dağıtım A.Ş.
Çamlıbel Elektrik Dağıtım A.Ş.
Menderes Elektrik Dağıtım A.Ş.
Osmangazi Elektrik Dağıtım A.Ş.
Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş.
Uludağ Elektrik Dağıtım A.Ş.
Van Gölü Elektrik Dağıtım A.Ş.
Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.
İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım A.Ş.
Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş.
Trakya Elektrik Dağıtım A.Ş.
Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş.
Meram Elektrik Dağıtım A.Ş.
MİLLİ PİYANGO İDARESİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (MPİ)
TEKEL’e ait Anadolu’ya yayılmış 103 işletme ve Dağıtım-Pazarlama Müdürlükleri top yekûn satılmaya hazır halde...

Tümas Türk Mühendislik Müşavirlik ve Müteahhitlik A.Ş
Bumas-Karaman Bulgur Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Beslen Makarna Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.

PETKİM’E ait Yarımca Sosyal Tesis Alanındaki Yarımca Köyü Tesisleri.
ŞEKER FABRİKALARI: Afyon, Ağrı, Alpulu, Ankara, Bor, Burdur, Çarşamba, Çorum, Elazığ, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Ilgın, Kars, Kastamonu, Kırşehir, Malatya, Muş, Susurluk, Turhal, Uşak, Yozgat Şeker Fabrikaları Satılacaklar...

MAKİNA FABRİKALARI:
Ankara Makine,
Erzincan Makine,
Turhal Makine Fabrikaları satılacaklar...
Elektromekanik Aygıtlar Fabrikası,
Afyon Tarım İşletmeleri,
Sarımsaklı Tarım İşletmeleri,
Tohum İşleme Fabrikası.

AB ülkelerini oluşturan devletlere göre yabancı sermaye iştirakleri:
Almanya %5, İtalya %8, İspanya %10, Halanda %11, Danimarka %17, Avusturya %19, Fransa %19 Yunanistan %20’dir.

2002’ye kadar bunların hepsi Türk’tü. 6 yılda Türklüklerini kaybettiler. Şimdi hangi devletlerin olmuşlar aşağıdaki listeye bir bakalım:

TÜRK TELEKOM: Arap-Lübnanlıların,
AVEA: Lübnanlılara,
TELSİM: İngiliz-Vodafon’un oldu.
TÜRKCELL: Yarısı Fin-Rus ortaklığına,
KUŞADASI LİMANI: İsrail’e satıldı.
İZMİR LİMANI: Hong-Kong’lara,
ARAÇ MUAYENE İŞİ: Almanlara,
BAŞAK SİGORTA: Fransızlara,
İETT GARAJI: Dubailere,
PETKİM: Ermenilere ( ‘Kazaklara satıyoruz’ dendi, Ermenilere satılmış meğerse)
TÜRK İÇKİSİ RAKI: Amerikalılara,
BEYMEN: Yarısı Amerikalılara,
ENERJİSA: Yarı Hissesi Avusturyalılara,
ECZACIBAŞI İLAÇ: Çek Cumhuriyetine,
İZOCAM: Fransızlara,
TGRT (FOX): Amerikalılara,
DEMİRDÖKÜM: Almanlara
DÖKTAŞ: Fransızlara,
SÜPER FM: Kanadalılara satıldı

Bir zamanlar aşağıdaki bankalar Türk’tü; 2002’den beri Türklükleri bitti:
GARANTİ BANKASI: Yarı hissesi Amerikalılara satıldı, (ABD GE Consumer Finance)

YAPI KREDİ BANKASI: Yarı hissesi İtalyaların oldu, (UniKredit)
ŞEKER BANK: Kazakların, (Bank Turan Âlem)
DIŞBANK: Hollandalıların, (Fortis Bank)
TEKFENBANK: Yunan’a (EFG Eurobank)
FİNANSBANK: Yunanlılara, (National Bank of Greekce)

ALTERNATİFBANK: Yunanlılara satıldı (Yunanlılar bize Atina’da Ziraat Bankası Şubesi bile açmamıza izin vermezlerken, bizimkiler onlara üç tane baka sattılar)

MNG BAK: Lübnanlılara satıldı,
TEB: Fransızlara satıldı, (BNP Paribas)
ADABANK: Kuveytlilere, (The İnternational İnvestor Şirketi)
TÜRKİYE FİNANS: Kuveytlere,
DENİZBANK: Belçikalılara,
OYAKBANK: Hollandalılara.
CBANK: İsraillilerin,

İslami sermayeli Arap ortaklığı
ALBARAKA TÜRK: Arap İslamcı sermayenin,
KUVEYT TÜRK: Arap İslamcı sermayenin

ATO Başkanı Sinan Aygün’e göre Türk bankalarının % 32,19’u yabancıların eline geçmiş durumda... Eğer Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıflar Bankası gibi dev devlet bankaları da %50 hisseleriyle satılsa bile, Türkiye’deki bankaların yabancılık oranı %66 olacağı hesaplanıyor...

Ne yaptılar? “Babalar gibi satarım” dediler sattılar. Satılarda bu millete faydası ne oldu? Gönence mi boğuldu. Ümüğüne kadar buhranla boğuşan bu millet krizden mi kurtuldu?

Satılanın elden çıktığıyla kalındı, tapuları yabancıların oldu...
Enerji şebekeleri, Telefon İşletmecilikleri, Oto Yollar, Limanlar, Bankalar, Bütün ülkenin madenleri satıldı. Hidroelektrik Santralleri, Barajlar, Tarım Arazileri, Yalılar, Villalar, Siteler, Dev binalar satıldı.  Birçok İş Merkezleri, Birçok İş Hanları, Sigortacılık Şirketleri, İlaç Sanayi, Petrokimya Tesisleri, Oteller, Moteller, Radyo ve Televizyonlar hepsi satıldı. Kumaş Dokuma Fabrikaları, Çimento Fabrikaları, Şeker Fabrikaları, Tekele ait Rakı, Tütün İşletmeleri, Tuz İşletmeleri satıldı. Gıda alanında faaliyet gösteren fabrikalar, Et Ve Balık Kurumlarının tamamı, Et ve Süt Ürünleri Tesisleri tamamı, Petrol Ofisi ve Petrol İşletmeleri Rafineriler Kâğıt Sanayi İşletmeleri bir bir satıldı... Satıldı da ne oldu; Halk refaha mı ulaştı? Yok. O zaman neye satıldı aklım almıyor?

NOT: Türk Öğer Koç diye bir arkadaşla tanıştım. Her şey e muhalif bir arkadaş. Onunla pek anlaştığım söylenemez... Ama Türk Öğer arkadaşımın “Güneş Hüzünlü Batar” adlı  bir kitabı çıktı. O kitabıyla çok iyi anlaşıyorum. Kendisine teşekkür ederim. Bana yararı oldu bazı kaynaklarda...

İlk 8 yıllık iktidarı döneminde AKP özelleştirmeleri.
MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak’ın özelleştirmeye dair verdiği soru önergesine Devlet Bakanı Ali Babacan’ın verdiği bilgilere göre Türkiye’de Özelleştirme Başkanlığı (ÖİD) adı altında 58, 59 ve 60. hükümetler tarafından satılan devlet malları.

Özelleştirme uygulamaları ilk defa 1986 yılında başlanır. Türkiye 24 yılda 39 milyar 600 milyon 581 bin dolarlık özelleştirme yapmıştır. Bu özelleştirmenin 30 milyar 734 milyon dolarlık bölümü AKP Hükümetinin 8 yıllık döneminde gerçekleştirmiştir. Yani genel özelleştirme açısından baktığımızda AKP Hükümeti % 77. 6 oranında özelleştirme yapmıştır.

AKP Hükümetleri döneminde gerçekleştirilen satışlardan 30 milyar 305 milyon 160 bin dolarlık satış gerçekleştirilmiştir.

1986 yılından bu yana gerçekleştirilen toplam kamu varlıkların satış bedeli 39 milyar 600 milyon 581 bin dolar. AKP’nin başında bulunduğu 58. 59. ve 60. hükümetler döneminde yani 8 yıl içinde, özelleştirme uygulaması yoluyla:

8 milyar423 milyon dolarlık satışla başı çeken TÜRK TELEKOM olur.
4 milyar 594 milyon dolarla TÜPRAŞ olur.
2 milyar 779 milyon dolarla ERDEMİR olur.
2 milyar 320 milyon dolarla özelleştirilen PETKİM olur.
1 milyar 720 milyon dolara TKEL’E AİT 6 SİGARA FABRİKASI satılır.

930 milyon dolara TEKEL’E ait çeşitli illerde bulunan 140 taşınmaz kıymetli menkuller satılır.

Lafazanlıkla ünlü Başbakan “Şimdiye kadar çivi çakmayanlar” der durur ya, 8 yıllık iktidarda kalmanın rahatlığını satmakla bitiremediği  “çivi çakmayanlar” diye iftira attığı hükümetlerce yapılan kurumlardı. Bu kurumların satışından 8 yılda 30 milyar 734 milyon dolara satıştan kasasına koyduğudur.  

Yabancılara satılmış Türk Bankaları:
2004 yılından bu yana Türkiye’de 13 banka yabancılara çeşitli nedenlerden dolayı satılmış ya da hissedar edilmişlerdir. Bundan dolayı Türk Bankacılık sektöründe yabancı payı % 45 üzerine gelmiştir.

Satılan Türk Bankalarından TEB % 50 hissesi Fransız BNP Paribas’a, Dışbank Fortis’e, Denizbank Dexia’ya, Oyakbank İNG’ye, Alternatifbank Alpha Bank’a, Şekerbank Turan Âleme, Tekfenbank EFG Eurobank’a satılmışlardır. Öteki yarı hisseleri satılan bankalar ise: Akbank, Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası gibi bankalardır.

Recep Erdoğan ve hükümeti: “Özelleştirmeden 49 milyar dolar elde ettik” diyorlar. İyide bu bir övünç kaynağı değil ki. Sen kalkıp evdeki eşyaları satmakla gelir elde edilmiş olur sayılır mı?

İşte gelinen son nokta...
AKP 2002’de iktidara geldiğinde Türkiye devletinin borcu 214 milyar dolardı.

AKP 8,5 yıllık iktidarında bu devlet borcu 558 miyar dolara yükseltilmiştir.

1923- 2002 yılları arasında, savaş ve darbe yılları dâhil Türkiye de ortalama büyüme %4,9 iken AKP’nin 8,5 yılda bu büyüme oranı %4,1’e düşmüştür.

1923’den 2002’ye devletin ödediği faiz 125 milyar dolar iken 2002- 2008 arası bu rakam 635 milyar dolara yükselmiştir.

2002’de vatandaşların bankalara borcu 6 milyar dolar iken 2011 yılında bu rakam 170 milyar dolara erişmiştir.

2002’de 10 bin kişi devlete borcunu ödeyemez iken, bugün bu durum 625 bin kişiye yükselmiştir.

2002’de işsizlik %8 iken 1011’de %13 olmuştur
2002’de yoksul sayısı 8 milyon iken bugün 12 milyondur.
2002’de dış ticaret açığı 18 miyar dolar iken bugün 72 miyar dolar olmuştur.

Öve öve bitiremedikleri Türk Ticareti başarılı gibi gösteriliyor. 2010 geçen yılın kesinleşen rakamlarına göre, 11 aylık döviz açığı (cari açık) 41,6 milyar dolar
Dış Ticaret açığı 12 aylık 71,5 milyar dolar (Cumhuriyet dönemi rekoru)

AKP’den önceki en kötü dönem 2002’de cari açık 0,6 milyar dolar. Yani 600 milyon dolar. Ticari açık ise 15 milyar dolar olarak teslim edilmiştir Recep Erdoğan’a Şimdi ise 65 milyar dolardır.


TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...