TÜRKLER
ARASINDA DIŞTAN GİREN DİNLER ve ETKİLERİ
Türkler
bulundukları bölgelerde dıştan giren dinlerin etkisi altında olduğu
görülmüştür. Orta Asya’da değişik yüz yıllar içinde Budist, Mazdek, Mani,
Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinin etkisi altında kalmıştır.
BUDİZİM;
Bir
örnek verirsek, Yüçen Türkleri kuzey Hindistan bir imparatorluk kurarlar. Yüeçi
hükümdarı Kanişka, siyasi bir gereklilik üzerine Budizm’i kabul eder ve
Budizm’in yayılmasına destek sağlar. Budizm’in gelişmesi için dış devletlere heyetler
gönderir. Dahi sikkeler üzerine de Buda’nın resmini koyacak kadar da
dindarlıkta ileri giderler.
Hiouen-Tsang
adlı Çin’li gezgin, M.S. 7. yüz yılda Kuzey Hindistan’ı ziyaretinde tanık
olduğu olaylardan biri, “Kanişka” adının Budistler arasında en büyük veli gibi
takdim edilir olduğunu yazar.
Yine
başka bir Baktriyan’ı ziyaret eden Fa-Hiya adlı Çinli M.S. 402: “Kanişka tarafından inşa edilmiş birçok dini
müesseseler gördüğünü” kaydetmiştir. Bir
başka Budist tarihçi bilgin Sanang Seçen, Kanişka’dan şefkat ve atıfet kralı
unvanı ile söz eder...
Dahi,
Çin de büyük bir hükümdarlık kuran Topa Türklerinden Vei’ler döneminde Kuzey
Çin’de ki Türkler arasında yayılır. Vei hükümdarlarının Budizm’e olan
mecburiyetleri, sanat ilişkilerinde çok önemli sonuçlar verir. Türkler arasında
bayındırlık, resim ve heykeltıraşlık anlayışı gelişir, Kuzey Çin’de muazzam
dini mabetler meydana getirirler.
M.S.
6. yüz yılsonlarına doğru da Tukyu Kağanı Topa, Budistliği kabul eder; Orta
Asya Türkleri arasında yayılmasını sağlar ve başkentinde büyük bir mabet
(Kia-Lan) yaptırır. Bu mabet Orta Asya da yapılan ilk “Sangharama”
olur. Her ne kadar Tukyu Kağanı Topa, tutucu Budist biri olmasına rağmen,
kendisinden sonra bu din Tukyu’lar arasında yaşayamaz. Daha Sonraları Budizm’i
Uygur Türkleri kabul ederler ve öteki Türkler arasında yayılmasını sağlamaya
çabalarlar.
Gezginci
Rübrük M.S. 1253, İli şehri kuzeyinde, Kayalık şehrinde (Türk-Moğol
imparatorluğunun ilk dönemlerinde) Budist dininde Uygurlara rastladığını
kaydeder.
ZERDÜŞT
DİNİ;
Zarahustra
(Zerdüşt) tarafından İran’da meydana gelmiş olan Mazda dini, Seyhan ve Ceyhan
nehirleri çevresinde ve Baktriyan dolaylarında ki Türkler arasına sokulmuştur
ama bu sahaları aşamamıştır. Arap istilaları zamanında Fergana, Buhara, Semerkant,
Belh ve Harzem bölgelerinde de Ateşperestler bulunduğu bilinmektedir.
MANİ DİNİ;
M.S.3.
yüz yılın sonlarına doğru İran’da alana çıkmıştır. İlk kez 6. yüz yılda Türk
illerine doğru yayılmaya başlamıştır. Birkaç dinin karışımı olan Mani dini, bir
ara Uygurların resmi dini olur. Seyhan ve Ceyhun nehirleri dolaylarında da pek
çok taraftar toplar.
8.
Yüz yılda Uygur Kağanlığında bulunan Böğü Kağan (M.S. 762) Kuzey Çin’e yaptığı
bir gezi sırasında, Soğut taraflarından buralara gelerek ticaretle uğraşarak ve
aynı zamanda Mani mezhebi misyoneri olan Soğdakları alarak sarayına getirir.
Bunlardan Mani dinin mahiyetini ve geçeklerini öğrenir ve Mani dinini kabul
eder. Uygurların en zengin ve en mesut ve medeniyet itibariyle en yüksek
dönemleri Mani dininin kabulünden sonra başlamış ve bu kutluluk yüz yıl
sürmüştür.
HIRİSTİYAN
DİNİ;
Hıristiyanlığın
Türklerle ilk ilişkisi Nesturiler vasıtasıyla olmuştur. Aforozlanan İstanbul
Patriği Nesturiyusun taraftarları Doğu Roma İmparatorluğu ülkesinden kaçarak
İran Hükümdarına sığınırlar. Horasan’da bunlar ilk defa (Merv) bir
metropolitlik inşa ederler.
Sonra
da Semerkant piskoposluğunu kurarlar. Buradan da M.S. 5. yüz yıllarında Nesturi
misyonerler Türk illerine yayılarak oldukça çok taraftar kazanırlar.
M.S.
762 tarihinde Orhun dolaylarında, Uygurlara ait bir Çince kitabede, Uygur
Kağanı İdi Kut’un, Nesturiliği öğretmek için Çin’den Nesturi rahipler
getirttiği belirtilmektedir. Selçukluların da, İslamiyet’i kabulünden önce
Hıristiyan oldukları söylenmektedir.
YAHUDİ
DİNİ;
Orta
Asya Türkler arasına Hıristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğundan kovulan
Nesturiler tarafından sokulmuşsa, Yahudilikte benzer biçimde, Doğu Roma
(Bizans) İmparatorluğu sınırları dışına çıkarılan Yahudiler, Hazarlara iltica
ederek sığınırlar. Sonra Yahudiler, orada da dinlerini geliştirilmesine
çalışırlar. Dahi Hazar Kağanına, Hazarlılara Musa dinini kabul ettirmeye
çalışırlar ve başarılıda olurlar. Şu günümüzde Türk dilli Yahudi Hazarlar ve
Kırım sınırları içinde bulunan ve Karaim denilen Musevi Türkler bu koldandır.
İSLAM DİNİ;
Halife
Ömer zamanında İslam ordularının doğuya yönelişi ve Kaddisiye savaşları,
İran-Sasanileri ile Arapların Nihavent meydan çarpışmalarında, İranlıların
Araplar karşısında direnişlerinin kırılması sonucu, bütün İran toprakları Arap
istilası altına girmesiyle İslam dininde İran topraklarında gelişmesini
sağlamıştır. İran Hükümdarı Yezdicürd’e, Araplar karşısında Belh önlerindeki
mücadelesi sonuçsuz kalır; başarı Arapların olur. Böylece Horasan’da
İranlıların elinden çıkar, Arap yönetimine girer. İşte tam hal böyle olunca,
Arap orduları Ceyhun boylarına; Türk sınırlarına dayanmış olurlar.
Tam
bu sırada M.S. 6 yüz yıl ortaları, doğu-batı olarak ikiye ayrılmış olan
Tukyular devri; Orta Asya Türklüğü istenmeyen sonuçlar içinde çırpınıyordu.
Sint havzası küçük-küçük beyliklere bölünmüştü. Bunların başında Soğut, Buhara,
Tohoristan, Esruşne, Şaş, Keş, Fergana, Heytal, Çanbülistan, Komet, Vahan,
Odiyana küçük beylikleri idi. Bu beylikler kendi aralarında bir birlik
sağlayamadılar; İşgalci Araplara karşı bir direnç sergileyecek durumda
değillerdi. O nedenle Ceyhan ve Seyhan nehirlerini aşmada ve Sint dolayları
Arap yayılmacılara karşı açık demektir...
Zalimlik
ve zulmet, Halife Ömer’den sonra Araplar arasında var olan husumet, Muhammed’in
en büyük düşmanı Ebu Süfyan oğlu Muaviye’nin İslam halifeliğine hile, desise ve
zor kullanarak geçmesiyle, Emevi hanedanlığının eline İslam’ın en yüksek
halifelik makamı geçmiş olur.
Arapların,
Halife Ömer’den sonra iç çekişmeleri yüzünden Arapların doğuya yürümeleri bir
müddet durdurulur. M.S. 681 yılında bu fırsatı değerlendiren Eski Tukyu
hanedanı prenslerinden Kutlu Kağan, yeniden Türkleri toparlar ve Türk devletini
gönence boğar.
Ne
zaman Emevi Halifelerinden Abdülmelik’in menşur zalim Haççaç’ı, 698’de Horasan
valiliğine atar. O zaman Moğolistan’dan Seyhan boylarına kadar uzanan alanlarda
Kutlu Kağan sülalesi yönetiminde bulunuyordu.
Horasan
valisi zalim Haççaç, Türk illerini istilaya memur atadığı, yine zalim
Kuteybe’yi bu bölgeye (M.S 705) gönderir. Kuteybe’nin Horasan valiliği
zamanındaki Araplar Türk illerine doğru ilerlemeye başlarlar.
Türkler,
istilacı, çapulcu, yağmacı Araplara karşı direnç göstermişlerdir. Böylece
çapulcu Arap ordularına karşı Türkler, yıllarca vicdani, siyasi ve kültürel
özgürlüklerini korudular. Emevilerin kan emici kumandanları Türkistan da seller
gibi Türk kan akıttılar; on binlerce ocaklar
söndürdüler. Öyle olduğu halde, Araplar İslam dinini bir türlü bu bölgelere
sokamadılar...
Kuteybe,
her geçtiği Türk yurtlarını, Türk kanıyla bulayan bir acımasız zalimdi. Ceyhun
nehri ile Buhara şehri arasında ticaret ve zengin servetli ünlü Baykent kentini
yağma ettikten sonra, her ne varsa yakıp yıktırır. Daha sonra da, Talkan,
Toharistan, Fergana, Buhara ve Semerkand gibi Türk kentlerini yağmalayarak
harabeye çevirir. Bu kentlerin içinde yaşayan Türk halkından, genç-yaşlı,
çoluk-çocuk katlettirir, genç kadın ve kızları da cariye olarak Şam saraylarına
gönderttir.
Ve
dahi kültür katliamı da yaparak, Türklerin ibadethanelerinde bulunan çok
kıymetli altın ve gümüşten yapılmış heykelleri, şamdanları eritilip sikke
yapılmak üzere Şam saraylarına yıllarca deve yükleriyle taşınır; Türkün el
emeği, göz nuru eserleri tarihten böylece silinir gider.
13
yıl boyunca doymadan Türk kanı dökerek Emevilere şan ve şöhret kazandıran
zalim, nankör Kuteybe, Arap halifesi Süleyman, Kuteybe’nin Türklerin çok
değerli altın, gümüş yağmalanmasından fazla kuvvetlenmesine ve bu kuvvetini
kendine karşı “kötüye kullanır” kuşkusuyla Kuteybe’yi, kardeşlerini ve bütün
ailesiyle birlikte M.S. 717 yılında öldürtür.
Yerine
geçen yeni Arap genel valisi Yezit bin Muhallep’te selefinin yolunu takip
ederek, Türk illerinde yağmalama, katletme niyetlerinden İslam dinini bölgeye
yaymanın önüne geçer. Bu kişide, Halife
Yezit bin Abdülmelik’in emriyle bütün hanedanı ve çevresiyle birlikte Kuteybe’nin
akıbeti gibi imha edilerek ortadan kaldırılır...
Bu
durumdan yararlanan Türk Bilge Kağan ve kardeşi Kül-Tegin ile birlikte İrtiş
nehrini geçerek, Arapların tehdit ve zulmünden biraz olsun uzak kalarak
Maveraünnehir (Amu Derya, Sırı Derya, diğer adları, Ceyhan ve Seyhan nehirleri)
ötesinde Türkleri toparlar. Lakin bu
devlette (M.S.745) iç karışıklıklar yüzünden yıkılınca, tekrar Arapların istila
tehdidiyle karşı karşıya gelirler. Bu da Orta Asya Türklüğü için pek feci olur.
Bundan vazife çıkaran Çinliler, doğudan batıya doğru, Araplar da batıdan doğuya
doğru ilerlemeye başlarlar. Bu iki kıskaç arasında sıkışır kalırlar
Türkler.
Kuteybe’nin
Türk ülkelerinde yaptığı zalimlikleri anlatan ve Türk tarihine ışık tutan belge
niteliğinde olan, “Vezir Tonyukuk ve
Bilge Kağan yazıtları” Kuteybe’nin Türk
illerinde; Türklere yaptığı kötülüklerden dolayı M.S. 632’de Bengi Taşlara
yazılır.
Türk
illerindeki Arap yağmacılığı öylesine çekici hale gelmişti ki, yağma yapmak
için Türk öldürmek, şehirleri harabeye çevirmek zevk verir hal almıştı. Çünkü
talan ve yağmalama olayı öyle korkunç boyutlara ulaşmıştı ki, Türk illerindeki
yağmadan zengin olan Araplar, Türklerin Müslüman olmalarını asla istemediler;
asla Türk illerinde İslam dinin yayılması değildi amaçları. Türk illerini yağma
ve kıtaldi. Her şeye rağmen, Arapların Türkleri Müslümanlaştırma diye bir
amaçları olmasa da, Türkler, Arap yağmacılarından kurtulmak için kendiliğinden
İslamlaştılar.
Arap
ordularının insafsız muameleleri Türk halkını Araplardan ve temsil ettikleri
dinden uzaklaştırıyordu. Dahi Araplar; bazı Müslüman olmuş Türklere bile eziyet
etmekten ve ezmekten çekinmiyorlar; zevk alıyorlardı. Bu halleri gören Türk
halkı, İslam’a uzak kalıp bir türlü Müslümanlığa ısınamıyordu, İslam gibi
görünüp, eski dinlerini İslam dini altında örtüleyerek sürdürmeyi
yeğliyorlardı.
Türkler,
ne zaman Araplardan uzak, kendi ırkdaşları hükümranlığı ellerine alınca,
kitleler halinde Müslümanlığı kabul etmeye başladıkları olur. Böylece İslam,
Orta Asya Türkleri arasına Arap zulmüyle değil de ırkdaşlarıyla sokulur. Halife
Ömer zamanında Kafkaslar ve kuzey Türklerine giremeyen Müslümanlık, yine kendi
ırkdaşları olan, Kafkas ve Hazarlara sığınan Müslüman Harzem Türkleriyle girer.
Çok kısa zamanda İslam, Volga nehri kıyılarına kadar uzanır, Kumanlar ve Bulgar
Türkleri de Müslümanlaşırlar.
Demem
o ki; İslam dini Türkler arasına kendi ırkdaşları Samaniler, Ceyhun nehrinin
öte tarafında (Maveraünnehir) bir İslam devleti kurmalarıyla olur. Orta
Asya’nın Çok geniş sahalarına dağılmış bulunan Türk budunları olan Karluklar,
Türkeşler, Oğuzlar İslam’a öyle ısınırlar. Sonuç olara M.S. 9. yüz yılda çok
büyük bir kısım Türkler İslamlaşmış olarak tarih sahnesine çıkarlar.
İslamlaşmadan
Onların din anlayışında resim yapmak dinen günah sayılmazdı. İslam olmakla
birlikte: “Yaratıcının yaratılmış resmi tasvir edilemeyeceği” gereği Onlar taşlara ilk zamanlar süsleme
sanatında hayvan ve insan figürleri yapmalarını engellemez. Ama İslamlaşan
onların resim sanatında bir gerileme görünür; zamanla sertleşen din ile resim
yapma eğilimi kırılır; yerini ebru sanatı gibi soyut sanatla ilgilemeler ve
arabesk yazıyla (hat) bezemeler alır ta ki cumhuriyet dönemine kadar.