3 Aralık 2015 Perşembe

SAKANDİNAVYALI ODİN ve KÖKEN İDDİALARI


Prof. Sven Lagerbring (1707-1787)
      İsveç’in ilk tarih Profesörü

Profesör Sven Lagerbring 1707 Güney İsveç’te Sven Bring ola­rak doğdu. Lund Üniversitesi’nde okudu. 1741’de Lund Akademisi sekreteri, 1742’de tarih profesörü oldu. 1748, 1755 ve 1769 yıllarında Lund Üniversitesi rektörlüğünü yürüttü. 1764 yılında küçük  “Bref till Cancellie Rådet och Råddaren Herr Joh. Ihre om Svenska och Turkiska Språkens Likhet” (İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri Hakkında Müsteşar ve Şö­valye Bay Johan Ihre’ye Mektup) kitapçığını yazdı. Bu kitabı yazmasından beş yıl sonra 1769’da kendisine asalet verildi. Artık hem müsteşar hem şövalye idi. Soyadına bir de  “Lager” eklendi. “Lagerb­ring”  oldu. Böylece saygınlık kazanan Lagerbring tanınmış bir İsveç tarih­çisi olur. Dahi, İs­veç Lund Üniversitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih profesörü olur. Bundan dolayı Lund Enstitünün logosunda onun bir resmi var dahi, Üniversite bahçesinde büstü diki­li, aynı enstitü salonlarında tabloları asılıdır.

İskandinavların Türk olduğunu söyleye­n Prof. Sven Lagerbring: Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Eleştirme gereği duymuyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak gösteriyorlar.”

24 Şu­bat 2007 tarihinde doğumunun 300. yılı Lund, Uppsala ve Stockholm’de kutlandı. Pek çok konuda seminerler, konferanslar düzenlendi. 300. doğum günü kutlama programı için hazırlanmış bir tanıtmada şu sözcükler göze çarpıyordu: “Günü­müzde, kaynaklara eleştirel yaklaşmak ve gerçekleri aramak, istenen sonuçlara hizmet etmeye yönelik, değişik bir içerik kazandı. Lagerbring için ise, sonucu ne olursa olsun gerçeğin kendisi önemliydi. Tarih güvenilir olmalıydı. Aynı zamanda da insanı insan yapacak öğretileri elden ele ulaştırmak gerekliydi.”

Prof. Sven Lagerbring
Prof. Sven Lagerbring’in en önemli ese­ri dört ciltlik “İsveç imparatorluğu Tarihi”dir. En Eski Zamanlardan Bugüne  “Svea İmparatorluğu Tarihi” (Swea Rikes Historia Från de Åldsta Tider Till Nårvarande) adlı 4 ciltlik, her biri en az altı yüz sayfan fazla olan bu tarih kitabını 1769-1783 yılları arasında yazıp yayımlamış­tır. Profesör Sven Lagerb­ring 1787 yılında ölmüştür. 80 sayfalık bölüm ölümünden çok sonra, 1907’de yayınlanabilmiştir. Lagerbring yazdığı tarih kitabının birinci cildinde, 1060’dan 1474 yılına dek Oden ve onun ha­nedanlığı olan Ynglinge krallarının hü­küm sürdüğü Viking tarihini anlatmaktadır.

Buradaki en önemli dayanağı İzlan­dalı siyasetçi, tarihçi, yazar Snorre Sturlesson’un, “Edda”  adı altında kitabında topladığı İskandinav mitolojisi, söylenceleri, masalları, destanlarıdır. Ayrıca bunların güvenilirliğini sorgulamış, kendinden önceki değişik yerli yabancı tarih­çilerin verdiği ve Sturlesson’un anlattıkla­rıyla çakışan bilgiler ışığında bunların güvenilir olduğu sonucuna varmıştır. Hem Sturlesson’a ve hem de Lagerbring’e göre Oden ve halkı Türkler ve As­yalılardır.

İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri Hakkında Müsteşar ve Şövalye Bay Jo­han Ihre’ye Mektup kitabını, tarih kitabını yazmadan 5 yıl önce yazmış ve Oden ve yanındakilerin Türk olduklarını Snorre Sturlesson’un yazılarına, Kuzey söylencelerine, masallarına ve destanlarına da­yanarak kanıtlamak istemiştir. Daha da ileri giderek İsveççe ile Türkçe arasında­ki benzerlikleri incelemiştir. Kitapçık Jo­han Ihre’den görüş bildirmesi ricası ile son bulmaktadır. En son bir notta da ya­zar, Grekçe ve Şark dilleri profesörü Sven Johan Munthe’ye de başvurduğu­nu ve dillerin tür ve yapılarıyla ilgili konu­larda doğrulandığını ekliyor. (1)

Prof. Johan Ihre’nin tüm eserlerinin, mektup ve yazı­larının arşivlendiği Uppsala Üniversitesi 
El Yazma Eserler ve Müzik Bölümü’nün görevlilerinden Håkan Hallberg’in verdiği yanıt ise şöyleydi: “Ihre bu mektuba 17 Aralık 1764’te yanıt vermiştir. Burada bazı dil konularının tartışıldığı sanılmak­tadır. Aradığınız mektup bu olsa gerek. Ama ne yazık ki bu mektup kaybolmuş. Dostça selamlar.”

Snorri Sturluson, (1178-1241)
Batı İzlanda’da doğan İzlandalı tarihçi, şair ve Siyaset adamıydı. İzlanda parlamentosu, Althing'de iki kez kanun konuşmacısı olarak katılmıştır. En ünlü yapıtı Nors mitolojisi olan “Edda” nın yazarıydı. Bu ünlü yapıtı ile ilgili “Gylfaginning” (Gylfi ile dalga geçilmesi), şiir dili ile ilgili Skaldskaparmal ve mısra çeşitlerini anlatan “Hattatal”  bulunuyordu. Ayrıca “Heimskringla” adlı Norveç krallarını İskandinav tarihi doğrultusunda anlatan kitabın da yazarıydı. Metotları ve stili doğrultusunda  “Egil'in Sagası” 'nın da yazarı olduğu düşünülmektedir. The name of Snorri Sturluson holds a special place of honour in the literary history of medieval Iceland.Snorri Sturlusson, Norveç hükümdarı sarayında büyük saygı ve zevkle ağırlanırdı. Sonuç, Eylül 1241’de Reykjaholt de kendi evinde öldürüldü.

İsveç tarihine ışık tutan Profesörü Sven Lagerbring’in kaynağı olan Snorre Storlesson, İzlanda önderlerinden Sturla Thordarson’un oğludur. 1179 yılında doğmuş ve 3 yaşındayken Latin okulunda eğitime başlamış ve ünlü bir hukukçu, tarihçi ve ozan olmuştur. 36 yaşında İzlanda’nın saygın “lagman” (yasa adamı) hâkim olmuş ve “storman” (yüce adam) (reis) adı ve­rilen önderlerinden biri oldu. Pek çok kez Norveç’e giderek Norveç kralının sara­yında bilim ve edebiyat ile uğraştı, İzlan­da’da ayaklanma ve huzursuzluklar baş gösterdiğinde Norveç kralının şiddet kul­lanmasını önlemek ve barışçıl yollarla so­runu çözmek için İzlanda’ya döndü. An­cak ne bağımsızlıkçılara ne de Norveç kralına yaranabildi. Bağımsızlıkçılara destek olduğu gerekçesiyle öldürüldü. Öldürenler de en yakınındaki İzlandalı işbirlikçilerdi.

Snorre Sturlesson, İzlanda ve İskandinavya sözlü destanımsı anlatılarını ve tarihi olayları topladığı “Edda”  eserinde toplayarak yazılı hale getirmekle ün yapmıştır.

Orada anlattığı “Ynglinge Saga”  1100’lü yılların bir Hıristiyan şiiri değildir. 800’lü ya da 900’lü yıllardan gelen eski bir destanlarıydı. 800 yıl önce İzlanda’da ya­şayan en bilgili kişilerden biri olan Snorre’nin bunları uydurmuş olabileceği dü­şünülemez. O aynı zamanda mükemmel bir kültürel terbiye almış olan bir hukuk­çuydu, herhangi sahte bir şey­le halkının tepkisine neden olabilirdi.

2004 yılında Sundqvist’in söz ettiği  “Ynglinge Saga”
Snorre Sturlesson ve eserleri hakkında araştırma yapan din ta­rihçisi ve Gävle Üniversitesi Öğretim Görevlisi Olof Sundqvist, Sturlesson’un hiç­bir sahteciliğe düşmeden bu eserlerini yazdığını söylüyor. Sundqvist 14 Mart 2004 tarihli “Svenska Dagbladet” gazete­sinde şöyle diyor: “Snorre Sturlesson’un Kuzey kralları tarihini kurarken, “Kunga Sagor Kıral Anlatıları” (Saga) sözcük anlamı olarak “masal” demektir. Ancak İzlanda’da bu, “anlatılan destanlar, 
tarih” anlamına gelir.

İzlandalı Tarihçi Snorre Sturlesson’un ünlü “EDDA” adlı yapıtından 
geçen Kıral Masalları (Ynglingesagan) dan bazı kesimler şöyle:

2. Bölüm Asya’da, Don Nehri’nin (Tanakvist) doğusundaki ülkeye Asaland (Asa ülkesi, Asya) ya da Asa hem (Asa Yurdu) denir­di. Buradaki baş kaleye de Asgård (As­yalılar kalesi) deniyordu. Buraya bir ön­der egemendi. Adı  “Oden” idi.

Bölüm 3:  Dünyanın ortasının yakınlarında bizim Turkland (Türk Ülkesi, Türkiya, Türkiye) dediğimiz yere, en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu. Buraya Troja (Truva) dendi... Orada Munon ya da Mennon isimli bir kral vardı. O Krallar kralı Priamus’un kızıyla evlendi. Kızın adı Troan idi. Tror adlı bir oğulları oldu. Biz ona Tor diyoruz… (Uzun Bir Bölüm-Soy Tarihçesinden Odin'e Geçiyoruz) Onun da bir oğlu vardı. Adı “Voden”  idi. Biz ona  “Odin” diyoruz. O bilgeliği ve becerileriyle ünlüydü. Karısının adı “Frigida” idi. Biz “Frigg” diyoruz...

Bölüm 4: Hem Odin hem de karısı çok dil biliyorlardı. Bu anda Türkiye’den ayrılma isteği uyandırdı. Arkasında, genç, yaşlı, kadın, erkek, kalabalık bir grupla yola çıktı. Yanlarında çok değerli şeyler vardı. Hangi ülkede, nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu.

Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu.(Peygamber Olabilir.) Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Fteidgotaland’a (Danimarka’da Jutland. A.G.) geldi. Burada canının istediği her şeyle uğraştı. Sonra burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı. Onun oğlunun adı “Fridleif” idi. “Sköldsungar” (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular. O zaman Reidgotaland denen yerin adı şimdi Jutland.

4.bölüm için açıklama Kazım Mirşan'ın; “İskandinavya'da ki Türk Yazıtları” adlı kitabında Odin'in Danimarka'ya yolculuğu anlatılıyor. Bugün Danimarka'da Bir Müzede Runik Alfabe (Ön Türk Alfabesi-Göktürkçe) ile işlenmiş Boynuzlar (Suralar) bulunmaktadır. Dolayısıyla; Odin Asya'dan Avrupa’ya giderken Runik Alfabeyi de götürmüştür. Nitekim Bugün Avrupa Ülkelerinde Pek çok Runik Alfabe ile yazılmış yazıtlar çıkarılmaktadır.

5. Bölüm: Kuzeydoğudan güneybatıya doğru uzanan ve Svitjod (İsveç’i), diğer ülkelerden ayıran büyük bir dağ vardır. Bu da­ğın güney yamacı Türkland  (Türk ülkesi) uzak değildir. Burada Oden in çok geniş mülkleri vardır.

11. Bölüm: Sveigder ülkeyi babasından devraldı. Tanrılar yurdunu ve ilk Oden’i ziyaret et­me sözü verdi. Kendisiyle birlikte on iki yoldaş dünyayı dolaştı. Türklerin ülkesi­ne (Turkland) ve Büyük isveç’e (Svitjod det stora) geldi. Orada pek çok akrabası­nı buldu. Bu yolculuk beş yıl sürdü. Sonra İsveç’e (Svitjod) geri dön­dü.

Kazılarda İsveç'in Gotland adasında bulunan bir taş. Bu Taşa; Asya'dan gelen Tirkiar(Türkler) ve Sekiz ayaklı atına binmiş olan Oden İşlenmiş.

Bölüm 5: Oden, kuzeye doğru yolunu sürdürdü.
Bugün “Svitjod” (İsveç A.G) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı “Gylfe” idi. Aslar denen Asyalıların geldiğini duyan “Gylfe” hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu. Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. Herkes onların barış ve mutluluk gibi şeyler üzerinde denetimleri olduğunu düşünüyordu…

Bu konuda açıklama: Odin Kuzeye doğru yol sürmüştür. İsveç'te “Kral Gylfe” ile karşılaşmıştır. Kral Odin'in ve Yanındakilerin Asya'dan geldiğini duyunca Baş eğmiştir. Ayrıca İsveç Tarihi kitabında anlatıldığı gibi de; Odin gittiği yerlere Mutluluk, barış götürmüştür. Orada beyleriyle (aşiret reisleriyle) Truva’dakine benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkenin yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere, Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı. Tüm karaları çevirdiğini düşündükleri denize dek geldiler.

Bugün Norveç denilen bu yere de oğlu "Säming” i kral yaptı. Odin’in yanında, kendinden sonra gelecek olan ve şimdi İsveç (Svitjod) Kralı olan oğlu Yngve vardı. Onun soyundan gelenlere de “Ynglingler” (Ynglingar) denecekti. Asyalılar bu ülkede kendilerine eşler buldular. Oğullarına eşler seçtiler. Ve Saksonya (Saxland) ve kuzeyinde soyları karışarak sayıca güçlendi.

Dünyanın kuzey bölgelerine yayıldılar. Asyalıların dili tüm bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu. Ataların, kayda geçirilen tüm adları bu dilleri izledi. Ve Asyalılar dillerini de birlikte dünyanın bu bölgelerine, Norveç (Norge), İsveç (Svidjod), Danimarka (Danmark) ve Saksonya’ya (Saxland) taşıdılar. Ve İngiltere’de bu şimdikinden değişik bir dilde verilmiş olan eski yer adları ve isimler olduğu görülür.

(1) Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Ben­zerlikleri, İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, 2008, sid. 66


SKANDİNAV KÜLTÜRNDE ODİN TÜRK MÜYDÜ?


İsveçli Johan Ihre (1707-1780)
İsveçli bir yazar olan İsveç-Uppsala’lı teolog babası olan Johan Ihre Lund, dilbilimcidir.

Babası 1720 yılında öldüğünde Johan Ihre yetim kaldı, Anne tarafından dedesi, Başpiskopos Mathias Steuchius yanında yetişti. 1730 yılında dahi, yurt dışında (1730-1733) Oxford, Londra ve Paris’te okudu. Eski İsveçli formları ve diğer Nordic Germen ile karşılaştırıldığında Hint-Avrupa dilleri üzerinde çalışmalar yaptı. ”Edda Sagalarını" inceledi, ”Samtidens felaktiga historiesyn-delvis skapat av fick dock till följd att mycket arbete varit förgäves. Odin’i krallar atası” yapıtlada olarak nitelendirdi Johan Ihre.

Zamanın en saygın Etimoloji (kökenbilim) profesörü olan ve İsveç Bilim Akademisi üyesi Johan Ihre’nin, kendisine mektup yazan Prof. Sven Lagerbring’e ne yanıt verdiğini yukarıdaki anlatıya göre “kaybolduğu” ve en azından şimdilik bilinmeyecek.

Ancak Ihre’nin 1772 yılında Prof. Sven Lagerbring’e, 43 sayfalık mektup kitapçık yazmış olduğu bir kitapçık: “Bref Till Herr Cancellie Rådet Sven Lagerbring Rörande Then Isländska Edda” (İzlanda Edda’sı Hakkında Müsteşar ve Şövalye Bay Sven Lagerbring’e Mektup). Çünkü o da Sven Lagerbring gibi İsveççenin Oden tarafından Kuzey’e getirildi­ğine inanıyordu. Ihre bu mektup-kitapçık­ta İzlandalı siyasetçi, tarihçi, yazar Snorre Sturlesson’un toplayıp kaleme aldığı  “Edda” hakkında görüşlerini açıklıyor. Bu 43 sayfalık kitapçıkta Prof. Johan Ihre’nin şu kısa ama önemli bir tümcesi dikkat çekiyor: “Odin’in ve bizim ataları­mızın aynı yerden geldiklerine eminim.” (1)

“Odin Türktür ve Türkiye’den geldi"
Prof. Sven Lagerbring şöyle diyor: Eski masallarımızda eski İsveççenin Odin (Oden, Woden) tarafından getirildi­ği anlatılır. Oden, Herwarar masalının bi­rinci bölümünde “Tirkiar” (Türkler) ve “Asiemaen” (Asyalılar, Asyalı adamlar) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin önderiydi. Are Frode de aynı öyküden bahseder. Bura­da açıkladığı akraba ağacında, Oden’in oğlunun adının  “Yngve Tirkia Kongr” olduğunu söyler.

Sturlesson’un, "Ynglinge ma­salı" 5. bölümünde, Odin’in, çok mülkünün bulunduğunu açıkladığını ve Tyrkland’dan (Türkiya-Türkiye) yolculu­ğunu ayrıntılarıyla anlatır. Türkler çok uzun zamanlardan beri Hazar Denizi’nin ve Kafkas Dağları’nın kuzeylerinde çok geniş topraklara sahiptiler. “Asaların” (Asya adamları, Asyalılar) nerede otur­duklarını belgelemeye gerek yok. Ptelemaeus onları bu bölgelere, Don Nehri’nin (Eski İsveççe: Tanais) doğusuna koyu­yor. Bunu Sturlesson da doğruluyor. Oden ve onun geldiği yer konusunda Latin ya­zarlardan bilgi aldığına dair bir veri bulunmuyor. Tüm Türkler diğer pek çok ak­raba halklar gibi göçebe idiler. Büyük bir olasılıkla, o nedenle “gezgin-göçer” an­lamındaki İbranice schut (Latince: Vagari) sözcüğünden esinlenilerek Schyther (İskitler) olarak anılmışlardır. Buna bağlı olarak da tüm ülkeye Grekler ve Romalı­lar tarafından Scythia (İskitya) adı veril­miştir.

İzlanda yazılarında da bizim atala­rımızın kendi küçük ülkelerine Swithiod denirken, bundan farklı olarak oraya “Svithjot Hin Mikla” ya da “Stora Sverige” (Büyük İsveç) deniyordu. Oden Almanya üzerinden yola çıktı ve önce Almanya’da durdu. Oradan Holstein üzerinden Dani­marka’ya geçti ve İsveç’te durdu. Niha­yet bu uzun yolculuklarının sonuna geldi. Buralara birer oğlunu kral olarak bıraktı ve yanlarına beraberindekilerden büyük gruplar verdi. Bu, Sturlesson’un kendi an­latışıdır ve neden Almanca, Danca ve İs­veççenin temelde aynı dil oldukları konusunda tam bir neden sunar.

İngilterelile­rin ataları Anglosaksonların kökeni de aynı şekilde Oden’e uzanır.
Durhamlı Rahip Simeon, Simeon Dunelmensis, aynı yerlerden Schlesvig’e Oden’in Sceaf isimli 9 kuşak gerisinden atası zamanında bir göç oldu­ğunu inanılır bir şekilde anlatıyor. Bu kuşkusuz olağanüstü efsanevi bir konu­dur.

Troysden Hift. Angl. Ser. T. İ. Björner ve başkalarının, Oden’in beraberinde o kadar çok kalabalık bir halk getirmediği görüşünde olduklarını biliyorum. Onun gelişiyle dil de değişebilecekti. Ancak Sturleson bize bambaşka bir manzara çi­ziyor. Onun anlatımına göre, Oden yanı­na ülkenin tüm kayıtlarını ya da yüksek hâkimleri almıştı ve bu şekilde çok sayı­da erkek halkı götürmüştü. Kuşkusuz, bu kez de daha sonraki diğer İskit göçlerin­de olduğu gibi hareket etmişlerdi.

Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Böyle düşünebilirler. Eleştirme gereği duymu­yorum. Tersine, kişisel olarak, bu açıkla­nan tanıklıklara güveniyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve göçerler, Tattare, (*) Tatar olarak gösteriyorlar. Ancak bazı dürüst kişilerin ve hatta asil kişilerin buna öfkelendiklerini biliyorum. Onlar bu köke­ni yeterince onur verici bulmuyorlar.

Bir tarihçinin en önde gelen rehberi ve ama­cı gerçektir: Bu şekilde onur kazanmak çok daha iyidir. Kendini ve yandaşlarını yalanlarla kandırmak; işte asıl bu tuhaf bir onursuzluktur. Bir de, kim Türklerin öteki halklardan daha az onursuz bir halk olduğunu söyleyebilir ki! Eğer onur sağlayan koşullar olarak zaferler ve ülke fe­tihleri görülüyorsa (ki, yapılan kabaca budur) Türkler ve Tatarlar kadar bu ko­şulları yerine getiren fazla halk yoktur. Çin bir Tatar eyaleti, tüm Asya, Arabistan, hepsi Türklerin silahlar karşısında eğildi­ler. Hatta Roma, evet hemen tüm Avru­pa, Hunlar ve Tatarların önünde titredi. Uzun zaman karanlık ve bilgisizlik içinde yalpaladığımız bir gerçektir. Diğer halklar da kendi barbar dönemlerini yaşadılar. 

Öte yandan bizim atalarımızın ne oldukları da bizi çok az ilgilendiriyor, yeter ki, biz kendimiz şerefli ve saygıdeğer olalım. Romalılara gösterilen hayranlık ol­dukça yersizdir. Onların ataları soyguncu ve zalimdirler. Bugün de eski alışkanlıklarından, Oden, Romulus, Bellerophon ve Indatyrse’den coşku duyabiliyorlarsa, bu onların acemi gelip acemi kaldıklarını gösterir. Onur verici olup olmadığı endi­şesi olmadan söyleyelim, Oden ve ya­nındakiler Türk idiler.

(*) Tatar sözcüğünden esinlenilerek kullanıl­dığı sanılıyor. İsveç’te eskiden göçer, gezgin halka verilen aşağılayıcı ad. Bun­lar, kimine göre Tatar kökenliler, kimine göre Çingene kökenliler, kimine göre Al­manya’dan ya da Rusya’dan gelen as­kerler, kimine göre işsiz güçsüz dolaşan, değişik kökenlerden sosyal bir grup. A.G.

Bu tümceyi olduğu gibi kabulleniyor­sak ya da hiç değilse mümkün görüyorsak, bunun sonucu olarak İsveççede Türkçe ile benzerlikler görmemiz kaçınıl­mazdır.(2)

Türkçe-İsveççe Benzer Sözcükler
Göl Sözcüğü: Türkçe, “dört yanı ka­ra ile çevrili su birikintisi” anlamına gelen bir söz­cük. İsveççede de aynı ama eski bir sözcük. Gü­nümüzde artık daha çok “sjö” sözcüğü kullanılıyor.

İsveç’in Lund Üniversitesi profesörle­rinden Olof Hellqvist’in 1929 yılında yazdığı 1100 sayfalık “Det Svenska Ordförrådets Ålder och Ursprung” (İsveççe Kelime Haznesinin Yaşı ve Kaynağı) adlı kita­bına bakıyoruz; orada, “Göl” için, “Eski Kuzeyce” (Urnordiska) kaynaklı yalnız İsveççe bir sözcük”  diyor.

İsveç Dil Geliştirme Enstitüsü (Institutet För Svensk Språkvård) Başkanı Pro­fesör Gösta Bergman, “İsveç Dil Tarihi” isimli kitabında, İskandinavya’da öncele­ri aynı dilin konuşulduğunu ama 600’lü yıllardan sonra ve dahi, 1000’li yıllardan sonra  “Danca, İsveççe, Norveççe, İzlandaca”  dillerinin ayrıştığını söylü­yor. İşte bu ortak dile Urnordiska deniyor.

Yine Prof. Olof Hellqvist’in 1993 yılın­da yayımlanmış olan iki ciltlik “İsveççe Etimoloji Sözlüğü” (Svensk Etymologisk Ordbok) bakın orada, “Göl” sözcüğü­nün Eski Kuzeyce (Urnordiska) “guljö, gjöl” sözcüğünden geldiğini yazıyor, İz­landaca “gil”, Norveççe “gyl, gjöl”, Fince “kulju” olduğunu belirtiyor. Ayrıca İskan­dinavya’da bu sözcükten türeyen yer ad­ları belirtilmiş: Göljahult, Gölyaryd, Göljemåla, Gölinge gibi.

Prof. Hellqvist, Urnordiska kökenli İsveç sözcüğü dediği “göl” ün ta Çin’de yaşayan Uygurların da kullandığı Türkçe bir sözcük olduğunu bilmiyor. Lund Üni­versitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih pro­fesörü Sven Lagerbring’in 1764 yılında yazdığı İsveççe Türkçe Dilleri Arasında Benzerlikler kitabından da haberi yok. Olsaydı, Prof.

Lagerbring’in yalnız “göl” sözcüğünü değil, İsveççedeki iki yüzden fazla Türkçe sözcüğü ortaya koyduğunu bilebilirdi. Peki, nasıl oluyor da Orta As­ya’da konuşulan “göl” ve diğer Türkçe sözcükler 2000 yıl öncesinin Eski Kuzey­ce (Urnordiska) denen dilinde bulunabili­yor? İyi bir araştırma sonucu, yanıtını eski İskandinav kaynaklarında bulunacağı bir gerçektir.

Ayrıca Prof. Lagerbring kitabında İsveççe ve Türkçe gramer ve sözcük benzerliğini de ortaya koyuyor. Çok sayıda sözcüğün birbirlerine benzediğini belirterek iki yüzden fazla örnek veriyor. Günümüzde bile benzerlikleri bakıldığı zaman anlaşılır:

Ata – Ätt
Böri (kurt) – varg (“variy” okunur)
Bağır (göğüs) – Bog
Borçlu – Borgen
Burç – Burg
Göl – Göl
Göm – Göm
Siper – Spär
Hal – Hälsa
Hakan – Håkan
Kaan – Konung (kung)
Hej – Hej (merhaba)
Hayda – Hejdå (hoşça kal – güle güle)
Kap – Kop
Kedi – Katt
Kiler – Källare
Köy – Koja
Kandil – Kyndil
Şen – Shön
Su – Sjö
Tepe – Top
Kaz – Gås
Kule – Külle
Gülle – Kula
Erlik – Ärlig
Öküz – Oxe

(1) Bref Till Herr Cancellie Rådet Sven Lagerbring Rörande Then Isländska Edda, Prof. Johan Ihre, Kungliga Acad. Boktr, 1772, s. 32

(2) Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Ben­zerlikleri, İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, 2008, sid. 33-34-35-36


1 Aralık 2015 Salı

NORVEÇ ve TARİHİ SERÜVENİNE BİR BAKIŞ


NORVEÇ’İN (M.S.800-1400) TARİHİ SERÜVENİ
Coğrafi bir kavram olan Norveç, aslında İngilizce ve Almanca adı modern İskandinav’ca biçiminden  “Norge”  olarak açık bir biçimde yansıtılıyor. “Kuzey’e giden yol”  Norveç sahillerinden geçen uzun seyir rotasıydı. Skagerrak-Kattegat bölgesinden başlıyor, Lindesnes’i, ülkenin güney ucunu dolaşıyor, sürekli yerleşimler boyunca kuzeye doğru davam ediyordu. Viking çağında Tromsø dolaylarında sürekli yerleşimin olduğunu gösteriyordu.

M.S.890 yılında Ottar adlı biri bu bölgenin en kuzey ucundan çıkıp İngiltere’ye kadar gitti. Ktal Alfred’e bu yolculuğunu anlattı. Bu anlatıları da kâğıda yazıldı. (1,N.Lund) Orada şöyle anlatıyor Ottar, güneye inen yol boyunca, sancak tarafında  “Kuzeylilerin ülkesi” olduğunu söylüyordu. Bu ülke uzun ve dar bir coğrafyadaydı. Adına “Nordweg” deniyordu. O dönemde Norveçlilerden söz eden tek Ottar’ın anlattığı hikaye değildi elbet. O döneme ait Skandik bir şiirde “Haraldskædi” Harald Finehair’e  “Kuzeylilerin kralı (2, Finnur Jonsson) dediğini görürüz. “Norveç” veya “Kuzeyliler” gibi adlar 9.yüzyılın ikinci yarısında sıkça kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu adında kökeni, güneyde yaşayan İskandinavyalıların, kuzeyde yaşayanların verdiği ad olması kesindir.

Norveç’in erken Viking çağında siyasi bir birim oluşturduğunu gösteren bir kanıt yoktur. Muhtemelen kökleri tarih öncesine uzanan Hålogaland, Trøndelag, Møre, Hordaland, Rogaland, Agder gibi kendilerine özgü alar alan nüfusları da buna uygun olarak etnik ya da kabile adları anılan birkaç Norveçli kabileler ülkesi, buna eski kuzeyli dilinde “Folkland” (Halkın ülkesi) deniyordu. Bu bir siyasi anlamda değil, coğrafi yakınlıkla biçimlendirilen bir kimlik olması düşünülüyor.

Olası istisnalardan biri Trøndelag’dır. Burası başta Trondheim fiyordunun iç kesim çevresinde nüfuz yoğunluğu olduğu bir bölgeden oluşuyordu.

Modern dönemlerde Norveç’in kurulması, yani ülkenin birleştirilmesi anlamına gelen  “Rikssamlingen” Pan-İskandinav tarihi ansiklopedisi, Norveç’le ilgili tanımı, İsveç’e ve Danimarka’ya göre daha fazla yer kaplamaktadır. Modern tarih bilinci 19. Yüzyılda gelişirken Norveçliler, birkaç yüzyıl müddet Danimarka ile birlikteliklerini sonlandırmak ve bir ulus yaratmak için isyan eden yurttaşlar, Norveç’in tarihsel özgürlüğünü, özellikle bir ulus yaratmak, erken tarihini tezahür ettiği görülmektedir. Ayrıca zengin kaynaklar, çekici en eski Kuzey Saga edebiyatı, özellikle Norveç krallarını konu alan sagalardır.

Norveç Tarihi ile yakın bir bağlantı inşa etmiş, uzun bir hanedanlık,  M.S.850 yılından beri Kara Halfdan ve Harald Finehair’le başlıyor, 13. yüzyıl Sverre hanedanından krallarla son buluyordu. Bazı sagalarda bu uzun hanedan zamanında geriye, Gamla Uppsala’nın ulusal efsanevi Ynglinga krallarına dek uzanır. (3, C. Krag)

Ulusal bir kral ve hanedan kurucusu Harald Finehair olarak önemi, Fagrskinna adlı sagada, (M.S.1220-1230 yazarı bilinmeyen) Şöyle özetleniyor (Claus Krag)

“Kara Halfdan’ın oğlu Harald babasından sonra krallığı aldı. O zamanlar kışları dikkate alınan genç bir adamdı ama saraylı bir kralın sahip olması gereken erkekliğe tam anlamıyla sahipti. Saçlarının rengi dikkat çekiciydi. Bu bakımdan da en fazla ipeğe benzetmek yerinde olurdu. Bütün erkeklerin en yakışıklısıydı, olağanüstü güçlüydü ve Haugesund’deki mezarının üstündeki taştan görülebileceği kadar uzun boyluydu. Çok akıllı, ileri görüşlü, cesur bir adamdı, beraberinde şans getirirdi. Norveçlilerin toprakları üzerinde kral olmayı amaç edindi, giderek artan bir onurla ülke bu zamana kadar onun soyunun elinde oldu. Bu zamanda böyle olsun”

Bu gibi birkaç Skandik mısra dışında Harald’ın fetihlerini anlatan, açığa çıkaran, aydınlatan, o döneme ait doyurucu kaynak yoktur. Skandik mısralarda Hafrsfjurd, (Stavanger’in biraz güney yönü)  savaşla Harald’ın fethi tamamlanmıştır. Bu savaşta Harald’ın son hasımlar, Bergen’in güneyindeki bölge Vestlands’in kralları yenilgiye uğratmıştır.(5, C. Krag, 1989) Böylece muhtemelen Danimarka’nın desteğiyle de, Güneybatı Norveç krallığında hüküm süren Harald olur. Nordvestland (kuezey Vestland) ve daha kuzeyde Harald’ın lordluktan başka bir yetkisi yoktu, oraların asıl iktidarlığı düklerin elindeydi.

Bu adı geçen düklerden en iyi tanınanı Håkon Grjotgardsson ile halefleri idi. Bunların tahtlarının merkezi Trøndelag’da Lade’deydi ama bu aile aslen hatırı sayılan bir aile değil, etkileri Hålogaland’dan alıyordu. Ama Håkon kendi çıkarları için yayılmayı ön gören bir yöneticiliği vardı, birçok bakıma Harald’ın dengiydi. Viken Harald her ne kadar Norveç-Güneydoğu sahil bölgelerinin hakimi olsa da, burada Viking çağının başından beri Danimarka krallarının nüfus alanlarıydı.

Harald’ın ölümünden (M.S.932 civarı) sonra yerine oğullarından Eirik Bloodaks (M.S.930-934) daha sonra İyi Håkon (M.S.934-961) kral olur. 10.Yüzyıl ortalarında Danimarka krallığı yeniden güçlenmiş, Kral Bluetooth M.S.958-987) hüküm sürmüş, hem Viken, hem Harald Finehair’in birleştirdiği krallık dahil olmak üzere Norveç krallığını kendisine bağlamıştır. Eirik Bloodakse’nin oğulları bağlı krallar olmuştur, sonra Håkon Sigurdsson Ladejarl, (Håkon Grjotgardsson’un torunu) Danimarka kralının dükü olarak Norveç’in büyük bir bölümünü yönetmiştir. Sonra Håkon, hükümranlığının son yıllarında, Lindesness’ten kuzeye uzanan sahil bölgelerinde daha bağımsız bir denetim kurmayı başarmıştır.

Norveç tarihine M.S. 950-1035 arası yönetim biçimine baktığımızda Dan kralları hakimiyetine Güney İskandinavya kıyılarına yayıldıklarını görürüz. Danimarka krallarının (Danimarka Vikingleri) daha da ileri giderek deniz aşırı, özellikle İngiltere zenginliklerini yağmalamak için Dük Håkon oğlu, dük Eirik (ö.1024) Dan krallarıyla işbirliği yaparlar, büyük Knut’un dükü olarak Northumberland’e meslek yaşamlarını tamamlarlar.

Norveç’teki Dan egemenliği Olof Tryggvason (hüküm M.S.995-1000) ile Olaf Haraldsson (Aziz Olav, hükmü 1015-28/30) kırmaya çalışırlar ve başarırlar. Bu işte ikisi de tahta çıkmadan önde İngiltere’deler. Dan fetihleriyle orada zenginlik ve güç kazanmışlardır.(5) Ülkelerine bu zenginlik ve güçleriyle döndüler. Eğer bu güç ve zenginlikleri olmasaydı ülkelerinde krallık kurmaları zorlaşırdı.

11. yüzyıl sonrası patlak veren olaylarda Olaf Tryggvson ile Olaf Haraldsson’un hükümranlıkları Norveç tarihinde önemli olaylar olduğudur. M.S.1035’te Danimarka imparatoru Büyük Knut’un ölünden sonrası dağıldığında gerçek Norveç hanedanları kendi ülkelerinde krallık kurmaya başladılar. İlk bunu başaran Olaf Haraldsson’un oğlu İyi Magnus (hük. y.1035-1047) olur ve ondan sonra da Olaf’ın üvey kardeşi Harald Sigurdsson Hardrade  “Acımasız ve sert yönetici” (hükmü 1046-1066) arasında tahta kalır.

Ortaçağ Norveç krallarının tamamı azizleştirilmiş, Norveç’te ilk azizleştirme işi Olaf Haraldsson’un ölümünden birkaç yıl sonra azizleştirilmesi ile başlar. Böylece ardıl haleflerin taht üzerinde iddiaları meşrulaştırılır; Bu arada Olof Haraldsson, Harad Hardrada soyundan gelenlerin hükümranlıkları sürer. Adı geçen bu krallar döneminde Østland ve daha iç kesimlerdeki topraklar ilk kez ulusal krallığa katılır. Bu konuda bakın Ozan Kara Ottar, Olaf Haraldsson’un Norveç iç kesimlerdeki direnişi ve nasıl kırıldığını şöyle anlatır:

“Hedmark’ın bütün kralları kaçtı, en kuzeyde oturan dışında dilinin kesilmesini emrettiğin dışında… Şimdi bir zamanlar beş kralın hüküm sürdüğü, doğuda Eidsog’a kadar uzanan geniş topraklara hükmediyorsun. Böyle bir krallığa hükmeden bir kral gelmedi hiç” (6, Finnur Jonsson 1912,s. 271-2)

Norveç iç savaş sırasında krallığın örgütsel gelişmesi sürmüştü. Buna neden ise bütün olarak devlet açısından yerel idarelerin eskisinden daha sağlam olmasıydı.

Norveçlilerin çoğunun dediğine göre 13. Yüzyıl ülkenin görkemli dönemleri temsil eden unsurların döneme damga vurması. Siyasi, ekonomik, kültürel canlanma ve geniş bölgeleri kendisine bağlayan yani, Göta nehrinden Grönland’a, İrlan’da denizinden Finmark’a kadar Norveç’ bağlayan kralları Sverre soyundan gelen üç kuşak krallardı. Håkon Håkonsson idaresini uzun sürmesi ve baskın kişiliğidir. Onun ölümünden sonra oğlu Magnus Lagabøte (hük.1263-1280) Onun oğulları Eirik Magnusson (hük.1280-1299) ve sonrası Hakon Magnusson (1299-1319) dönemleri izlerdi.

Hakon Hakonsson, döneminde Norveç topraklarına Grönlad’ı ve İzlanda’yı topraklarına katmıştır. Magnus Lagabøte enersinin büyük bölümünü Norveç sınırlarını genişletmek için harcamıştır. M.S.1274 yılında “Ulusal Kanun” (Landsloven) çıkarmış, eski taşra kanunun yerini almıştır, ülke tek kanun ile yönetir duruma getirmiş, ayrıca tek bir kanun olan Avrupa ülkesi arasına katılmıştır. Bu yeni kanunla Norveç İsveç’ten 70 yıl önce böyle bir kanun çıkartmıştı. Dahi, İsveç’te kendi ulusal kanunu yaparlarken Norveç kanunu örnek almışlardır. Danimarka’da ise aynı kanun 400 yıl sonra yaşama geçirilmiştir.

Ne var ki, Norveç 1266 yılında elinde bulunan Habrid adaları ve Man adasını uzun süre elinde tutamayacağını anlayarak, Perth Barışıyla İskoç Kralı 3. Alexander’a teslim etmiştir. O tarihten son yön değiştiren Norveç sistemi, Viking çağında elde ettiği kolonileştirdiği topraklardan askeri ve ekonomik zayıflama nedeniyle çekilmeye başlamasıyla Norveç krallığı geriler. 14. ve 15. Yüzyılda Norveç’i gelişmeye başlayan İskandinavya topluluğunun en zayıf halkası durumuna gelmişti.

Böylece Norveç, 1450 yılından sonrası başlayarak 1814 yılına kadar Danimarka’ya bağlı birlik olarak sürdürmüştür yaşamını.     

Norveç’in Hıristiyanlaşması Dönemi
10. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık dini Norveç’e girmeye başlamıştır. Bazı değişiklikler sistem içinde kendini de göstermeye başlamıştır. Hıristiyanlık başta çoğu sahil bölgelerine nüfuz etmeye başlamıştır. (7, Rolfsen 1981-Solberg 2000 311-20) anlatımlarında,  İyi Håkon büyük zahmete girerek İngiliz misyonerlerini ülkeye getirmişti. Ülkenin din değiştirerek Hıristiyanlaşması Olaf Trygvasson ve Olaf Haraldsson döneminde din değiştirmişler için ilk Norveç kilisesi kurulur. Norveç’in Hıristiyanlaşma sürecinde pek az direniş ile karşılaşılır ama etkili olamazlar.

Pek çok olayların sürecinde Norveç’te Hıristiyan kilise örgütlenmesi ile krallarla paralel çalışarak bütünleşmek için ön koşul, Norveç’in Avrupa Hıristiyanlarıyla kralları arasında yer alması öne sürülüyordu. Tanrı’nı düzenlediği ve ona eşlik eden idealler, Tanrının düzenlediği dünya kuralları, Hıristiyan bir kral mefhumunu destekleyen, bir kurum olan kilise, vaazlarıyla kutsal ayinlerde anlatılan insanların öteki dünya da yeni hayata hazırlıyordu. Hıristiyanlık girdiği her yerde olduğu gibi Norveç’te de popüler fikirleriyle ve söylemlerle düzeni biçimlendiriyordu. Dahi, zamanla kiliseler, birçok bakımdan tahttan daha güçlü toplumsal bir kurum olmuştu. Ve dahi, Norveç’te 1300 kadar toprak sahiplerinin %40’nın kilisenin elinde olmasıydı der (8,Andersen 1977, s. 302-39 ve Helle 1974, 236-42)

M.S.1100 yıllarına gelindiğinde kilise kraldan bağımsız duruma gelmesi, Tronheim, Bergen Oslo ve daha sonra da Stavanger ve Hammer’de daimi piskoposlukların tesis edilmesiyle başlamıştır. M.S.1152-1153’te Norveç’in başpiskoposluğu olarak Nidaros piskoposluğunun tesis edilmesi önemli bir adım olmuş ve bu güne kadar çok sayıda manastırlar kurulmuştur.

Kaynaklar: Stefan Brink-Neil Price,“Viking Dünyası” (Alıntı bölüm Calus Krag s.806-13) ç. E. Kılıç, Alfa 2015
(1) N.Lund
(2) Finnur Jonsson, “Den Nosrsk-İslandske Skjaldedigtnin” cilt 1 B,1912 Kopenhag
(3) C. Krag, “Norge som odel i Harald Hårfagres ætt (Norsk Historisk Tidsskrift)
(4) Byarni Einarsøn, “Eski Kuzey Dilinde Metin” 1958, s. 58-59
(5) C. Krag a.y.
(6) Viking Dünyası “Stefan Brink ve Neil Price” ç.E.Kılıç, Alfa, s. 810 
(7) P. Rolfsen  “Den Siste Bedning på Agder 1981
(8) P.S. Andersen “Syssel Norge” 1972 Oslo Nudendal Ve “Samlingen av Norge og Kristiningen av Lande talle 800-1130, Oslo Üniversitesforlaget

Viking Döneminde Samiler

Viking çağında İskandinavya yarımadanın büyük bir bölümünü Ural-Altay dilinden Uralca dili konuşan Samiler yurt edinmişlerdi (1) Orta İskandinavya ve Kuzey Norveç sahiller Samiler ülkesi olduğunu mezar kazılarında meydana çıkan arkeoloji malzemeler bir yol göstermektedir. Ayrıca, İskandinavya kuzeyinde yaşayan Samiler, genetik (mitokondrik DNA) araştırmalarında Sami halklarının genetik donanımı Avrupa’nın diğer halklarından oldukça farlıdır.

Samiler hakkında yazılı kaynaklar sınırlı. Lakin Samilerin İskandinavya’da Vikingler döneminde yaşadıkları bir gerçek olsa da Samiler hakkında söylenilen her şey (2) başkalarının ağzından çıkmadır. Sami’yi anlatan sözcük, eski kuzey dilinde  “Finn” sözcüğü  “Finmark” (Samilerin ormanı veya sınır bölgeleri) anlamına gelmektedir. Samiler kendi dillerinde ise “Saama” 13. Yüzyıldan kalma İzlanda Sagaları “semsveinar”, eski kuzey dilinde  “sveinn” (genç adam) söylemleri de geçmektedir.

M.S.890’da Wessex Kralı Alfred Samiler için “Skridefinnas” (kayak yapan Sami) “savar’ın komşuları olarak betimlemiştir. 11. Yüzyılda Bremen’li adam da İsveçliler ile Norveçliler arasında, İsveçlilerin bölgesinde yaşayan bazıları Hıristiyanlaşmış “Skritefini” den söz etmiştir.

M.S.1150-1175’de Norveç’te kaleme alınmış  “Historia Norwegie” de Samileri ve Şamanizm’i anlatılır. Orada Norveç’i batıdan doğuya uzunlamasına üç bölgeye ayırır. Kıyı bölgeleri, dağlar ve Finnar’ın ormanları.

Norveçliler ülkelerini başka, dahi, Hint-Avrupa dilinden olmayan birileri ile paylaşıyordu. Her bakımdan Norveçlilerden farklı olan bu ülkedaşları hakkında Snarri Sturlusson, Finn adında, daha doğrusu  “Finn”  bir adamdan söz eder: “Ufak tefek ve çevik biridir. Kayakta ve ok atmakta usta, tipik bir Sami’dir” Diye geçer.

Samiler eski dinleri gereği şifacı, danışman ve büyü ustaları Şamanlık dininde olduğu için, Şaman dinine göre büyü ve büyücülük safhaları vardır. Büyü; Şamanlık dininde sembolik bir gücü temsil eder. Orta Asya’da olduğu gibi Samilerde de bu güce saygı duyuyorlardı. Kuzey halkların Hıristiyanlığın gelişine karşı birlikte mücadele etmişlerdi. 12. Yüzyılda bir Sami Şaman çekici bulunmuş, ona şifa için fal ve büyü yaptırmak için gidenler; Norveç en erken Hıristiyanlık kanununda, Hıristiyanların fal baktırmaları veya şifa bulmak için “Fannar”  ülkesine (3) gitmelerini yasaklamıştır.      

Norveç’te Diğer İskandinav Ülkelerinde Yer Adları
Demir çağından beri başlıca yer adları, “satad”  eski İskandinavca “satadir”, “by”, “bø”, “land” ve sæter”, “set” otlağı ve sürülebilir araziler için kullanılmıştır. Genellikle yerleşim yerlerinin coğrafi durumuna göre adları: “Ekeby” (ekiby) “Meşe korusu yanındaki çiftlik” “Myrby (myriby) “Bataklığın yanındaki çiftlik. “Şöby” ise, “Göl ve deniz kıyısında çiftlik” Norveç’te, başlıca ad öğelerden biri “rud” 12.13.yüzyıla ait bir yerleşim yerine yerleşen insan adı, araziyi ilk yerleşime açan kişinin adı olma ihtimali yüksek.

Ortaçağda yer adları sıklıkla arazilere yerleşen, tarıma açan veya tarıma açılması ifadesine gelen “ryd”; “rud”; rød”; “rønning”; “sved”; “fall” (kesilen orman) gibi pek alan örnektekiler gibidir. Dahi,  “boda” (barakalar, ahırlar) ve “böle” (çiftlik) gibi adların Norveç dahil, İskandinavyanın her yerinde görülebilmektedir. 

Ayrıca İskandinavya ülkelerinin adları Viking çağından daha eski olduğu söylenir. Örneğin “Denmark” (Danmark) anlamı “Ayıran orman” anlamınadır. Yani, “Mark sözcüğü ve “danir” denen bir halkı içerir. Bu ad bir “pars-pro-toto” olarak köken itibariyle, Schlswig güneyindeki Saksonlardan ayıran ormanı adlandırır. Bura sakinlerinin adı da “Danir” olması muhtemeldir.

İsveçlilerin köken adı “Sweden, svaer ile “halk” anlamına gelen asıl anlamı “svea”,“riki”si”  anlamına gelen “Sviariki” karşımıza çıkar. İsveç’in bugünkü halinde “Sverige” oluşur.

Norveç adının köken anlamıyla, “Kuzey yolu” (Norway, Norge, Noreg) Proto-Nordik dilinde “Nord(r)vegr” den gelir. Öteki İskandinavya ülkeleri gibi bir yerleşimci adını içermeyen Norveç adı, Trøndelag ve Hålogaland’a doğru izlenen yolun adır. Bu yolun “Nordwegh” Othera’nın Kaupang’a ülkesine doğru gidereken geçtiğini anlattığı M.S.890 yıllarından kalma ünlü tarifinin bulunduğu yoldur. (4) boyunca yer alan topraklarla özdeşleş ki, bu ülkenin adı olmuş.

Eski Kuzey dilinden örnek verirsek “Nordrvegr”, benzeri “Vestrvegr” (batıya uzanan ülke), “Sudrvegr” (güneye uzanan ülke” olurken, “Austrvegr” “doğuya uzanan ülke) olmaktadır. 

(1) Stefan Brink-Neil Price,“Viking Dünyası” Inger Zachrisson “Samiler Kuzey Halklarıyla Etkileşimleri” s.50 
(2) L.I. Hansen ve Olsen, “Samenes Historie Fram Til 1750, OsloCoppelen Akademisk Forlag”
(3) K. Bergsland, “Om Middelalderens Finnmarker” (Norsk) Historisk Tidsskrift1 1970
(4) J. Bately ve A. Anglert’ten alıntı, “Viking Dünyası” s.86

Selman Zebil

28 Kasım 2015 Cumartesi

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ EŞBAŞKANI RECEP ERDOĞAN ve ARAP BAHARI


RECEP ERDOĞAN'IN TÜRKİYEYİ DÖNÜŞTÜRME PROJESİ, BAŞKANLIK SİSTEMİ Mİ?
                        
Recep Erdoğan’ın değişmemişliğini gösterdiği sağlam delilleri var. 1993 yılında Metin Sever ve Cem Dizdar’ın Recep Erdoğan İstanbul il Başkanı iken yaptıkları röportajda ne yapmak istedikleri Başak Yayınevince yayımlanmış “2.Cumhuriyet Tartışmaları” adlı kitapta söyledikleri ile bugünkü yaptıkları arasında hiçbir kuşkuya yer vermeden uygulaması, Erdoğan’ın hiçbir zaman değişmediği, “başkanlı sistemi” istemesi açıkça görülmektedir.

O kitaptaki geçen o günkü sözlerin gerçeklerini daha detaylı biçimde görmek isteyenler Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı ve MKYK Üyesi Recep Erdoğan’la röportaj bölümü sayfa 422-423’e bakabilirler. Görülecek ki, Recep Erdoğan’ın kondüktörlüğünde giden AKP katarı, istenilen hedefe doğru yol almaktadır. Eski Türkiye unutturulup, yeni Türkiye istemeleri altında yatan, 2. Cumhuriyettir.

1990’lı yıllarda Recep Erdoğan bakın ne söylüyor: “Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinin, Allah'ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim” diyerek ant içer.  

Bir final maçı yapıldı. Yenen ülkenin hâkimi oldu, yenilen söz hakkını kaybetti sanki!

Orada Recep Erdoğan şöyle konuşuyor:

a- “İki binli yılların dünyasında ve Türkiye’de artık Kemalizm’e yer yoktur” diyordu.

b- “Demokrasi, rejimi değiştirmek için araçtır... Hangi sisteme geçmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider”  der sayfa 419.

c- “Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır” demişti.

d- “Osmanlı eyalet sistemine geçilebilir” demişti.  

e- “Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler... Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse, buna hakkı var mı, kudreti olmayabilir”  demişti.

f- “70 yıllık (1993 itibariyle)  tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur. Şu anda Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır” demişti sayfa 420- 422.

g- “Rejimi kuran militarist ve sivil bürokrasi, demokrasi ve cumhuriyet kavramlarını kendi egemenliklerini ve dayatmalarını halka kabul ettirmek için aracı olarak kullanmıştır”  demişti, sayfa 419’da.

h- “Ne yazık ki Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcamış bir zamandır... Burada sırf Müslümanlara reva görülenleri hatırlatmak yeterlidir: İstiklal Mahkemeleri vasıtası ile kurulan darağaçlarında kimlerin ve hangi suçlamayla idam edildiğini nasıl izah edecekler? Tevhid-i Tedrisat Kanunu nelerin önünü tıkamak, nelerin önünü açmak içindir? Harf İnkılâbı vasıtası ile bir ülkenin tamamının bir anda sıfır okur-yazar seviyesine indirgenmesi kimlere yaramıştır?” demiştir sayfa 421- ve 432  

Art ve taraflı bir zihniyetin ürünü olarak Erdoğan’ın söylediği gibi 70 yıllık cumhuriyet boşa harcanmış bir dönem değildir, aksine Türkiye’yi medeniyet kapısına oturtmuştur. Tevhit-i Tedrisat Kanunu ile de Tayip Erdoğan’ın üniversite okumasının önünü açmıştır ve dediği gibi Türkiye bir günde cahil falan kalmamıştır, aksine okurluluk oranını oldukça artırmıştır. Erdoğan’a birileri söylesin ki, Türkiye’de cumhuriyet kurulduğunda okuryazar oranı  %10 kadar erkeklerde, kadınlarda ise %0 denecek kadar azdı.

i- “Türkiye'nin yarınında artık Kemalizm’e veya başka herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur. Kemalizm yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. İki bin’li yılların dünyasında ve büyük dünya ailesinin bir birimi olan Türkiye’de artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur” demişti sayfa 425.

Şimdi özendiği, arkasına Orta Doğu diktatörlerinden bezmiş, bıkmış, zulüm görmüş yığınların alkışına kendini kaptırıp “biz bize yeteriz” dediği diktatör ülkelerin kitleler bir bir ayaklanıyorlar ama yerden yere çarparak hırpalamak istediği Mustafa kemal ve rejimi onu bile ayrım gözetmeksizin başbakan yaptı. 

Huylu huyundan vazgeçer mi? Tayyip Erdoğan “değiştim” diyerek geldi Başbakanlık koltuğuna oturdu. Değişmiş görünüp değişmediğini her defasında icraatlarıyla kanıtladı; kıvamını tutturdukça bildiğini, inandığını yeri ve zamanı geldikçe yapmaktadır.

Metin Sever ve Cem Dizdar’ın 1993’de yazdıkları “İkinci Cumhuriyet” adlı kitaptaki o konuşmalarında “Biz Türkiyeliler” diyen Recep Erdoğan, hedefe giden yolda bütün engelleri desise, entrika ve hile ile aşıyor. Türkiye Cumhuriyetinin var oluşuna karşı yeni yol ve yöntemler arama, Kemalizm’i reddetme, cumhuriyeti dönüştürme ve ülkeyi kendilerinin zihniyetlerine göre tasarımlamak için kurulmuş tuzaklar “açılım” adı altında gerçekleştirilmektedir.

LANETLİ GELEN “ARAP BAHARI” KIŞ GETİRDİ
“Arap Baharı” adı altında başladı Büyük Ortadoğu Projesi, şiddetli bir deprem gibi geldi, Ortadoğu’yu enkaza çevirdi. Bölgede değişik halkları, değişik mezhepten olanları birbirlerine düşürüp, bir daha bir arya gelemeyecek utanılacak duruma getirdi. 

Büyük Ortadoğu Projesi altından IŞİD çıktı, Irak’ın parçalanması, Suriye’nin yerle bir olması, Mısır’ın gelecek kaygısı çıktı. Sonuç ortada. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri çözüldü, koptu birbirlerinden, dağıldılar, birbirlerinin etine kemiğine kurşun sıkıyorlar…

Meydanlarda bir zamanlar gururla hiç dilinden düşürmediği "Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanıyım" diyen, neden uzun zamandır diline almaz oldu acaba?(...) 

BOP PROJESİ EŞBAŞKANI GÖRVİ (NDE!)
Recep Erdoğan, günümüz Ortadoğu’nun felaketinden baş sorumludur. Bangır bangır defalarca, “Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanıyım”  demiştir. Orijinal adı Greater Middie East olan BOP, Amerika Birleşik Devletlerin 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından ortaya atılmıştı. Batıda Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan alanlarda, Güney’de Aden kıyılarından, kuzeyde Karadeniz kıyıları ve dahi, Türkistan yaylalarına kadar alanları kapsayan Müslümanların yaşadıkları ülkeler olması ve “demokrasi getireceğiz” diye bir eş başkan Recep Erdoğan’ı seçmişlerdi.  

13 Ocak 2009: “İkide bir Türkiye’de bir şeyler söyleniyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı BOP Eşbaşkanı’dır, oradan çekilsin’ diyorlar. Bakın bunu anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlar BOP amaçları bellidir ve o amaçların içerisinde Türkiye üstlendiği görevde bellidir.” Diye devam ediyor.

Recep Erdoğan, değişik zamanlarda meydan olsun, toplantılar olsun konuşmaları içinde 34 kez BOP Projesinin Eşbaşkanı olduğunu itiraf etmiştir.

Ve şöyle sürdürüyor: “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var ve bu görevi yapıyoruz. BOP Ortadoğu barışına yönelik olarak kurulmuştur Ve burada Türkiye’ye de bir görev verildiğidir. Biz bu görevi üstlendik”  der.

Bir başka konuşmasında Recep Erdoğan BOP Eşbaşkanlığı için 16 Şubat 2004’te: “Biz Ortadoğu ve Kuzey Afrika Eşbaşkanlarından bir tanesiyiz ve bu görevi yapıyoruz” diyor” Ve dahi: “Türkiye Cumhuriyeti başbakanı BOP projesi Eşbaşkanıdır. Bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir”  der. 

Eleştirilere şöyle diyor:  “Ellerine bir kâğıt almışlar. Dolaşıyorlar. ‘Amerika’nın bir projesidir’ diyorlar. Bunu ispat edelerse biz her şeye varız. Ama ispat etmezlerse alçak, namussuzlardır. Bu kadar açın ve net konuşuyorum, bu kadar ağır konuşuyorum”  diyor. 

BOP Projesinin Eşbaşkanı Recep Erdoğan, günümüz Ortadoğu’nun felaketinden baş sorumludur. Bangır bangır defalarca,  “Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanıyım”  demiştir.  Orijinal adı Greater Middie East olan BOP, Amerika Birleşik Devletlerin 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından ortaya atılmıştı. Batıda Fas’tan Pakistan’a kadar uzanan alanlarda, Güney’de Aden kıyılarından, kuzeyde Karadeniz kıyıları ve dahi, Türkistan yaylalarına kadar alanları kapsayan Müslümanların yaşadıkları ülkeler olması ve “demokrasi getireceğiz” diye bir eş başkan Recep Erdoğan’ı seçmişlerdi.

Kendinden güçsüze Firavun, kendinden güçlüye köle olan bir toplum var karşınızda.

Ama dedikleri, “Yeni Türkiye” girmeden ilk icraatları
Deniz Feneri, Oğulların Gemicikleri, Ayakkabı Kutuları, Para Sayma Makineleri, Havuz’da Toplanan Milyonlarca dolarlar, Gizli Tanıklar, Ergenekon Rezaleti, Balyoz fiyaskosu, Kumpas kurmalar, Sahte CD’ler, Tapeler, Sahte deliller, Bülent Arınç’a Suikast foyası ve Kozmik Odadan Çalınan devlet sırı bilgiler. Uludere, Reyhanlı, MİT-TIR, Musul’da Rezaletli Kaçırılan Konsolosluk Personeli, İŞİD, El Nusra, El Kaide, Yasin El Kadı, Suriye, Irak, Mısır, Libya, Libya’ya Çanta Dolusu Taşınan 100 milyon Dolarlar, Tunus,

Hesabı sorulmayan 700 bin liralık kol saatleri, Çikolata kutularına doldurulan dolarlar, Bilal oğlanın TÜRGEV Vakfı, Rıza Zerrab, Sıfırla oğlum avroları, alınan villalar, Alo Fatihler, Destan yazan polisler, Öldürülen gençler, İçeri tıkılan gazeteciler, TMSF, Arsalar, Gökdelenler, İhaleler, Torba Yasalar, Çiğnene yargı, tanınmayan Anayasa, işlemeyen hukuk var.

Şimdi özendiği, arkasına Ortadoğu diktatörlerinden bezmiş, bıkmış, zulüm görmüş yığınların alkışına kendini kaptırıp  “biz bize yeteriz”  dediği diktatör ülkelerin kitleler bir bir ayaklanıyorlar ama yerden yere çarparak hırpalamak istediği Mustafa kemal ve rejimi onu bile ayrım gözetmeksizin başbakan yaptı. 

Huylu huyundan vazgeçer mi? Tayyip Erdoğan, “değiştim” diyerek geldi Başbakanlık koltuğuna oturdu. Değişmiş görünüp değişmediğini her defasında icraatlarıyla kanıtladı; kıvamını tutturdukça bildiğini, inandığını yeri ve zamanı geldikçe yapmaktadır.

Metin Sever ve Cem Dizdar’ın 1993’de yazdıkları “İkinci Cumhuriyet” adlı kitaptaki o konuşmalarında “Biz Türkiyeliler” diyen Recep Erdoğan, hedefe giden yolda bütün engelleri desise, entrika ve hile ile aşıyor. Türkiye Cumhuriyetinin var oluşuna karşı yeni yol ve yöntemler arama, Kemalizm’i reddetme, cumhuriyeti dönüştürme ve ülkeyi kendilerinin zihniyetlerine göre tasarımlamak için kurulmuş tuzaklar “açılım” adı altında gerçekleştirilmektedir.

Hedef 2023; Cumhuriyeti Sonlandırmak
Bernard Lewis cumhuriyetin 2023’de sonlanacağına dair şöyle der: “AKP Hükümetin kurumları ele geçirmede çok becerikli olduğunu, iş topluluğunu, akademik topluluğunu, polisi ele geçirdiğini, bir tek Anayasa Mahkemesi ve yargının kaldığını ancak onu da ele geçirmek için çalıştıklarını ve başarılı olurlarsa bu yoldan devam edeceklerini” söyler. Ve dahi: “AKP’nin nihai hedefi İslam-i demokrasi, bu demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yola giremezsiniz” der.  

Erbakan 70’li yıllarda Lozan için: “Bir oyundur” demişti. Aradan 20 yıl sonra 1994’de Rum Ortodoks Patriği Başkanı Bartholomeus da: “Lozan’ı tanımayız” demiştir.

Abdullah Gül: “Türkiye Cumhuriyetinin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” der.

Eski Dışişleri Bakanı, yeni Başbakan Davutoğlu: “Osmanlı Milletler topluluğu”  yaratmasından söz eder.

Abdullah Öcalan, İmralı Adasındaki kuytu hücresinden sesini yükseltir: “Kemalist cumhuriyet batmıştır, çözüm; Osmanlı eyalet sistemidir”  der.

AB: “Kemalizm Türkiye'nin yolunu tıkadı” tezini her defasında dile getirir.     

İnsanlar susturulmuş, en pahalı et yiyorlar, en pahalı benzin kullanıyorlar, zamların adını değiştirmişler, zammın adı “güncelleştirme” koymuşlar, bu milletten ses soluk çıkmamıştır.

“Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Geriye dönük olarak Anayasayı ve kanunları güncelleme çağrısında bulunuyor ve zorbalıkla diyor ki "İsteseniz de istemeseniz de sistem değişmiştir” diyor. Bu sözlerinden anlıyoruz ki, tek başına, iktidarı kendi başkanlığı altında, ne derse, neye kara verirse onların yapılmasını istiyor.
Selman ZEBİL 28 Kasım 2015

TURANCI-TÜRKÇÜ-SOSYALİST ETHEM NEJAT (1881-1921)

ETHEM NEJAT (1887-1921) Annesinin adı Cavide, babasının adı Hasan'dır. Anne tarafından dedesi Ahmet Cavit Paşa, Çerkes İttihat ve Teavün...